ÖNCE “ÖZÜR” BORCUMUZU ÖDEYELİM
Bu kez de ADSL’nin şerrine uğradık! İki gündür sayesinde internete giremiyorduk. Dolayısıyla yazılarımızı USB’e aktarıyor, interneti uyduya bağlı bir arkadaşımız vasıtası ile gazeteye gönderiyorduk.. Arkadaş yanlışlıkla daha önce yayınlanmış bir yazımızı pastaladı! Utanıp sıkılsak da olan oldu. Özür dileriz.) **********
Geçen hafta 1 Nisan 1955 yılında EOKA’nın ilk bombalarını patlatarak nasıl harekete geçtiğini, İngiliz’in tutumunu, “EOKA’cıları” avlamak için Türk’lerden paralı askerler oluşturulduğunu, Orta okulun üçüncü sınıfında bir öğrenci iken bu paranın yüzü suyu hürmetine Special Constable yazıldığımı anlatmış, “gelecek hafta devam ederim” demiştim…
1955’LERDE NELER OLUYORDU: EOKA resmen bir bir terör örgütü olarak harekete geçiyordu. “Etniki Organosis Kibriakin Ağonan.” Yani “Kıbrıs’ın milli Mücadele Teşkilatı.” Amacı Kıbrıs’ı İngiliz sömürge idaresinden kurtarıp sonra self determinasyon hakkını kullanarak bir referandumla Yunanistan’a bağlamaktı. Buna “Enosis” diyorlardı…
Tabi EOKA’yı bu kadar dar anlatım içinde ifade edemeyiz. Ancak Köşemizde yazdıklarımız akademik değil sohbetimizdir, sadece yaşayıp gördüklerimizi yazıyoruz… O dönemlerde EOKA’nın terörüne “tethiş hareketi” diyorduk. Yer yer bombalar patlatıyor, mahallelerde yollarda, köşelere saklanan “tetikçileri” İngiliz ailelerini hedef alarak kurşunluyorlardı… (Nikos Samson da bu tetikçilerden birisiydi. Maraş’ta bir Arabı (galiba Lübnanlı idi) en kalabalık yerde kaldırımın üzerinde tabanca ile vurarak öldürdüydü ki ben de az ileride ve yolun diğer tarafındaydım, olayı film seyreder gibi izlediydim…)
Önceleri bu saldırılar yoğun değildi. Sadece Rum halkının okuyup mücadeleye katılması için “EOKA ile ilgili açıklamalarda bulunan ve adanın Yunanistan’a bağlanma hedefi ile kurulduğunu duyuran broşürler atıyorlardı.”
Zaten her Pazar kiliselerinde yeminli papazlarının Enosis’le ilgili vaizleri ile bilenen Rum halkının, böylesi broşürlere ihtiyacı olmamalıydı ama “EOKA Teşkilatı” varlığını duyurmak için bu yolu seçmiş olacaktı.
İngiliz Sömürge İdaresi ilk tedbir olarak adanın her yanında gençlerden oluşan “Special Constable” yani “özel fakat sivil kıyafetli polis servisi” oluşturduydu. Görevleri kentlerde kalabalık yerlerde “devriye” yapmaktı. O zaman buna “patrol yapmak” diyorduk. Görevleri şuydu: EOKA ile ilgili broşür dağıtanları, atanları, yahut “Eokacı” olduğundan şüphelenilen kişileri Polis Merkezlerindeki yetkililere gidip bildirmek. Tabi bu konuda “açığa çıkmamak, bir hafiye gibi kendini gizlemek” gerekiyordu ki “ava giderken EOKA’cılar tarafından avlanılmaya!
MAĞUSA’DA “USTAMIZ” CAFER’Dİ: Soyadını bilemeyeceğim. İş Bulma Dairesinde üst kademe memurlarındandı. Rumcası müthişti. Zaten çok sonraları Bayrak Radyosunda “Elekko ile Caher”i de yaratıp yapandı.
İşte bu Cafer efendiydi “ustamız.” İngiliz yetkililer Türklerden oluşacak Special Constable Birliğini kurma sorumluluğunu Cafer’e vermişlerdi. Rahmetlik Amcam Hasan İskeleli de (Korudağ) Mağusa Polisinde çavuştu, o da kendisine EOKA’cılar konusunda bilgi aktarılan sorumluydu zaten beni de çocuk olduğum halde polis yazan Amcamdı…
Kırk elli kişilik bir “birliktik.” Çoğumuz Namık Kemal Lisesi öğrencileriydik. Hatırladıklarım Rahmetlik olmuşlardan İsmet Kotak, İsmet Cin’di. Abdülkerim, Paşaoğlu, Mustafa Başar gibi arkadaşlar da vardı…
Sekiz saat esasında görev yapıyorduk. Sabah toplanıyor, “ustamız” dediğimiz Cafer efendi bizi “postalara” ayırıyor ve Maraş’ta hangi mahalle ve yollarda “gözcülük” yapacağımızı söyledikten sonra dağılıp görev yerlerimize gidiyorduk…
Rahmetlik İskeleli sık sık, “be çocuklar diyordu. Sakın EOKA’cı yakalayacağım diye kendinizi tehlikeye atmayın, bir tarafta oturun yahut dolanın, kapın İngiliz’in parasını” diyerek bin nasihatte bulunuyordu!
Para da paraydı! Günde bir Kıbrıs lirası alıyorduk. Ayda otuz lira. Ben yaşı en küçük olanlardandım. Kısa pantolonum, atlet fanilamla beni görenler olsa olsa “sokak çocuğu” sanırlardı! Tabii bir yandan da yeni yeni ergen oluyoruz, Maraş yollarında kadınların kızların peşlerinde koşturmaktan fırsat bulup da kim arar kim sorardı EOKA’cıyı!
FAKAT: Gün gelir, biz arayıp sormayız ama onlar bizi arar sorar! Ve bir gün Abdülkerim ile Ali velespitçi Anortosis kulübünün yanından geçerlerken ikinci kat balkonundan EOKA’cıların attığı bir bomba ile haşat olurlar! Ali bisikletçi (Mesleği bisiklet tamirciliği idi) anında ölürken, Abdülkerim de ayağından feci şekilde yaralanır…
Bu olay “görevimizi tehlike yapsa” da otuz lira aylığı yitirmemek için “devam” deriz…
Ne var ki ok yaydan çıkmıştır. Bir öğleden sonra paydos etmiş surlar içindeki evime dönüyorum. Üç Rum genci şimdilerde Mağusa Kooperatifine ait Buz Fabrikası olan yerde (o zamanlar oraları hep bahçelikti) peşime düşerler. Fark ettiğimde korkuya kapılırım ama telaş etmemeyi nasılsa öğrenmişim yürümemi hiç değiştirmeden yoluma devam ederim. Bir bahçenin kenarından dönerken de kendimi portakal ağaçlarının içine atar ve tam ters istikamette Maraş’a doğru koşmaya başlarım. Sonra da İtfaiye Servisinin yanından Polise sığınırım…
Amcama “artık ben bu işi yapmam” derim ama “deli olma be” der. Gel seni içeri alayım.” Bu kez görevim Polis’in önündeki yola konan barikatlardan birinde insanları yokladıktan sonra demiri kaldırıp indirerek geçmelerine izin vermektir. Bu yoklamanın nedeni de şudur: EOKA’cılar hatta EOKA’ya mensup Rum polisler sık sık polisin içinde bombalar patlatmaya başlamışlardır… Dolayısıyla polisin giriş kapısı yeniden takviye edilerek içerden bir de peki konmuştur. İşte benim bir öteki görevim de o kapıda durup gelen ve giden kim olursa olsun önce üstünü yoklayıp sonra pekiyi açmak ve geçmesine izin vermektir! Bunu yapan “ben” ise dikkatinizi çekerim, Kısa pantollu bir çocuktur!
Nitekim bir sabah kıyamet kopar: Polis’in İngiliz Komutanından sonra en yetkili Rum Komutanı bir sabah kapıya dikilir. Pekiyi çeker kapıyı açarım ama adam içeri girerken “stamada” diyerek yoklamak için adamın üzerine saldırırım! İlle de yoklayacağım, çünkü bana verilen emir böyle! “Kim olursa olsun yoklayacaksın. Hatta komutan olsa bile” dediler ya!
Adam adeta bönürerek ağzından salyalar akıtarak öyle bir tepki gösterir ki bağırtısından etraf gümbür gümbür eder…
Uzatmayalım. Rum komutan beni şikâyet eder, İngiliz Komutanın önünde mahkeme oluruz! Amcam tercümanlığımızı yapar. İngiliz komutan beni haklı bulur!
İŞTE İNGİLİZ BUDUR DERİM: “Çarıklı, kısa pantollu, iki paralık bir ortaokul öğrencisine koskoca bir Rum polis komutanını yoklattıran İngiliz!”
Rum’un önce haysiyetini kırar! Ardından belini! “Sen beni istemez, hayatıma gasp eder, terör estirirsen ben de seni bir çocuğa bile işte böyle harcatırım…”
Üç aya yaklaşan süre Special Costable olarak çalışırım. Zaten okullar açıldıkta bu “özel birimin” yerine Oksidari, daha sonra “Komando birlikleri” oluşturulur..
VE BİR BAŞKA GERÇEĞE DEĞİNEYİM: Geçen hafta EOKA hareketini anlatırken araya bazı düşünce ve yorumlarımı katmıştım. Geçtiğimiz gün medyada bir haber vardı. Bir Alman Anayasa uzmanı “Kıbrıs sorunu Enosis ile başladı” diyordu…
Doğru bir teşhisti ve yerden göğe kadar haklıydı! Enosis “bizimkiler” kabul etmese de hâlâ Rum liderliği, halkı, kilisesi ve Yunanistan için bir “Meğalo İdeadır” Çözüm olsa da bu ideallerinden vazgeçmeyeceklerdir..
Bunları inadına ve sırf lafazanlık olsun diye yazmıyorum. Rum için adadaki Türk halkı öteden beri azınlıktaki bir cemaatti bugün de öyledir! Çözüm de kendi çoğunluğuna dayalı bir egemenlikle mümkündür ki zaten bunu başarmış, müzakerelere “tek egemenlik” başlığını koymuştur! Müzakerelerin seyrini de işte şimdilerde bu “tek egemenliğin sahibi olmaya” kanalize etmek için çalışmaktadır!
EOKA: Belki artık yoktur. Fakat “ruhu” ile “amacı” inanıyorum ki hâlâ Rum halkında yaşamaktadır. Zaten çözüm de bu nedenle olmamaktadır!