Kıbrıs siyasi sorunuyla, Rum tarafının baskıları ve AB’nin ambargolarından kaynaklı pek çok sıkıntılarımızla zafiyetlerimiz vardır.. Fakat 44 yıldır küçük bir topluma reva görülen bu siyasi tutumu ve insanlık dışı muameleyi BM’lerle AB’ye “işte hallerimizle mazlumiyetimiz” diyerek anlatamadık!
KISACA “propagandadan” söz ediyorum! Ki adadaki varlığımızın garantörü olan Türkiye bile önüne gelenle kavga etmekten fırsat bulup da Kıbrıs Türk halkının bu sorunlarını dünyadaki en iyi dostlarına bile anlatamamıştır!
BU nedenle geçtiğimiz günlerde BM’ler ve ABD’ye giderek Kıbrıs sorununu anlatan Özersay’ın propaganda mahiyetli türlü çeşitli temaslarını bir başka ifadeyle “siyasi davamızı” anlatmasını çok önemsedik..
Ki temas kurduğu siyasiler arasında AB’denin Başakan yardımcısı Rusya danışmanı Hill de vardı, Avrasya işlerinden sorumlu Bakan yardımcısı Mitchell de vardı..
(Bu yetkili ve üst kademe görevlisi politikacılar bizim adlarını bile işitmediğimiz yetkililer olsalar da hepsi de siyaset sahnesinin dünyasal insanları!)
Onlara Kıbrıs Türk halkının bir “devlet” olarak hakkı hukuku olduğunu anlatıp anlamalarını sağlamak bile başarımız olmalıdır!
(Nitekim Başbakanlığı döneminde Ferdi Soyer de Kıbrıs’ta hakkı hukuku ve tarihi ile bir Türk devleti olduğunu anlatmak gereğini duyduğunda sürdürdüğü propagandasıyla az kalsın o dönemin Almanya Başbakanı Shöder’in ve hükümetinin bizi siyasi yönden tanıyacağının son kertesine gelmesini başarmıştı..)
YANİ hele iyi anlatırsan anlarlar.. Yanına siyasi ve ekonomik çıkarları da koydunuz mu önünüze barikat diye Trumb’ı dikseler aşarsınız!
Özersay’ın AB ve BM’lere yönelik son ziyaretlerini bu nedenle önemsedik..
ÖTE yandan: Bir süredir Özersay’ın çözüme giden yolu arızalarından temizlemek için Güney-Kuzey ilişkilerinde işbirliğinden söz etmesini de önemsiyoruz..
Öncelikle ayni adada iki komşu olarak yaşarken kaçınılmaz süreçte hem enerji hem insani hem de ekonomik yönden işbirliğini getirecek ikili ilişkilerin kapılarını açabilmeliyiz.. Ki bu “işbirliği” ayni zamanda Türk-Rum halklarının adanın siyasi ve ekonomik güvenliğinin sağlanmasına da büyük katkısı olacaktır… Kısaca eğer bu adada iki devlet varsa “yapıcı ve barışçı komşuluk ilişkileri de olacaktır…”
**********
- CUMHURİYETE NE DERSİNİZ?
Hangi koalisyon dönemiydi unuttum.. Ancak KKTC’nin ömrü billah hayır yüzü görmediği gerçeklerde yine sıkıntı ve yokluklarla boğuşulurken, “siyasetle demagojinin” öne çıktığı politika arenasına baktıkça, “biz, bu KKTC’i mi bırakacağız gençlerimize” diye hayıflanıyordum..
O yıllarda “hangi KKTC” sorusuna verdiğim cevap “hasta KKTC” idi! Bugün de değişmeyen süreçte hâlâ bu hasta KKTC” yi tedavi etmeye uğraşıyoruz!
NİTEKİM O yıllarda diyordum ki gelin “ikinci Cumhuriyeti kuralım!” Her yönü ile ama.. Tabi salahiyetimizi aşan bu öneriyi “işkembei küpradan” atmıyordum! TC’de de yıllarca süren benzer tartışmalardan etkileniyor, “reformlar gerçekleştirilsin” denirken iyileştirmek için takılacak sağlıklı “uzuvların” da bu hasta bedende kısa sürede bozulacağını falan yazıyordum…
Ve ekliyorum. “O halde “devrim niteliğinde değişimler olmalı, 2. Cumhuriyete kapı açmalıyız!”
TABİ ütopya olarak kalan bir temenniydi! Öyle de hadi gelin şimdilerin artık her Allahın günü sıraladığımız sorunlarıyla memleketin haline bakın! Ki yıllarca artık kaçıncısı olduğunu karıştırdığımız “TC ile imzalanan “mali ve ekonomik protokolleri” bile uygulamadığımızın hatırlatmasında!…
TC’den iki kuruşluk yardım almak için Ankara kapılarına yüz sürüyoruz!..
Üç gün yağmur yağsa sellerinde sürüklenip boğuluyoruz!..
Çevre kirliliğinden kurtulamanın aczinde poşetleri para ile satın alıyoruz!
En pahalı elektriği harcıyor en pahalı et süt ürünlerini satın alıyoruz!
KKTC’i kurmuşuz alt yapısını oluşturmamışız!
En önemlisi ve kısacası “ne devlet bizden memnun ne biz devletten!..”
UZAR gider! Fakat hâlâ bu KKTC’i öyle geldi böyle gider tevekkülünde “hantal ve Merkeziyetçi sistemiyle çekiştirip götürmeye çalıyor muyuz?. Hem de bir karış ileri gitmediği halde..
Öyleyse gelin “2. cumhuriyeti” “Başkanlık sistemi” ile devreye sokalım ..
Tabi bu konunun “nasıl” sorusuna cevap verecek ne yeterli bilgiye sahibiz ne de salahiyete! Ama artık “KKTC’nin” bu parlamenter sistemle üstelik sürekli koalisyonlarla ki sonunda dört parti bir araya gelip ancak hükümeti kurdu; yürüyemeyeceği de kendinden ispatlıdır..
Kısaca bir de “Başkanlık sistemi” denense kıyamet mi kopar? *******
KISACA TAKILDIĞIM: (HERKES İLERİ BİZ GERİ!)
Rum’un o taraftan bu tarafa geçmek isteyen turistlere engeller koyduğu izin vermediği için şikâyetçiyiz..
Bunların arasında bölgemizde “yatırımları” bile olan İsrailli turistler de var. Onlar da geri çevriliyorlarmış..
PEKİ o zaman yanıp yakınacağımıza bu Yahudileri biz kendimiz taşısak ya KKTC’e! Ki bildiğimce adamlar finansmanını kendilerinin karşıladığınca Mağusa limanındaki eski gümrük binasını restore ettirdilerdi, yıllardır kapalı ve atıl durur..
Turizm bakanımız İsrail ile KKTC arasında feribot seferleri başlatacaktı lafta kaldı!
Oysa bu toplum daha 1960’larda İsrail’den Mağusa limanına feribotlarla gelen Yahudi turistlerini Lefkoşa’daki Saray otelde ağırlardı…
Yani? Herkes ileri biz geri!