Mayıs ayının anlam ve önemi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

Mayıs ayının anlam ve önemi

Bekir AzgınBekir Azgın

Mayıs ayı birçok kuzey ülkesinde baharın gelişini simgeler. Günler ısınmaya başlar. Deyim yerindeyse, güneşin nazı çekilir olur.

Bizim buralarda, Mayıs, yaz sıcaklarının çöktüğü zamandır. Güneşin ne nazı çekilir ne cilvesi. Hele hele sivrisineklerin ve küpdüşenlerin.


Mayıs, öğrencilik yıllarımızın işkence ayıydı. 19 Mayıs Gençlik ve Spor Günü yapacağımız gösteriye hazırlanmamız için provalar yapmamız gerekirdi. Bu gösterilerin ne işe yaradığını anlamış değilim. Bir veya birkaç spor dalında müsabakalar düzenlenmiş olsaydı daha anlamlı olmaz mıydı?

Saatlerce güneşin altında yürümek, durmak bizlere Mayıs ayını da 19 Mayıs’ı da nefret ettirirdi. Ancak bunu kimseye söyleyemezdik.

İngilizler bizden akıllı değillerdi. İngiliz Okulu’nda öğrenciyken, bir gün, bir töreni izlemek için bizi Cirit Hisarı’na götürmüşlerdi. Lefkoşa henüz yeşil bir çizgiyle ikiye bölünmemişti.

İngilizler neyi kutluyorlardı anımsamıyorum. Zaten, biz Kıbrıslıları fazla da ilgilendirmiyordu. Sıra sıra hisarın üzerindeki korkuluğa oturduk. Kuşbakışı sahayı seyrediyorduk.

Biraz sonra İngiliz askerleri, Left-Right (Sol-Sağ) yaparak sahaya gelip dizildiler. Göğsünde renkli madalyalar taşıyan vali, yerinden kalkıp mikrofona geldi ve günün mana ve ehemmiyetine binaen (anlam ve önemini belirten) bir nutuk sallamaya başladı. Nutuk uzadıkça askerler fire vermeye başladı.

Önce çak-çuk diye bir metal sesi duyuluyordu. Sonra askerin tuttuğu tüfek yere düşüyor, en sonunda da askerin kendisi kıvrılarak yere seriliyordu. Yanındaki askerler hazır-olda duruyor, yerlerinden kımıldamıyorlardı. Koşarak gelen hasta bakıcılar baygın yatan askeri alıp götürüyorlardı.

Bir, iki, üç, biz artık metal sesine kilitlenmiştik. Sesin geldiği tarafa bakıyor ve peşpeşe tüfek ile askerin yere düşüşlerini seyrediyor ve eğleniyorduk. Sıcağa dayanamayıp bayıldığını gördüğüm ilk insanlardı. “Bunlar yarın nasıl savaşacaklar?” diye birbirimize soruyorduk.

19 Mayıs’ı atlattıktan sonra 29 Mayıs gelirdi. Bunda ne prova vardı ne de gösteri. Ancak üç aşağı beş yukarı aynı sözleri dinlemek zorunluluğu vardı. Fatih İstanbul’u fethettiğinde daha 21 yaşındaydı. Doğru. O güne kadar kullanılan en büyük topları döktürdü. Doğru. Gemileri karadan yürüterek Haliç’e indirmişti. Doğru.

Bunların hepsi doğru ama eksik. Fatih İstanbul’u fethederek büyük bir komutan olduğunu kanıtlamıştı. Üstelik bunu bazı yaşlı vezirlerin itirazlarına rağmen yapmış ve başarmıştı. Ama onları affetmedi. İstanbul’u fethettikten sonra babasının çok sevdiği ve güvendiği Çandarlı Halil Paşa başta olmak üzere onları boğdurttu.

“Şâhi” adı verilen büyük topları döken ustaların başında Urbain adlı Macar veya Ulah bir mühendis vardı. İşin tuhafı Urbain, marifetlerini Bizanslılara satmak amacıyla o diyarlara gelmişti. Emeği çok pahalı olduğu için Bizanslılar ona kulak vermedi. Buna karşılık Fatih duyar duymaz üzerine atladı. Kurulan takımın başkomutanı, Rum asıllı olduğu tahmin edilen Saruca Paşa, Osmanlı ustaların usta başısı da Mimar Müslihiddin Ağa idi.

Gemilerin karadan yürütülmesi konusunda “Konstantinopolis Düştü” adlı eserinde Steven Runciman şöyle diyor: “Kendisine, gemilerini karadan yürütebileceği düşüncesini verenin, buyruğu altındaki bir İtalyan olduğu da söylenmektedir. Venedikliler de Lombardiya seferleri sırasında koca bir filoyu Po nehrinden Garda gölüne kadar tekerlekli platformlar üzerinde taşımışlardı. Ancak bu harekât dümdüz bir arazide yapılmıştı. Gemileri Boğaziçi’nden Haliç’e, yüksekliği 60-70 metreden az olmayan bir tepeyi aşarak Haliç’e indirmek oldukça zor bir işti.

“21 Nisan günü çalışmalara büyük hız verildi. Binlerce usta ve asker son hazırlıkları tamamladılar. Sultan, Pera sırtlarındaki topun sürekli olarak Haliç’in ağzındaki zincire ateş etmesini emretmişti. Böylelikle hem düşman gemileri oyalanmış, hem de topun çıkardığı siyah dumanlar gerideki büyük hazırlığı gizlemiş olacaktı.

“ Donanmanın karadan taşınmasına 22 Nisan Pazar günü sabahın ilk ışıklarıyla başlandı. Gemileri taşıyacak platformları suya indiriliyor, tekneler bunlara sıkıca bağlandıktan sonra makaralarla karaya çekilip öküzler koşuluyordu. Yolun zor bölümlerini atlatmak için her tekneyle kalabalık bir grup asker de birlikte gitmekteydi. Bu taşınma sırasında kürekçiler yerlerinde oturuyor, komutanlarının tempo komutlarıyla sanki suda gidiyormuşçasına havada kürek çekiyorlardı. Ayrıca bütün tekneler yelkenlerini de açmışlardı. …En önde küçük bir yelkenli tekne gidiyordu. Bunun başarıyla tepeyi aşması üzerine yetmiş kadar kadırga hızla yola koyuldu.

“Öğlen olmadan önce, Haliç surlarının üzerindeki nöbetçilerle teknelerdeki Hristiyan gemicilerin gözleri birden korkuyla büyüdü. Türk donanması, karşılarındaki tepeden uzun bir sıra halinde iniyordu.” (ss. 115-116)   

Bu gemilerin karadan nasıl yürütüldüğünü ancak Runciman’ı okuduktan sonra anlayabildim. Anlayacağınız, Mayıs ayında dinlediğim nutuklar heba oldu gitti. Fazla bir işe yaramadı.

 

 

 

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar