Beş on yıl sonra 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtını belki o dönemlerin “olaylarıyla” hatırlayanlar olacaktır.. Fakat o günleri “bizzat savaşarak yaşayanlardan kaç kişi kalacaktır ki aramızda?
Buna karşın “tarihi gerçeği” kimseler değiştiremeyecektir.. Ne “Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve egemenlik savaşı” olarak tarihe kazınmış öneminde ne de Kıbrıs Türk halkının Kuzey’de yeniden kurduğu “vatanı” gerçeğinde..
Çünkü yaşanıp yazılan “tarih” ne ikinci defa tekrarlanır ne de ikinci defa değiştirilir!
Nitekim 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı dün ne idiyse, bugün de odur..
NE var ki bu tarihi gerçeğe karşın kırk üç yıl sonra bile hem de kurduğumuz devlete karşılık yazboz edip, yerine “yamalama” bir “federal çözüm” koyma siyasetlerinde abese iştigal ediyoruz! Şöyle ki:
Rum tarafı 1974’ün rövanşını tekrar Kuzey’e dönerek ve çoğunluğuna dayalı bir federal sistem oluşturarak almak peşinde koşarken…
Türk tarafı da Güney’deki Rum tarafıyla nasıl bir federal sistemde “birleşik Kıbrıs’ı” oluşturacağının heyamolasını çekiyor!
ÇÜNKÜ: 1974 Barış Harekâtı ile sonrası süreçleri “idealize”edemedik! Nitekim 43 yıldır hâlâ nasıl bir çözüm olmalıdır tartışmasını yaparken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kalıcılığı konusunda bir ulusal konsensusa bile varamadık! O kadar ki 2004’de kendimizi Annan planına teslim ederken, “Cenevre konferanslarıyla da Guterres planına az kalsın yenik düşürülüyorduk!
HEM de 1974’den sonra onca değişimlere, Kuzey’de kökleşmemize karşın! Nitekim “1974 Barış Harekâtıyla birlikte dünyada ilk kez Türkiye dışında ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde bir Türk devleti oluşturma fırsatını bile, sanki barış harekâtını Rum toplumuyla federal bir sistem kurmak için gerçekleştirmişiz gibi birleşik efkârında federalizmi gerçekleştirmenin peşinde koşmaya başladık!
ŞİMDİ ne desem bilmem ki? Yazık oldu 1974 Barış Harekâtına mı? Onca şehidimize, öncesi mücadelelerimize, yakılıp yıkılan köylerimize, yitip giden istikbalimize, göç yollarında eriyip, jenosit hareketlerinde kıyılmamıza.. Gerçekten yazık oldu diyerek hayıflanayım mı?
Çünkü onca felaketi onca ezgi cefayı yaşamadan da bu ülkede “birleşik Kıbrıs efkârında federal sistemi” gerçekleştirebilirdik!..
Böylesi düşüncelerde feleğimi şaşırırım! Usum kaçar!.. Kırk üç yıl öncesi barış harekâtının nesini kutlayım ki?
**********
ŞAHALİ’NİN AÇIKLAMALARI VE YENİDEN DÜŞÜNDÜKLERİMİZ!
Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı genç kuşak insanımız Erkut Şahali’yi öncesi bakanlığı döneminde de beğenirdim.
Ayakları yere basan bir Bakan.. Sorunları çözmenin vazgeçilmez koşulunda “problem şuuruna” sahip..
Geçen gün bir gazeteci refikimizle yaptığı röportajı okudum. Kaba başlıklarıyla aktarmam gerekirse ta dedemin zamanından kalma sorunlar hâlâ devletin kamburunda dolayısıyla halkın zararına, yıllardan yıllara taşınarak bugünlere kadar gelivermişler..
VE hâlâ çözümlenemiyor, aksine son günlerde yeniden gündeme gelen Kıb-Tek gibi kurumları da yanına alarak katmerleniyorlar!
İnsanı da fena halde düşündürüyorlar: “Yoksa bu devletçilik oyunundan vazgeçip kendimizi TC’e mi yamalayalım yoksa Güney’e mi” karamsarlığında!
MESELA diyor ki Şahali, “hâlâ bir su politikamız yoktur! TC’den akan suyla tarım yapılacağına yönelik söylentiler de yanlıştır. KKTC’nin nitelikli su ihtiyacı 210 milyon metre küptür. Oysa TC’den gelen su 75 milyon metre küptür…”
İŞTE size sadece bugünün yada dünün değil; yarının da sürüp gidecek olan büyük sorunu.. Yani KKTC susuz bir coğrafyadadır!
ŞİMDİ bu cümleden hareketle gelin geçmişe bir daha bakalım.
TC’den su akıtılması olayı rahmetli Demirel’in Başbakanlığı döneminde planlandıydı değil mi? Biz gazeteciler Ankara’da ziyaretine gittiğimizde rakamlarla fakat büyük heyecanla akacak suyu anlattıydı bize…
YA BİZ? O yıllarda hatta şimdilerde de “bu su gerçeğine” karşın ne yaptıktı, Demirel’in “sulu karikatürlerini” yapmaktan, suyunu da al git demekten başka!
Suya hangi sahipliği koyduktu! Hangi katkıda bulunduktu? Hepsini geçtik hangi inancı çaktıktı!
ESKİ yaraları kaşımanın bir anlamı yok ama ille de memleketin sorunlarına sahip çıkmak için (artık yılda bir defa erken seçim yapıp) iktidara gelmek mi gerekir?
YANİ bu devlette “devamlılık” yoktur demek istiyoruz! Mesela diyor ki Şahali “narenciyede de sorunlar vardır. Hem pazarlama hem su yönünden!”
Şimdi gelin “yukarıdaki su yakarışımızı narenciyedeki su sorunu ile bağdaştırın bakalım bağdaştırabilir misiniz? Sonuçta ne diyeceğiz? “Hem kör hem fodul’uz!..”
TABİ ki umutsuz değiliz.. Mesela Kooperatifçiliğe inanmış bir Tarım Bakanı görüyoruz. Yada tarım sektöründe çalışanların sorunlarının giderilmesine yönelik yasa çalışmaları var.. (Ki yıllar önce çımalıydı o yasalar!)
NİTEKİM diyor ki Şahali “maalesef diğer işkollarında olduğu gibi tarım sektöründe de yabancı işgücü hakim…”
Biz köylülerimiz, gençlerimizle tarım alanlarını çoktan terk etmişiz, çalışacak insan kalmamış.. Üçüncü ülkelerden gelen siyahileri bile çalıştırıyoruz şimdilerde.. Rahmetlik İsmet kotak “tırnaklarını toprağa geçiren Kıbrıs Türk halkından” söz ederdi sık sık.. Ve Kooperatifçiliğe tapardı..
Şimdilerde hani toprak hani kooperatifçilik? Neyse ki Şahali da inanıyor Koop’lara.. Birgün yeniden “kalkınmanın mihengi olur” umudumuzu da zaten hiç yitirmedik..
KISACA: Bu devlete her yıl yeni bir koalisyon hükümeti değil,isikrarın sağlanması için “devamlılık” gerekir.. Bir de “Başkanlık” tercihinde sistem değişikliği..