PAZAR GÜNLERİNİN GAZETELERİ RENGÂRENK (FAKAT HAYAT ÖYLE RENKLİ DEĞİL!) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Köşe Yazarları

PAZAR GÜNLERİNİN GAZETELERİ RENGÂRENK (FAKAT HAYAT ÖYLE RENKLİ DEĞİL!)

Pazar günlerinin gazetelerine bayılırım. Hemen tümünün sayfaları, semanın maviliklerinde patlayan havai fişeklerin rengârenk çiçekleri gibidirler… Sayfalara geçmişten geleceğe uzanan türlü çeşitli yazılar konmakta… Magazin haberlerini süsleyen renkli fotoğraflar öylesine okşamakta ki hisleri, neşelerinin seslerini işitircesine…
Bazan çok önemli bir olay yoksa Pazar gazetelerinde ilaç için bile siyaset adına tek haber bulamaz, “aman ne güzel ne dersiniz!” Yemeklerden teknolojiye, müzik haberlerinden yaşanmış hikâyelere, aşklardan meşklere varıncaya kadar uçuşurken sayfalar, keşke dersiniz, hayat hep böyle devam etse!
Oysa bilirsiniz: Yarın sabah manşetlerden iç sayfalara varıncaya kadar, bugün içlerinden neşelerle şarkıların, renklerle aşkların fışkırdığı ayni gazetelerde bitmez tükenmez müzakerelerle “battık” haberleri salınacaktır. Bir yandan da Ortadoğu’da yanan ateşlerle akan kanların vicdanlarımızı sızlatan haberlerinde boğulacağız. “Ebola” ile korku spazmlarına kapılacak, aman Allah korusun diyeceğiz…
Demek ki hayat “Pazar günlerinden ibaret” değil. Keşke olsaydı!
ANCAK: Bu memlekette hayat Suriye’de yaşanan hayat değildir! Filistin halkının hayatı da değildir! Irak’taki Şiilerin, Sünnilerin, Yezidilerin, Kürtlerin de hayatı değildir! Yunanistan’da Batı Trakya’da yaşayan Türklerin hayatı da değildir! Bulgaristan Türklerinin, hatta Türkiye’deki pek çok Türklerin yaşadıkları hayat da değildir!
Kısaca artık ölüp öldürmüyoruz!     
Yakıp yıkmıyoruz, yakılıp yıkılmıyoruz!   
Korkup kaçmıyor, korkutup kaçırmıyoruz!  
Dahası ne açız ne çıplak!     
“Sefalet” kelimesine de yabancıyız, dilenmekle dilenciliklere de!
Hırsızının uğursuzunun bile bu adada söz hakkı vardır ki yaşam hakkı gani gani!
Bölgemiz Orta Doğu yanıp ölürken oturduğumuz yerde niçin yanmakta olduğunun yorumları da bizim, eleştirileri de!  
Üstelik hiçbir ülkede bu kadar bedava konuşma hakkı da yoktur bizde olduğu kadar! Kırk yıldır kendi siyasi sorunumuzu çözemezken, tüm dünya sorunlarını çözen ender ve bahtiyar insanlar topluluğuyuz!
O ZAMAN SORUN NEDİR? Neden bu memleket içinde bulunduğu büyük coğrafya parçasında adeta midyenin içindeki inci taneciği gibi tüm belalardan arınmış ve asude yaşarken, böylesine huzursuzdur ki? “Yanlış yönetilmesinden dolayı!” Geçen hafta bunun bir iki örneğini ayazlattıydım. Bir dost telefon etti sordu: “Sence dedi nedir kayıt dışı ekonomi?” Tabii soruyu beklemediğim için “KKTC devletinin alameti farikasıdır” cevabını veremedim!
“Devletin kendi ekonomisine bile sahip çıkamadığı dolayısıyla istenen vergiyi alamadığı bir zül işte” diyemedim!     
“Denetimsizliklerden kaynaklanan büyük sorundur” cevabını veremedim!
“Neden denetimsizlik” sorusunun ayrıca oluşturulması gereken o büyük başlığının altına “popülizm kaynaklı bir sorundur” lafını yazamadım! Telefondaki ses tabi gerekli cevaplarını verdiydi…
Ve hatırıma geldiydi: “Vakti zamanında yeni palazlanan sermayeye yumulan gözlerin hürmetine sandığa yansıyan oylar, geçen yıllar içinde yerini kurallara sistemlere” bırakacağına; aynen sürdürülüverdiler! Ki o “denetim olayı” devleti sürdürüp götürecek olan kamu görevlilerinden de azade kalınca, işte memleket! Gir ağla çık ağla!
BAŞLADIĞIMIZ YERE DÖNÜYORUZ: Pazar günleri gazetelerimiz rengârenk açılan çiçekler gibi yayımlanıyorlar demiştik. Fakat reel hayat bu değildir. Mesela desek ki “dolar fena vuruyor!” “Çarşı Pazar fena vuruyor!” “Hayat zorlaşıyor.” “Ödenemeyen krediler artıyor!” Kuraklık nedeniyle çiftçi, bahçeci, hayvancı batıyor!”
Kısaca KKTC acil kan istiyor!                      
**********     
MÜZAKERELERE AB DE MÜDAHİL OLSA ÇÖZÜMÜ ÇAĞRIŞTIRMAYA YETMİYOR!

Geçen hafta Kıbrıs siyasi sorununa bakarken iki olasılıktan söz ettikti. Birisi Müzakerelerin “şimdilik” kaydı ile kesilmesi, ikincisi “AB’nin müzakerelerde yer alma olasılığı.” Ve ekledikti:
AB müdahil olacaksa müzakerelerin yeniden başlaması gerekir: Pekala eninde sonunda zaten kaçınılmazlığı ortada olan AB’nin soruna resmen müdahil olması Rum tarafına ne kazandıracak, Türk tarafına ne kaybettirecektir? Yahut Müzakereleri olumlu yahut olumsuz şekilde nasıl etkileyecektir?
Müzakereler başlamadan, AB masada yer almadan ne “yeşil” ne de “kırmızı” ışığı görmek mümkün değildir. Çünkü geçen hafta Rum basınını meşgul eden bu konu “eğer tüm taraflar kabul ederlerse gerçekleşecektir” yorumlarını yapmışlardır. Örneğin Türkiye bu konuda şerhini koyabilir! Eroğlu kabul etmeyebilir!
Buna karşın çok açık ve net yazayım: (Benim beğenmem yahut beğenmemem hiç önemli değildir. Eğer bir gün self determinasyon hakkımızı kullanarak kendimizi TC’ye katmayacaksak Kıbrıs Türk halkının bu adadaki geleceği AB üyeliği ile kaim olacaktır. Üstelik bu konuda mali ve ekonomik sorun ötesinde hiçbir hukuki ve uyum yönünden sorunumuz da yoktur.)
Buna karşın sorun, Kıbrıs’ın hâlâ nasıl bir federal sistemle AB’li olacağıdır! Ki süregelen görüşmeler de bu statüyü aramaktadır. Mesela:
Mesela Anastasiadis’e göre “Tek egemenlik ve Tek uluslararası temsiliyet” kabul edilmişse o zaman oluşacak statü de bu esasa göre şekillenecektir.
Yani tek egemenliğin temsilcisi nüfus ve mülk çoğunluğuna sahip Rum tarafının ise dolayısıyla uluslararası temsiliyet de aynı çoğunluk esasında Rum tarafının olacaktır.
Tabii Türk tarafına göre olamaz. Çünkü Türk tarafının aradığı “çoğunluğa dayalı çözüm değil, siyasi eşitliktir.” Hatta bu nedenle cumhurbaşkanlığını dönüşümlü istemektedir. Kısaca gözlenen “ortak federe devlettir.”
Öte yandan bir diğer sorun da AB ile yaşanacaktır: Rum tarafı Türkiye’nin garantisini reddetmektedir. Mantık olarak “AB’ye tümden üye olacak bir Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlüğünün devam etmesi mümkün değildir. Oysa Kuzey bu konuda ısrarlıdır. Güney ise Türkiyesiz bir Kıbrıs istemektedir.
ARTIK BAZI SORUNLAR KEMİKLEŞMİŞTİR DEĞİŞTİRİLEMEZLER: Hemen yukarıda yazdıklarım gibi. Mesela Türk tarafı için siyasi eşitlik ne kadar vaz geçilmezse, Rum tarafı için Türkiyesizleştirilmiş bir Kıbrıs da o kadar vazgeçilmezdir.
Mesela Türk tarafı için dönüşümlü başkanlık ne kadar vazgeçilmezse, Rum tarafı için de o kadar vazgeçilmezdir!
Kaldı ki mülk paylaşımı masaya gelmemiştir! Devlet organları, Bakanlıkların paylaşımları, Temsilciler Meclisi, belki oluşacaksa Senatodaki sayısal temsiliyet, dış ülkelerdeki Temsilcilikler, falan, her biri ayrı ayrı büyük tartışmaları haber veren ve çözülmedikleri için hâlâ sorun olarak kabul edilen müzakere başlıklarıdır.
Kısaca taraflar içinden kolaylıkla çıkamayacakları sorunlarla sarmalanmışlardır ki AB de duhul eyledi miydi “kırk küpü üst üste dizseler, en altındakini çekseler seyreyleyin siz gümbürtüyü!”

**********     
ÜRETİCİ KENDİNİ GÜVENCEYE ALMAK İSTERSE KOOPERATİFLEŞECEKTİR

“Üreticiler” cephesine bakalım: Öteden beri üreticiler için en büyük sorun “pazarlama sorunu” olmaktadır. Çok kısaca anlayacağımız şudur: “Ya ürettiklerini istedikleri fiyattan satamamakta yahut ellerinde kalmaktadır.” Tahılı zaten devlet almaktadır her yıl taban fiyat kavgası yapılmaktadır. Patates hâlâ olaysız kavgasız Türkiye kapılarından geçme talihine nail olamamıştır! Ötesi sebze meyveleri saymaya hiç gerek yoktur ya kuraklık vurmaktadır ya sıcaklar! Narenciyenin bugüne kadar iki yakası bir yere gelmemiştir. Tabi bunların yanı sıra her bir bitkiye musallat olan zararlılar, bu zararlılara atılan tarımsal ilaçlar…
Tüketiciler cephesine de bakalım. Türkiye’de üç liraya satılan kirazı on üç liraya, bir iki liraya satılan kayısı gibi meyveleri altı yedi liraya, bir liraya satılan domatesi falan, burada beş liraya satın almaktadır… Yerli üretimi destekleme babında fedakârlık yaparken bir de bazı bilinçsiz ve Allahsız üreticilerin zirai ilaçlarla boğdukları sebze ve meyveleri iki gün sonra hasat edip çarşılara sürmelerinden dolayı kanser olmaktadır! Artı, üretilen her şeyin pahasına canlar cepler dayanamamakta, hayat gitgide yaşanamaz hallere gelmektedir! Öte yandan millet eti unuttu, tavuk yemekten gıdıklamaktadır!
VE BİR HABER: “Üreticiyi korumak için Tarım ürünleri tek elden pazarlanacak.”
Tarım Bakanlığı ile Ziraat Mühendisleri Odası işbirliği sonucunda böyle bir karar alıyorlar. Kısaca Üreticiden tüketiciye “Kooperatifleşecekler!” Aracısız tefecisiz satış! Acele edin. Bu ülkede tarım sektörünü Kooperatifleşmekten başka hiçbir sistem kurtaramaz! Tüketici de bu sayede kazık yemekten kurtulur!


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar