Ele alınan konuları yönünden “müzakerelerin” “seyrini” anlamış değilim. Mesela geçen günkü Kudret Özersay’la Mavroyannis arasındaki görüşmelerde yine Özersay’ın açıklamasından öğreniyoruz ki “Federal Kıbrıs içinde Kurucu Devletlerin AB ile ilgili az problemli konular tartışılmış ama birincil hukukla deregasyonlar görüşülmemiş…”
Buna karşılık: “AB’deki konuların hangi Kurucu Devletin yetkisinde olduğu. Karalarının kimin tarafından verileceği. Birleşik Kıbrıs’ı AB organlarının içerisinde Federal Hükümet yerine zaman zaman Kurucu Devlet Bakanlarının nasıl temsil edilebileceği.” Gibi konular derinlemesine görüşülmüş…”
Ben bip haberler karşısında klavyenin başında şaşkınlık duyarım. Nedeni şudur: Bildiğimizce biliyoruz ki “kurucu devletler” sorunu masadadır ve “statüleri” tartışırken Rum tarafınca nüfus çoğunluğu ve azınlığı öne çıkartılarak Türk tarafının istediği “siyasi eşitlik” dışlanmaya çalışılmaktadır!
Rum’un bu muzırlığına müzakerelerin seyri içinde tanık olurken, “siyasi eşitlik” olup bitmiş gibi iki Kurucu devletin AB de ile ilgili hangi konularda yetkili olacaklarının tartışılması, doğrusu ya, bana “abese iştigal” gibi geliyor!
Nitekim ayni sıkıntıyı zaman zaman “Köşeme” taşıdığımca “harita konularında” da duyarım. Çünkü eğer bildiklerimiz doğruysa Rum tarafı neredeyse Kuzey’in yarısının iadesini istemektedir. Artı, yönetim mekanizmasının da nüfus oranına göre ayarlanması ısrarındadır…
Bu sorun çözülmeden yani “devletin üzerine kurulacağı Türk Rum toprakları belirlenmeden ve de eğer “iki ayrı devletçik” olacaksa, federal sistemdeki anayasal yetki işlevleri saptanmadan, mesela iki Kurucu Devletin AB ile hangi konuları paylaşacaklarının masaya getirilmesi bana biraz da “boşuna zaman harcamak” gibi gelmektedir! Velev ki üzerlerinde anlaşmaya varılsa da!
ÇÜNKÜ: Biliyoruz ki tüm konularda anlaşmaya varılmadan “anlaşmış sayılmamak” gibi bir prensip kararı vardır… Tutun ki bu durumda tüm başlıklar görüşülüp anlaşmaya varıldı ve de sona bırakılmış, “toprak, harita, nüfus” konularına sıra geldi. Biliyoruz ki Rum tarafı eğer gerçekten müzakereleri tüm anlaşmaya varılmış başlıkları ile birlikte dinamitlemek isterse, elinde tuttuğu bu “harita ve nüfus çoğunluğu silahlarıyla” Kuzey’i boş böğründen vuracaktır! Dolayısıyla bu konuda sağlanamayan uzlaşı nedeniyle öncesi tüm anlaşmalar da “kadük” hale gelecektir! Kaldı ki yine biliyoruz ki Anastasiadis “geçmişte üzerinde anlaşmaya varılan tüm konuları geçersiz” saymakta, her konu yeniden müzakere edilmektedir!
Tabii çözüm umutlarına” bıçak sokmuyoruz! Bir mucize olursa seviniriz. Ancak Rum tarafında böyle bir kabiliyetle cibilliyet göremiyoruz! Adamların niyeti “gaz” çıkana kadar vaziyetleri idare etmektir… Öyleyse bir de şu gitgide başlara bela olan “gaza” bakalım!
DOĞU AKDENİZDEKİ GAZ OLAYI ÇETREFİL HALE GELİYOR: Geçtiğimiz gün Rum Enerji bakanı tüm beklentilerin aksine “doğal gaz’ın yetersiz olması nedeniyle Güney’de bir “terminal” kurulmayacağını açıkladı. Anlayacağımız Doğu Akdeniz’den çıkacak Gaz Kıbrıs’ta depolanmayacak!
Nitekim ayni sıralarda bir haber daha yayımlandı: Noble-Delek ortaklığı İngiliz BG Grubu ile bir anlaşmaya vararak İsrail’e ait Doğu Akdeniz’deki gazı deniz altından borularla Mısır’a sevk etmek için “iyi niyet” mektubu imzaladı…
Oysa bu gazın Türkiye üzerinden geçmesi bekleniyordu. Malum Rum’un gazını da Amerika Noble şirketi çıkartacak… Tüm beklentiler hep Kıbrıs ve Türkiye üzerinde yoğunlaşırken Mısır’ın ansızın devreye sokulması tüm hesapları alt üst etti… (Tabii ki biz, çapımızı çok aşan bu gelişmeleri bilemeyiz. Sadece haberlerini değerlendirerek bir sonuca varmak istiyoruz.)
Bir: Rum’un Afrodit sahasında beklenildiği oranda gaz bulunmadı.
İKİ: AB’ye nakli için Türkiye’den başka alternatif yokken şimdi Rum’la ortak olan İsrail’in kendi gazını da Mısır’a sevk edeceği yahut çıkardığı yerde satabileceği olasılığı var.
ÜÇ: Nitekim artık Kıbrıs’a terminal yapmasına bile gerek duymuyor dolayısıyla Türkiye’ye karşısında hem gaz sevkiyatı hem siyaseten iyicene hafifleyip rahatlamış olabilir.
DÖRT: Bu durumda da Kıbrıs siyasi sorununun hem bir parçası hem de siyasi kozu haline getirilen gaz “gündemden” çıkmış olur! Bu da müzakerelerin seyrini değiştirebilir!
Tabi bu konudaki gelişmeleri beklemek gerekiyor ki olanları daha iyi anlayalım.
**********
CTP’DE NELER OLUYOR? (EVOLÜSYON MU ENFLASYON MU?)
Kavga büyük! “İddiaya göre Yerel Seçimlerde CTP’den bir grup, “eskidikçe kaşarlanan bir başka CTP’li gruba” kazık atmış!
Fakat işin doğrusu şu: Mesela Mağusa’da Genel Seçimlerden bu yanadır “mağlupların galiplere savaş açtığı” sadece CTP camiasının değil, siyasetle az biraz ilgilenen herkesin bildiğiydi! Ta seçimi kaybeden Sonay Adem’e “helvasını” gönderdikleri günden başlayarak!
Mesela berber Yahya’nın karşısındaki hisar altında muhaliflerin nasıl karargâh kurduklarını bilmek bir yana, zaten dumanları göklere yükselen mangallı kebaplı alemlerinden görünüyordu!
Öte yandan Kurultaylarındaki “eskiler yeniler” olayı da sır değildi!
Mesela Mağusa’da üç parçaya bölündükleri, Oktay Kayalp’in Galanoslu Maraş’ı Rum’lara iade etmek için çalışan Mağusa İnisiyatifi saflarında yer aldığını, yahut Mağusa İnisiyatifi’nin Kayalp’in safında yer aldığını da ortak etkinliklerinden görüyorduk…
Ve biliyorduk ki yerel seçimlerde Kayalp’e muhalefet yapacak bir Sonay Adem grubu vardır.
ANCAK: Geçmiş seçimlerde Oktay Kayalp tümden CTP’den aldığı oylarla muhalif rakip adayları karşısında 400 yahut 500 oy farkla yeniden belediye başkanı seçilirdi.
Bu son seçimlerde ise bin 997 oy farkıyla kaybetti! Bu kadar büyük bir oy farkını “muhalif CTP grubunun” yaratması mümkün değildir. Ne “Oktay Kayalp’e vermeyin de kime isterseniz verin” demiş olsalar ne de belirli bir başka adayı işaretlemiş de olsalar!
ÇÜNKÜ: Şunu da biliyoruz. UG’nin başını çeken Ahmet Kaşif öteden beri Maraş’ta çok etkilidir. Artı seçimden iki gün önce Eroğlu Maraş’a gitmiş Kıbrıs konusunda bilgilendirmede bulunmuş! Keza aile fertlerinin de İsmail Arter için büyük bir kampanya yürüttükleri bilinmektedir. Bütün bunları topladığınızda tutun ki Oktay Kayalp bir miktar CTP oyu kaybetmiş de olsa esasında “UBP-DPUG ittifakı karşısında yenik düşmüştür. Dolayısıyla CTP’nin CTP’ye bayda atmasını çok da abartmamak gerekmektedir.
GELELİM CTP’DEKİ KAYNAŞMALARA: Kendini yeniden mi yaratacak? “Evolüsyon”u bu nedenle başlık yaptım! Yoksa yaşadığı bu seçim bozgunu ile kaybedeceği “değerinden” dolayı “enflasyona” mı düşecek? Bir parantez açayım ve kendi üstümden bir iki örnekle durum vaziyetleri anlatayım.
Ben hiç UBP’li olamadım! Fakat Kıbrıs siyasi sorununa yönelik tutumundan dolayı CTP’li de olamadım! Fakat her zaman UBP’nin siyasi soruna yönelik tutumu ve CTP’nin sosyo ekonomik sorunlarla çalışanların haklarına yönelik gösterdiği hassasiyetine sempatilerimden dolayı, her iki partiyi de aralarına DP’yi de sıkıştırdığımca “karmacı tercihlerimin” partileri yaptım.
Ancak iki devredir izlediğim CTP ne sosyo ekonomik sorunların iktidarı olabildi ne de ülkede eline geçen iktidar erkini KKTC’de olumlu değişimler için kullanabildi! Tam aksine “Denktaş’ın KKTC’si deyip kaşındıkça” devleti yara bere içinde de bıraktı! Kıbrıs Türk Hava yollarının batması bu tepkisel yaklaşımların bir parçasıdır!
TC ile “ekonomik protokolleri” savsaklaması ispatıdır!
Son Anayasa değişikliklerini bile kendi partisine kabul ettirememesi aynalarda sırıtan gerçeğidir!
Yerel seçimleri kavgaya dönüştürmesi vaziyeti umumiyesinin resmidir! Falan…
ANCAK: Partilerin yönetici takımları varsa, tüm olumlu ve olumsuz gelişmelerden yetkili oldukları için sorumluysalar; CTP’yi bu seçimlerde bu tip olayların beklediğini bilmelerine ve “Anayasa Değişikliğini” halka kabul ettirememe başarısızlığına uğratmaları nedeniyle “yönetici takımın” istifa etmesi gerekir! Kaldı ki CTP’deki en büyük sorun “liderlik” sorunudur! Ya Talat’ı yeniden partinin başına getirirler yahut “eskilerle-yenileri” parti içinde bütünleştirerek misyona sahip yeni bir “liderlik kadrosu” oluştururlar.