Bir süre önce Mağusa’daki bir dernek başkanı, “sen de anlatır mısın” dedi… Her hafta “eski Mağusalılar”dan birini davet ediyor “yeni Mağusalılar”a hatıraları anlattılırıyor. Anlarsınız ki kentler insanları ile yaşar… Ve o yaşamlarının mekânı olmuş “kentlerini köylerini” kuşaktan kuşağa birbirlerine aktarırlarken, kendilerini de yaşatırlar..
Tabi böyle bir teklif geldikte ilk tepkim şu olduydu: “Anlatılmadık nesi kaldı ki?” Gerçek öyle! Ki anlatıla anlatıla “hakkı olan övgü ile vefanın yanı sıra olmayanların da sahibi” yapıldı Mağusa! Tutun ki abartıla abartıla herkesin “benimdir” dediği bir Mağusa’sı oldu!
Oysa 1878’de İngiliz gelmeden önce surlar içi çok da neşeli bir yer değildi! Namık Kemal’in sürgün olarak zorunlu ikamete tabi tutulduğu 1873’lerden biliyoruz. Ki Namık Kemal Mağusa surlar içindeki evleri in’lere insanlarını da “kabirlerde” yaşayan varlıkla yokluk arası “meftalara” benzetirdi… O yılların Mağusa’sında bugün hâlâ kalıntılarını görebildiğimiz havuz ve su yollarından anlıyoruz, surlar içinde yaşayan, sayıları çok az olması gereken insanlar bahçecilik yapar, aslanlı kapıdan yahut othello kalesinde açılan bir delikten kumsal olan limana iner komşu Arap ülkelerinden gelmişse eğer “kayıklarda” hamallık yaparlardı..
Mağusa surlar içinde daha yoğun ikamet, İngiliz’in limanı inşa etmesinden sonra başlar. Etraf köylerden limanda çalışmak için gelenler surlar içini mesken tutarlar. Yeniboğaziçi’nden (Aysergi) Kuzucuktan (Arnayi) , Kurtuluş’tan (Ovgoroz) Paralim’den, Derinya’dan gelen işçilerdi, genel adları ile “hamallar!”
BENİM MAĞUSAM! İkinci dünya savaşı başlarken doğdumdu. Sisli puslu yıllardı sonrası. Güvenlik açısından Mağusa’daki kadın ve çocuklar yakın köylere taşındılardı. Sadece limanda çalışmak için erkekler kaldılardı Surlar içinde. 2. Dünya Savaşı bitimine az kala olmalıdır. Zaman zaman Alman savaş uçakları gelir, ahali sığınak olarak kullanılan hisar mazgallarına kaçardı. Mesela babamın omuzlarında gittiğimi hatırlarım hemen yanı başımızdaki Akkule mazgalına. Hepsi o kadar!
VE SONRASI YILLAR: Yaşamımı surlar içinin Akkule Mahallisinde Behram Paşa sokak 5 numaralı eski Osmanlı hanından bozma evde, geleceklere doğru yürüyeceğim yolumun başlangıç yeri olarak belledikten sonradır ki artık o Mağusa benim için tarihi süreciyle vardı.. Mesela:
1950’ler Mağusa’sı: Fukaralığın, işsizliğin, cehaletin, perişanlıkla türlü çeşitli hastalıkların Mağusa’sı!
1958’ler Mağusa’sı: Rum saldırıları ile tanıştığımız yıl!
1960’lar Mağusa’sı: Bir ayağım Anakara’da bir ayağım Mağusa’da.. Yokluğun taban yaptığı, ,Kıbrıs Cumhuriyeti’nin nimet ve bereket değil, Türkler için baskı meşakkat olduğu yıllar.. “Türkten Türke kampanyaları” adına ekonomi bile denmeyen üç beş türk dükkânı ile Tüccarının kurtarılması seferberliği! Büyük Rum rekabeti ile ticari monopolü!
1963’ler Mağusa’sı! Kanlı Noel’le başlayan Rum saldırıları. Geleceklerimizin Rum ve Yunan faşizminin ipoteği altına girdiği, var olma savaşımının gailesinden başka hiçbir düşüncenin yeşerip filizlenemediği yıllar! Ki o yılların içine varlığımızı ayakta tutacak akla gelen ne etkinlik varsa hepsini de kattıktı. Tiyatrolardan müzik yarışmalarına, hendekte fuar oluşturmaktan ötesi festivallere kadar..
1967’ler dönemi.. Normalizasyon dedikti. Geçitkale çarpışmalarından sonra susan silahlar dönemi! Kaybedenlerin suskunluğuna karşın canhıraş bir atılışla çocuklarının ailelerinin Türk halkının geleceklerini kurtarmak için sınırları zorlayıp kaldıran insanların işlerine güçlerine geri döndüğü yıllar
Ve 1974’ler: “Şüphelerimize” karşın bu adadaki özgürlük ve egemenlik savaşımızın bittiğini sandıktı!
42 yıldır fakat bu kez siyasi yönden devam ediyor çünkü Rum liderliği ile kilisesi anlamıştır ki saldırarak, çatışarak topla tankla Kıbrıs’a egemen olması artık mümkün değildir. Karşısında garantörlük hakkı devam eden Türkiye faktörü vardır. Çok kısaca “ilga etmeye çalıştığı da bu garantörlüktür.
Öte yandan Annan planından bu yanadır oluşturulan iki toplumlu ilişkilere karşın Rum tarafı AB ve BM’ler üyesi tanınmış ülke olmasına karşın hâlâ Kuzey üzerinde söz sahibi değildir, bunu Cenevre’ye taşınan ve elan sürdürülen müzakerelerde varılan bir çözümle başarmak istemektedir!
Eğer bir çözüm olursa “ne olacağımızı,” olacaksak “gerçekten özgür ve egemen mi olacağımızı” henüz bilmiyoruz.. Çözüm olmazsa sonrası sürecin ne olacağını bilmediğimiz gibi!
Dolayısıyle Kıbrıs’ta 1974’le başlayan tarihi süreci “Mağusa hatıralarıma” katamıyorum. Ne TC’den kaydırılan nüfusun Maraş’ta yarattıkları “gettoları” ne DAÜ ve Mağusa limanı gibi önemli kurum ve tesislere sahip oluşumuzu ve tabi ki her şeye karşın gelişmişliğimizi belirgin bir siyasi ve sosyoekonomik statüye adapte edemiyorum.. Çünkü varoluş mücadelesi hâlâ devam ediyor.