Eğer bir değişiklik olmazsa “taramalar” safhası bitti, bugün “özlü müzakerelere” başlanacak. Rumcadan nasıl tercüme ettiler bilmiyorum ama bizim “özlü” dediğimize onlar “köprü kurma” diyorlar…
Her halde iki taraf arasındaki uzlaşmaları bu şekilde ifade ediyorlar… Hadi duruma bir daha bakalım. “Tek egemenlik, tek yurttaşlık, tek uluslar arası temsiliyet.” Tasavvur edilen Kıbrıs Federasyonunun başlığı bu.
Ancak hem iki ayrı “Kuzey ve Güney bölgeleri” olacak hem de bu bölgeler kendi içlerinde kendi egemenleri olacak…
NASIL OLACAK? Müzakereler zaten “nasıl olacak” sorularına cevap bulmak için yapılıyor. Ki düşündükte karşımızda alacalı bulacalı bir resim görüyoruz. Ve mesela diyoruz: Merkezi hükümet kesinlikle olacak. Dönüşümlü Başkanlık mı olacak yoksa Rum Başkan sürekli olarak mı görev yapacak?
Temsilciler Meclisi “olmazsa olmaz!” Türkler ve Rumlardan oluşacak da nasıl? Eşit sayıda temsilcilerle mi yoksa nüfus oranına göre mi?
Bakanlıklar nasıl dağıtılacak? Eşit mi nüfusa göre mi?
Senato olacak mı? Olacaksa nasıl olacak?
En önemlisi merkezi hükümetin yetkileri neler olacak?
Dolayısıyla Kuzey ve Güney kendi içlerinde hangi egemenlik haklarına sahip olacaklar?
Türkiye’nin garantörlüğü devam edecek mi?
Kıbrıs’ın doğal kaynakları ile denizleri nasıl paylaşılacak?
AB’ye üyelik durumunda Türk tarafının parlamentoda yine iki sandalyesi mi olacak?
Dahası, AB’nin yardım ve alt yapıya yönelik yatırımları iki topluma nasıl üleştirilecek? Hangi kıstaslar dikkate alınacak?
İki bölge arasındaki ekonomik, sportif ve sosyal ilişkiler nasıl kurulacak? Kuzey ve Güney, Türk-Rum federe kanatlarının dış dünyada temsil yetki ve işlevleri hangi kıstaslara göre belirlenecek? Ve ilahi… (Eğer bu konular hale yola bağlanırsa ki geçmişte bazı konular üzerinde uzlaşma sağlanmış ancak Anastasiadis onları yok sayıyor, sıra toprak konusuna gelecek ki kıyamet de o zaman kopacak!)
DEMEK İSTEDİĞİMİZ ŞUDUR: Self determinasyon hakkını kullanan Kırım Rusya’ya bağlandı. Ukrayna kaynıyor, Rusya burayı da yuttu yutacak! Nato böyle bir olasılığa en sert şekilde cevap vereceği uyarısını yapıyor.
Hiç yazmaya gerek yoktur. Orta Doğu alev yanıyor, fokur fokur kaynıyor. Irak’ın durumu berbat! Suriye olduğu gibi savaş meydanına döndü! İsrail dur durak bilmiyor kim yan gözle bakarsa ense kökünde bitiyor. Türkiye Ortadoğu enerjisini borularla üzerinde toplayıp AB’ye sevkiyatların mutlak sahibi olmak için çabalıyor, Rum’un doğal gazına bu nedenle ipotek koyuyor.
Ve Kıbrıs tüm bu hengâmelerin göbeğinde “barışçı çözüm” arıyor! Daha doğrusu Türk tarafı arıyor, Rum gevezelik yaparak zamana oynuyor.
Diyelim ve noktayı koyalım: Kıbrıs sorununu 1974’ten hemen sonra çözebilselerdi çözüm olurdu. Yürüyüp yürümediğini de kırk yılda elbet görürdük. Ancak aradan kırk yıl geçti. Kim ne derse desin, artık çözüm kolay değildir çünkü hem Güney hem de Kuzey kendi yönetsellikleri, ekonomileri, coğrafyaları ile kemikleşip “yerleşik düzen” yaratmışlardır. Bu “düzeni yıkıp yerine yeni düzen ikame etmek” adada sadece yeni gaileler, belki kavgalarla kanlı bıçaklı olaylar yaratır!
**********
KKTC’DEKİ SANAYİCİLERİMİZ VE KALİTE İLE GÜVEN YARATMA OLAYI
Geçen hafta Sanayi Odası’nın genel kurulu yapıldı. Tabii her genel Kurulda görüldüğünce “yakınmalar” yine gündemin en önemli bölümünü teşkil etti! Hemen hemen bütün konuşmacılar “müzakerelerden” söz ettiler, bütün konuşmacılar çözüm ve çözümsüzlük faktörlerini değerlendirdiler, bütün konuşmacılar “girdi maliyetlerinden” şikâyet ettiler…
Abartmış olsak da haberlere topyekûn baktığımızda bizde yarattığı imaj bu olmakta. Yalnız konuşmacılardan TC Büyükelçisi Halil Akça KKTC sanayine farklı bir gözlükle baktı. Çok kısaca söylediği şuydu: “Standartlar konusunda devlete önemli görevler düşüyor… Kalite güvencesi önemlidir…”
SORUNU AÇALIM: Zaman zaman bazı eş dostlar Güney’e geçerler alışveriş yaparlar, onlardan işitiyorum, Rum çarşısı berbat! Turizmi iyice yan yatmış! Yerli AVM’ler batmış, ayakta kalanlar hep dıştan yatırımlı bazı ünlü markalar!
Kısaca bir zamanlar imrenerek ve kıskanarak baktığımız Rum ekonomisi çöktü! Demek ki enten püftendi! Rus’un kara parasını aklamakla ekonomi ancak bu kadar olurdu!
Konuya dönelim. O tanıdıklar bazen bana sevdiğimi bildikleri için Rum’un yerli imalatı olan peynirlerinden getirirler. Bir arkadaş da geçen gün Keo birası ikram etmişti.
Sadede geleyim: 1974’ten önce de biliyordum. “O Keo birasının tadı 1951’den beridir hiç değişmedi hatta daha güzel oldu… O peynirleri, az tuzlusu, tuzsuzu ile Hollanda peynirleri ile yarışmaya devam ediyor. Hafif içeceği olan KEAN’ın 1950’lerden kalma onca kanlı olaylara, ekonomik krizlere karşın hâlâ imalatı devam ediyor, hep çocukluğumda içtiğim gazozu ayni kalitede. Kokakola’sı o kadar aslına uygun imal ediliyor ki zaman zaman Amerika eğitmek gereğini duyduğu yeni işletmecilerini Güney’deki Kokakola fabrikasına gönderirmiş…
Kısaca ekonomik yönden batıp gittiği halde Rum’un türlü çeşitli yerli ürünleri şarabından peynirine, küçük sanayisinden montaj sanayisine kadar “medarı iftiharı” olarak ayakta durmaktadırlar. Ticaret erbabımız, sanayicilerimiz bunun nedenlerini elbette çok iyi bilirler. Biz hasbelkader yazalım diyoruz:
Öncelikle “ticaret ahlâkı.” Hani şu dillerimizden düşürmediğimiz “etik” lafı var ya? İşte o lafın hakiki sahibi Güney’deki ticaret erbabı, sanayici, turizmcidir.
Sonra Akça’nın vurguladığınca “kalite.” Ki eğer değişecekse “daha iyisi daha güzeli” için değişir…
Ve standartlar. Asla ödün verilmez. Ne bir gün öyle ne bir gün böyle.. Bu da ticaret ahlâkı yanında “ciddiyet ve titizlik” demektir. Ve daha bir önemlisi Rum taciri için müşteri “velinimettir!” Rum müşteri ise önce kendi yerel ürününü tercih eder.
GELELİM BİZE: Çok kısaca hâlâ piyasaya topraksız patates süremedik! Kooperatifin hellimlerinden öte hiçbir hellim uzun süre ayni kalite ve standartta değildir. Küçük sanayi dediğimiz olayın ise iç piyasamızdaki yerine baktığınızda sadece yıllardır sabırla direnenlerin, kaliteyi öne çıkaranların ayakta kaldıklarını görürsünüz.
Kısaca devletin tutun ki girdi maliyetlerini düşürmek gibi görevleri vardır ama “sanayicinin, üreticinin de yerine getirmesi gereken bir o kadar görevi vardır, en önemlisi güven yaratmaları gerekmektedir…
**********
KISACA TAKILDIĞIMIZ: (KİM KAZANIR? KAYALP MI ARTER Mİ?)
Mağusa’da önce DP-UG adayı iken sonradan UBP’nin de oylarını almak için “bağımsız olarak katılacağım” diyen İsmail Arter ile CTP’nin adayı Oktay Kayalp yarışacaklar. Kim kazanır dersiniz?
Hesap ve kitap diyor ki UBP ile DP-UG’nin oyları Arter’i çıkartır sandıktan. Fakat akılla mantık da şunu söylüyor: Daha geçen gün iki bin kişiyi en lüks otele taşıyıp yediren içeren… Binlerce aileyi otobüslerle Rum tarafına taşıyıp lokantalarda ikramlarda bulunan… Her ay rutin olarak doktoru hemşiresi ile yaşlı insanların evine gidip muayenelerini yaptırtan… Mağusa’ya kanalizasyon, arıtma tesisi kazandıran… Tüm eski su borularını yenileyen… Bırakın belediye çalışanlarını ödemekte güçlük çekmesini, üstüne üstlük günü saati geldiğinde 13. maaşlarını bile ödeyen…
Haftanın hemen her günü evlerin önündeki çer çöpü bir tamam toplayan…
MAGEM gibi gençliği bir araya getiren spor tesisleri yapan. Rauf Raif Denktaş Kültür ve Sanat binasının oluşmasında katkısı bulunan… Vesaire hizmetleri ile Kayalp’ı bu seçimlerde de devirmek kolay değildir.
Tabii ekleyelim. Nedense onca dönemden sonra belediye başkanlığını rizikoya atarak ve elin Galanos’una Mağusa Belediye Başkanı dedirtirken kendine de “sözde” sıfatının takılması gibi abuk olaylar yaratan Kayalp’ın siyaset gaflarını unutmuş değiliz! Nasılsa “Birleşik Kıbrıs efkârı ile Maraş sendromu Kayalp’a da musallat olmuş! Yine de zor veya kolay başkanlığı alır diyelim… Tabii CTP’den kazık yemezse!