PAZAR SOHBETİMİZDİR: (KIBRIS TÜRK İŞÇİSİ NEDİR NİCEDİR) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

PAZAR SOHBETİMİZDİR: (KIBRIS TÜRK İŞÇİSİ NEDİR NİCEDİR)

Kıbrıs’ta “sefalet felsefesi” yapılacak bir “işçi” olayı var mıydı? Ezilen, horlanan, sömürülen dolayısıyla uğruna romanlar, hikâyeler, destanlar yazılan…
Cevabını vermek kolay değil. Çünkü Kıbrıs tarihinin fıcırığını çıkardık ama öteden beridir sosyolojisini hiç yapmadık, yazmadık… Ha tabii ki işçi hareketleri, işçi sendikaları, işçi hakları vardı… Mesela anlı şanlı AKEL! Sekiz saat iş, sekiz saat istirahat, sekiz saat uyku diyerek işçinin hakkını çeke söke aldıydı… Fakat Kıbrıs’ta ne bir Soma yaşandıydı ne de büyük işçi felâketleri. Devre devre açlık sefalet, parasızlık elbet oldu. Birinci ve İkinci Dünya savaşları sırasında, 1931 isyanında falan… Yaşayanlardan dinlediydik… FAKAT: Soma’daki 301 maden işçisinin ölümüne neden olan büyük kaza sonrası “işte işçinin feci dramı” diyerek bu kadar üzülmemiştik… Kaldı ki ölümlerine neden olan ve “işçinin kaderi” olarak alnına yazılan o madenlerdeki koşulları, bizzat yaşayanların anlatmalarından sonra daha büyük üzüntü duyduk.
Ve ta çocukluk gençlik günlerimize gittik. Mahmut Makal’ların, Fakir Baykurt’ların, Orhan Kemal’lerin, Yaşar Kemal’lerin anlattıkları işçileri, Anadolu halkını anımsadık… Ve dönüp kendimize bir daha baktık: “Sahi neydi bizde işçi? Irgat kime diyorduk? Koşulları nasıldı? Yukarıda az birazını vurguladık da hadi devam edelim.
HATIRLAMAYA ÇALIŞTIM: Hangimiz işçi çocuğu değildi ki? Hele liman kasabası Mağusa’da yaşarsanız. Pekala neydi öteki yerlerdeki işçiler? Nerelerde çalışırlar ne kadar yevmiye alırlardı? Sendikalaşmalarına karşın güçlü müydüler? Haklarını alabiliyorlar mıydı?
Klasik ifadesiyle “bir film şeridi” gibi geçti gözlerimin önünden. Ve “kısaca” dedim, İşçi her zaman işçidir! Kıbrıs’ta da işçidir, Türkiye’de de İngiltere’de de…”
Dahası “işçi” kelimesi “kadersizlikle” eş anlamlıdır. Dün de bugün de! Çünkü bizatihi yaşamın asla değiştirilmesi mümkün olmayan “öyle geldi böyle gider” kuralıdır: Ki bu dünyada bir “çalıştıran” vardır bir de “çalışan!” Bir “yöneten” vardır bir de “yönetilen!” Bir “üst kimlik” vardır bir de “alt kimlik! Bir “ezen vardır bir de ezilen!… Uzar gider…


Kıbrıs Türk insanına bu “yargıdan” baktım. Evet bir işçi kesimi hep vardı ama her zaman bu işçiyi çalıştıranlar da vardı! Dolayısıyla her yerde olduğu gibi “işçi ile işveren arasında çatışmalar” da vardı!
IRGAT DİYORDUK: Gördüklerimle işittiklerimi düşüncelerimde yoğurup harmanladım mıydı hayret ediyorum. Ta Osmanlı döneminden beridir insanlar neyle geçinirlerdi? Hangi meslekler vardı? İşçiler meslek sahibi olamayacaklarından o zaman hangi alanlarda çalışıp geçimlerini sağlıyorlardı?
Mesela 1572’den sonra Lefkoşa ve Mağusa’da altmıştan fazla iş kolu vardı derler: “Dericiler, helvacılar, sabuncular, dülgerler, fırıncılar, terziler, ipekçiler, kunduracılar, aşçılar, mumcular, semerciler, kazancılar, kalaycılar, hallaçlar (pamuk atıcıları) dericiler, demirciler…” Ve ilahi…
Mesela Mağusa sabuncuları ile ünlüydü. Lefkoşa Sakatatçıları ile (Başçılar) derlerdi…)
Fetihten sonra Kıbrıs’a yerleştirilen ahali Anadolu’dan getirtilen çiftçilerle fethe katılan askerlerdi… O askerlerin arasında zanaatkârlar vardı, kendilerine kiralanan Evkaf dükkânlarında mesleklerini sürdürürlerdi…
İşçiler ise ya kırsalda ırgat olarak çalışırlardı yahut yukarıda saydığım o meslek sahiplerinin dükkân veya imalathanelerinde… Ne var ki hiç öğrenemedim. Düz işçiler nerede, kimlerin yanında, hangi yevmiye ile ve nasıl yaşarlardı?
Ta ki 1945’lere gelene kadar! Çünkü artık hem bir işçi çocuğu olarak “işçi” idrakine varıyordum hem de az sonra “işçi” olarak çalışacağımdan “işçi nedir” biliyordum.
Nitekim kırsal kesimlerde büyük çapta imece usulü ekim ve hasat yapılmasına karşılık bazı çok fakir inanlar köyün ağaları tarafından “hasatta şu kadar kalbur buğdaya” karşılık çalıştırılırlardı…
Sonraları kırsal kesimlerden hafif sanayiye geçen Rumların işçileri olduktu! Hatta daha 1974’den önce Rum bahçelerinde çalışan, topraktan patates söken kadınlı erkekli Türk işçiler vardı…
Ta Kalerburnu köyünden kopup otobüsle iki buçuk saatte Rum’un Güzelyurt’taki narenciye bahçelerinde çalışmaya giderlerdi. Derinya’nın kırmızı topraklarında patates söken Türk işçiler de vardı…
Fakat en imtiyazlı işçiler İngiliz üslerinde çalışanlardı. Üstelik liman işçilerinden bile daha talihliydiler… Hem insan gibi çalıştırılırlardı hem de haftalık ücretleri çok iyiydi. Benim de ilk işçiliğim Mağusa’da “iki buçuk mil” dediğimiz İngiliz kampında bir tatil devresi çalışmamla başladıydı…
VE MAĞUSA LİMAN İŞÇİLERİ: İngiliz döneminden kalma fotoğraflar var. Sırtlarında küfelerle “kayık” dediğimiz gemilere nar taşıyan, başları sarık gibi mendillerle yahut yemenilerle sarılmış, pantolonun yerini tutan potur yahut şakşır dediğimiz giysileri ile işçiler…
Fakat o dönemlerde limanda hiçbir devrede hiçbir işçinin karnı doymadı! Eğer sefalet denecekse işçinin en sefil günleriydi o günler. Çünkü ara sıra gelecek bir iki kayıktan öte hacimli ve yoğun deniz taşımacılığı henüz gelişmemişti. …
1940’lardan sonra olmalı Gemi acenteleri oluştu. Hepsi de Rumlarındı. Gemilerle yapılan ithalat ihracat ellerindeydi. Üstelik dünyanın her tarafından vapurlar gelirdi. İşte o dönemlerden sonra “sicilli ve tescilli liman işçileri” işsizliği yenme fırsatı buldulardı. Ancak bir sorun vardı: Acenteler ve tüccarlar Rum oldukta işçilerin çoğunluğu da Rum olurdu tabi! Rum işçiler Paralim ve Maraş’tan gelirlerdi. Ve tabii her zaman Rum liman işçileri Türk liman işçilerinin haklarına tecavüz ederlerdi… Hem sayısal yönden hem de yevmiye yönünden!
“HAMALBAŞI”LAR VARDI. Şimdilerde taşeron diyorlar. Hepsi de Rum Gemi Acentelerinin “adamlarıydılar.” Esas kaymağı yiyen de onlardı. Türk işçilerini işe alan, çalıştıran, ödemelerini yapan da onlardı. Artık insaf ve din imanlarına göre tabi!
Liman işçileri sistem yerine oturana ve “İş Bulma Dairesi” o sistem içinde işçileri numaralayıp sırası geleni otomatik olarak çalışmaya gönderene kadar “Hamalbaşılar” sabah rıhtıma dizilen işçileri “sen sen” diyerek çağırırlar, ötekileri de gönderirlerdi…
Sonraları Türk ve Rum işçiler ayrı postalara ayrıldılar. (Yine de ehven ve parası çok işlere her zaman Rumlar gönderilir, ağır ve de parası az işlere de Türkler!)
Kısaca Mağusa Limanı’na 1954’lerden sonra Sosyal Sigortaların da oluşması ile bir çalışma sistem ve disiplini gelmişti ama huzur asla!
1963’de Liman bize kaldıkta “dünyada ilk kez çalışan işçi çalıştığı iş yerine sahiplikte şirket kurdu.” Ne var ki bu kez de Mağusa Limanı’nı ambargolar vurdu zaten Şirket de dağılıp gitti ki şimdi sadece bir işveren durumunda…
Bana gelince. Ortaokul ve lise öğrenciliğim dönemlerimin tatillerinde Mağusa Limanı’nda sürekli çalıştım. Vapur altında da vapur ambarlarında da… Doğruya doğru iyi yevmiyesi vardı…
KIBRIS İŞÇİSİ: Bugünün asgari ücrete tutsak işçisine, üniversite mezunu işçilere, belki artık eskisi gibi değil ama TC’den gelen ve horlanan en berbat koşullarda çalıştırılan işçilere, kaçak işçilere değinmek istemiyorum…
Körün değneği gibi bellenen “asgari ücrete” sığınan işverenlerin, kelli felli tüccar ve iş insanlarının insafları oranında hayat hakkı bulan “işçiler” olayını zaten yeri geldikte sorun yapıyoruz ama “işçi” yine o bildiğimiz işçidir! Belki sefalet felsefesini yapmak mümkün değildir. Nitekim geçen gün baktım, belediyenin ot temizleyen üç dört işçisi işe arabaları ile gelmişler… Eh böyle işçi yaşamına canlar kurban diyebilirsiniz… Öyle değil işte. Ne yapıp etseler “işçi gibi yaşarlar, bu işçinin kaderidir!”
Diyelim ve ekleyelim: Her şeye karşın KKTC’de de kazanan işçi değildir!


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar