MESELE NESLİ DEVAM ETTİREBİLMEKTE… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Pazar, Mayıs 5, 2024
Köşe Yazarları

MESELE NESLİ DEVAM ETTİREBİLMEKTE…

Başaran DüzgünBaşaran Düzgün

Şoför iki avcunu yukarıya kaldırıp dua etmeye başladı.

Şoför dahil hepimiz şaşkındık.


Basra körfezinin ucunda, uçsuz bucaksız bir çöldeydik.

Ve çöle yağmur yağıyordu.

“40 yıldır hemen hergün buralardayım ilk kez çöle yağmur yağdığına tanık oluyorum” diyecekti şoför.

Biz ise çölde yağmura tutulmanın şaşkınlığıyla ne yapacağımızı bilemeyecek haldeydik.

“Bereket bereket” diye bağırmaya başladı şoför.

Biz de gülerek” bereket bereket” diye yanıt verdik.

Çölün biz gündelik ziyaretçileri yağmur bereketini de getirmiştik beraberimizde.

Gelen sms mesajlarında Kıbrıs’ta seller akıyordu ve köy yolları kapanıyordu birer birer.

Biz ise binlerce kilometre ötede çöl ortasında kala kalmıştık 40 yılda bir yağan yağmur yüzünden.

“Bu bir işarettir” dedi gruptan biri.

Kendi aramızda çok konuştuk ama neyin işareti olduğuna ilişkin bir sonuca varamadık.

Neyse çöldeki beklenmedik yağmur kısa sürdü.

Sonra sohbete başladık.

“Senin ismin Ali öyleyse Şia’sın” dedim şoföre.

Şiddetle karşı çıktı.

“Biz Suniyiz ve Hanbeliyiz” dedi.

O topraklarda muhacirler (yabancılar) Şia imiş. Orijinal Araplar Suni.

Ve böylece öğrenmiş olduk ki “orjinalite” takıntısı bizim topraklara has değilmiş sadece.

Uçsuz bucaksız çölün ortasında bile peşimizi bırakmayacak şekilde.

 

 

 

***

 

1983 yılının Eylül ayı idi.

Bir arkadaşım ile birlikte ilk kez Ankara’ya ayak basacak olmanın heyecanıyla doluyduk.

Ben üniversiteye kayıt yaptıracaktım arkadaşım  kontenjan bakacaktı.

“Köyden indim şehre” modeliydik.

Bir adres vardı ama nasıl gideceğimizi bilmeden, elimizde tahta bavullarla, kocaman bir şehrin ortasında bulmuştuk kendimizi.

Yoğun bir kömür kokusu genzimizi yakıyordu.

Yanımızdan koşar adım geçip giden insanlara aksanını anlamadığımız bir dilde adres sormaya çalışıyorduk.

Etraf çelik miğferli, eli silahlı askerlerle doluydu.

Ve çok sayıda simitçi-boyacı!

Ankara bir yandan ağır hava kirliliği ile boğuşuyordu, diğer yandan 12 Eylül faşizmiyle.

Kıbrıs’tan çıkarken sıkı sıkıya tembihlenmiştik “aman sakın birşeylere karışmayın” diye fakat damarlarımda akan deli gençlik kanı rahat bırakmıyordu beni.

Zaman sonra bunun bedelini ödeyecektim ama o ilk gün ürkek bir güvercin gibi geçecekti.

Bilmediğimiz bir adrese götürülmek için bindiğimiz taksinin şoförü anlamadığımız bir dilde konuşacaktı bize.

Çok şaşıracaktık.

Türkiye’nin kalbindeydik, Türkçe’nin merkezinde.

Niye Türkçe konuşulmuyordu?

Taksi şoförü panik halinde “senin bıyıkları görünce bizim Doğululardan birisi sandım” diye izah etmek zorunda kalmıştı.

Öyle mi?

Türkiye’nin doğusu vardı ve orada bizim anlamadığımız bir dil konuşuluyordu???

 

***

 

Azametle akan Nil’in kollara ayrılıp Akdeniz’e döküldüğü yerdeydik.

İskenderiye’de.

Kilometrelerce uzanan muhteşem bir sahilin üzerinde dikilmiş boyaları dökük apartmanlar kentin nasıl da hor kullanıldığının kanıtıydı.

“Orijinal” sahipleri bir gece ortadan kaldırılmış da başka yerlerden getirilmiş gibi kalabalıklar vardı sokaklarda.

Fakirlik diz boyu.

Ve her köşe başında sakallı askerler.

Büyük İskender’den kalma muhteşem bir şehri O’nun komutanlarından Ptolemaios inşa etmişti.

Ve insanlık tarihinin en büyük kütüphanesini.

Yeryüzündeki bütün bitkilerin ve böceklerin orijinalleri ile birlikte tasnifi vardı Büyük İskenderiye Kütüphanesi’nde.

Önce Hristiyanlığı seçen Romalılar.

Sonra İslam adına fetihler yağan Hz. Ömer.

Ve nihayetinde bir dönem Kıbrıs’a da bulaşan Osmanlı Valisi Kavalalı Ali Paşa yerle bir etmişler.

2002 yılıydı ve yakılanın yerine inşa edilen için gitmiştik.

Bizimkisi mahcup bir misafirlikti.

Hz. Ömer Ali’ler ile uğraşandı, Kavalalı Ali ise Osmanlı’dan çaldığı Suni bayrağını İskenderiye’de dalgalandıran.

 

 

***

 

Kıbrıs Türkünün tek görevi bu topraklarda neslini devam ettirmek oldu.

Devasa güçlerle mücadele etti.

Boyunu aşan, hacminden büyük ve cismine  tehlikeli güçler.

1878’de kiralandı, 1923’te terk edildi, 1935’te “terk et” emri aldı.

Ama bu topraklara tırnaklarıyla tutundu.

Kiralanmasına, terk edilmesine ve  bu topraklardan koparılmak istenilmesine rağmen hep burada kaldı.

Hep buralı oldu.

Gün geldi İngiliz’e kafa tuttu, gün geldi Rum ile savaştı.

Sabretti ve tevekkülün en güzel örneğini sergiledi.

Utanç duyacağı süreçlerden de geçti.

Muazzam bir yağmanın parçası yapıldı.

Kuralsızlığın kural olduğu günlerde çeşitli suçlar da işledi.

Bu dünyada varolmak için kaderine neler yazılmışsa tüm toplumların, Kıbrıs Türkünün kaderine de onlar yazıldı.

***

 

Sözün özü: Herkes kendi kaderini yaşıyor.

Mesele nesli devam ettirebilmekte…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar