KKTC’DE SİYASİ SORUNA NASIL YAKLAŞIYORLAR? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

KKTC’DE SİYASİ SORUNA NASIL YAKLAŞIYORLAR?

“Köşemi” okuyanlar bileceklerdir. Sürekli Rum liderliği ile Kilisesinin “ne istediğini” anlatırım. Doğal olarak da iki tepki alırım: Birincisi klasik tepkidir ve her zaman şöyle başlar: “Sen nereden bilin be!” Yahut “kimsin?” 
İnsanlar arası ilişkileri daha başından böyle bıçaklarsanız zaten “oyunu” bozarsınız. Çünkü ne kimselerin konuşacak ne de yazacak halleri kalır!
İkincisi kuşaklar arası tartışmalar ve düşünce farklılıkları nedeniyle bazı şeyler kabul görse de “anlayış” farkından dolayı reddedilirlerken, “ak ve kara” diyenlerin ayrı kamplara bölünmeleridir!. Ki 1974’den beridir amip gibi bölüne bölüne onlarca “kamp” yarattık! Her ne kadar bu toplumsal devinime “düşünce ve demokrasi zenginliği” deniyorsa da değildir! Çünkü eğer Kıbrıs siyasi sorunu çözümü gerektiren bir “ulusal dava” ise bu davayı “düşünce özgürlüğü” ile çözemezsiniz, aksine dağıtırsınız!
BUNA KARŞILIK ULUSAL DAVAYI YÜKLENMEK DE SORUMLULUĞU GEREKTİRİR: Biz bu ülkede doya doya Sol’u da yaşadık Sağ’ı da yaşadık!
Askeri otoriteyi de yaşadık, halkını askeri otoriteden aldığı güç ve destekle yöneten yönetimleri de yaşadık!
Faşizme varan düşünceleri de gördük çapımıza bol gelen “halklar kardeştir” gibi global izm’leri de!
Liderler sultası da yaşadık liderler kavgası da!
“İngilizci” de olduk “Akelci” de!
Bağımsızlık yanlısı da olduk TC ile entegre olmayı da istedik.
KISACA: Her toplumda ne olmuşsa tarihi süreci içinde bizde de onlar oldu… Tek bir “olay” dışında.  
Dünyada hiçbir etnik topluluk Kıbrıs Türk topluluğu gibi kendi devletini yıkıp bir başka etnik grupla yeni bir devlet kurmak için bu kadar mücadele etmedi!
İnsanlar bu nedenle bu kadar parça körçe düşüncelere bölünmedi!
Ve iddia ediyorum: Kendine Helen diyen Etnik Rum halkının çoğunluk egemenliğine dayalı çözüm alternatiflerini bu kadar can’ı gönülden destekleyen bir halk hiç olmadı!
ÖYLE DE OLUNCA: İşte müzakereler!  Hadi bir de ona bakalım:
Bir yanda Cumhurbaşkanı Eroğlu ile danışmanı Osman Ertuğ ve Özersay, öte yanda Hükümet kanadından tutun ki sorunun içinde olması gerekirken kapısına bile yaklaştırılmayan Özdil Nami!
Yorumu: Eroğlu gibi devlete inanan bir politikacı o devletin Dışişleri bakanını müzakerelerde işlevsizleştiriyor. Dolayısıyla “devleti” dışlarken “Devlet Başkanı” oluşunun inkârına düşüyor!
İşte muhalif siyasi partiler: Sık sık toplantılar yapılarak kendilerine müzakerelerle ilgili bilgiler verilmesine karşılık onlar yine de sözleri hiç değişmeyen nakaratla, “birleşik Kıbrıs çözümü isteriz” diyerek Eroğlu’nu suçlamaya devam ediyorlar!
Yorumu: Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs davasını eğer siyasi partiler arası iktidar muhalefet çekişmesi esamesine düşürürseniz zaten ne ciddiliği kalır ne de savunacağız tarafı!
Sendikalar ve STÖ’leri: Nasıl bir yelpazede nasıl yerlerini aldıklarını Kıbrıs ve iç sorunlara hangi gözlüklerle baktıklarını, bakarken hangi çıkarları gözettiklerini, çalışmalarını hangi kaynakların finanse ettiğini bilemeyeceğimiz kadar “çoklarlarken”; “Türkiyesizliği” savunup icazetsiz bir Kıbrıs Türk halkı istiyor ve de KKTC’deki tüm devlet organlarını bombardıman ederken “yıkılsın” diyorlar!
Yorumu: Halkı temsil etmesi gereken örgütlerin bu karmakarışık ve çelişkili tutumları ile neyi niçin istediklerini bilemiyoruz ama artık o kadar kendilerine buyruk oldular ki müzakere masasında görüşmeleri yürütenleri de zor durumlarda bırakabiliyorlar.
“Bu ahval ve şerait altında” diyerek ekleyelim: (Kendime söylüyorum.) Sakın bir gün Ankara yine Annan planı gibilerinden bir plana “evet” denmesi için dayatırsa kızma! Çünkü “danası anasına göredir!”     
**********     
KIB-TEK KENDİNİ KURTARABİLECEK Mİ?
TC Büyükelçisi Akça bastırdıkça Kıb-Tek de telaşlanıyor. Çünkü bugün değilse yarın kaçamayacağı “özelleştirilmenin” makası gitgide kapanıyor. Son çarede Akıllı Telefonlar olayını tatlıya bağlarken 33 bin yeni sayaç alacaklarının da açıklamasını yapıyor. Bir yeni açıklama ise mevcut borçlarının yeniden yapılandırılması için dört ayrı bankadan 80 milyon lira borç alındığıdır.
Kısaca içinde AKSA’ya ayda bir milyon TL faiz ödemelerinin de bulunduğu borçlarını ödemek için yeniden borçlanıyor. Bu konuda Bakanlar Kurulu “Devlet kefalet senedi” karşılığında Kıb-Tek’in borçlarından kurtulmasına katkıda bulunuyor.
Kurtulur mu? Bayram süresince bir iki kez elektrikler kesildiydi. Belli ki mevcut santraller, elektrik şebekesi, trafolar gitgide artan elektrik akımı gereksinmelerine cevap vermekte zorlanıyorlar. Oysa Kurumun son borçlanma nedeni sadece borçlarını ödemek içindir.
Ne var ki bu “borçlanmaya” kefalet senetleriyle yardım eden devlet bizatihi ve her zaman Kuruma borçlu olanların başında gelmektedir! Zaten ortada çok tuhaf bir durum vardır. Devlet bir yandan Elektrik Kurumunu Yönetim Kurulu ile idame ettirirken öte yandan büyük oranda elektrik faturaları ödenmemiş sektörlerinden dolayı da ayni Kurumu ayazda bırakmaktadır!
Mesela Belediyelerin borçları bu cümledendir. Evkaf’a bağlı camilerin borçları ötesi pek çok okul ve devlet daireleri de elektrik borçlarının töhmeti altındadırlar! Kurum elektrikleri kesti miydi kıyametler kopmakta buna karşın sorunun nasıl çözüleceği de bilinmemektedir!
Çünkü Devletle Kurum birbirlerine destek vererek memleketin elektrik enerjisi sorununu çözmüyorlar, aksine çözemedikleri için sürekli borçlanıyorlar! O borçlar da yetmediğinde biri diğerinin elektriğini kesiyor. Her kesilen elektrik de baş ağrıtmaya devam ediyor…
Kısaca ve doğruya doğru sürdürülebilir bir sorun değildir. Zaten böylesi olacak gibi de değildir. Dolayısıyla son söz “özelleştirilsin” olacak ama hiç kimse o aşamada, “kurumu” devralacak bir özel sektör çıkacak mı sorusuna” cevap veremiyor. Hele akaryakıtın vurduğu bugünkü gerçeklerde elektriğe zam yapmadan kimselerin elini taşın altına sokmayacağı biliniyorsa! Oysa elektrik kurumunun da en büyük sorunu “yapamadığı zamdır!”
Sonuçta ve şimdilik “sorun” iki cami arasında bînamaz kalmıştır!            
**********      
KISACA TAKILDIĞIMIZ: (ŞU POLİS GENEL MÜDÜRLÜĞÜ SORUNU…)

CTP’yi bilenler öteden beridir “polisin sivile bağlanması” takıntısı olduğunu da bilirler. Doğrusu bu konuda haksız da değiller. Çünkü parti kurulduktan sonra çok “polis zılgıtı” yedilerdi!
Aslında CTP’nin derdi bizatihi “polisin” kendisine değil, Güvenlik Kuvvetlerine bağlı olmasınadır. Nitekim son Anayasa Değişikliğinde “Polisin sivile bağlanması maddesi” de yer almış, tepkiler sonucunda çıkartılmıştı. Fakat referandumda inanıyorum ki pek çok CTP’li sırf bu maddenin iptal edilmesine koydukları tepki nedeniyle “hayır” demişlerdir!
Yukarıdakileri durduk yerde yazmadık. Geçtiğimiz günlerde bir röportajında Başbakan Yorgancıoğlu “Eroğlu neden sizin istediğiniz adaya onay vermemekte ısrar ediyor” sorusuna şu cevabı verdiydi:
“O konu maalesef bir yere bağlanamıyor.” Sözünü ettiği hâlâ atanamayan Polis Genel Müdürü olayı. Tabi hemen ardından “intihar eden zanlı olayını” getiriyor ve Polis Müdürüne vekalet eden kişinin istifa etmesi gerektiğini söylüyor. Demokratik ülkelerde öyleymiş!
Bir diğer soruya da şu ilginç cevabı veriyor: “Sn. Eroğlu’nun birinci sırada olduğu için onun hakkıdır iddiası var. (Pervin Gürler) Benim mantığım da şudur: En iyi kim yapacaksa onun olması gerekir!”
Pekala soralım. Sn. Yorgancıoğlu “en iyi Polis Müdürlüğünü kendi adayı yapabilir” yargısına nasıl vardı?
Bir: İki adayı terazide tartıp birinin diğerinden daha ağır olduğunu mu gördü?
İki: Dosyalarını inceledi, sicillerinin çetelesini değerlendirdi de böylesi bir kanaate mi vardı?
Üç: O halde tartışmalara son vermek için ve Eroğlu’nu utandırmak için bunları neden açıklamadı?
Dört: Bizatihi kendisi CTP bünyesinde “en iyisi” olduğu için mi Başbakandır, yoksa artık “kemale erdiği” düşünülerek mi Başbakanlığa uygun bulunmuştur?
KISACA: İnsanın emekliliğine an kalırken 45 yılını yok sayıp aşağıdan geleni hakkın hak yiyicisi olarak atamaya çalışmasının tek cevabı vardır: “Eroğlu’nun inadına!”


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar