Kıvılcımlı’ya adanan hayatlar – III - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 18, 2024
Köşe Yazarları

Kıvılcımlı’ya adanan hayatlar – III

Bekir AzgınBekir Azgın

Fuat Fegan’ın hayran olduğum özelliği

Lâtife Fegan’ın yazdığı “Yazmasaydım Olmazdı” adlı kitapta Fuat Fegan’ın benim çok değer verdiğim bir yanına hiç değinilmedi. O da Fuat’ın müzik sevgisi ve müzik bilgisiydi. O sıralarda benim tanıdığım gençler arasında müzik konusunda en geniş bilgiye sahip olan biriydi. Ondan iyisine rastlamadım.

1960’lı yıllarda birkaç genç bir araya gelince politika konularını konuşup tartışmak pek modaydı. Bugünkü gençler için bu trendin geçerli olup olmadığını bilmiyorum. Halbuki Fuat’la buluştuğumuz zamanlar, bu da öyle sık olmazdı, en çok konuştuğumuz konu klasik Batı müziği idi. Ben şahsen bu konuda kendisinden çok yararlandım.


Makariyos hükümeti, 63 olaylarından sonra Türk gençlerinin adaya girişini yasaklamıştı. Hangi yasaya veya anayasaya dayanarak bunu yapıyordu bilmiyorum ama yapıyordu. Ben de uzun yaz tatillerinde Londra’ya gidip orada çalışarak üstüme başıma bir şeyler tedarik ediyordum.

En ucuz seyahat vasıtası trendi ve Londra’ya üç günde gidilirdi. Maliyeti 27 sterlin olan bu yolculuğu oturarak geçirirdik. Ankara’dan İstanbul’a en salaş otobüslere sahip olan güreşçi Gazanfer Bilge otobüsleri ile giderdik. Bazan Bolu dağlarında otobüsü kaktırmak zorunda kalırdık. Bu arada İstanbul’da bir veya iki gece arkadaşlardan birinin evinde kalırdım.

Bir defasında Fuat’ın evinde kalmıştım. Ertesi günü Lâtife’yi da alarak Kilyos taraflarında bir yere gittik. Evli miydiler, nişanlı mıydılar anımsamıyorum. Fuat’ın arkadaşlarından birinin bir kayığı vardı. Kayığa binip denize açıldık ve orada bol bol yüzdük.

Sahile dönüp kumlara uzandık. Ben o sıralarda, elime nereden geçmişse, Beethoven’in mektuplarını içeren bir kitap okuyordum. Konu Beethoven’den açıldı ve başka bestecilere sıçradı. O sıralarda benim için Beethoven’de büyüğü olamazdı. Sağır bir insanın böyle besteler yapmasını aklım havsalam almıyordu.

Bu işi fazla uzatmış olmalıyız ki bir ara Lâtife hanım “Siz bu konudan usanmaz, yorulmaz mısınız?”  gibilerinden bir şeyler söyledi. Fuat’ın yarı şaka yarı ciddi verdiği yanıt kafama çakıldı: “Bu müziği seven ölümüne sever. Müzikte boşanma kurumu yoktur.”

Sohbete öylesine dalmışız ki gecesi sırtıma yarım kâse yoğurt yedirmek zorunda kaldım. Ertesi günü çıktığım İngiltere yolculuğu da hiç hoş geçmedi.

Türkiye’de Fuat’la birlikte konsere gidip gitmediğimi anımsamıyorum. Ama Londra’da iki tane olaylı konser var ki hafızama işlendi.

Biri Royal Albert Hall’da idi. Bu salonda Ağustos ayında BBC’nin “Promenade” konserleri yer alırdı. Bu festivale değerli müzisyenler davet edilirdi. Benim katılma olanağı bulduğum konserlerin çoğunu Sir Malcolm Sargent yönetirdi.

Royal Albert Hall yuvarlak bir binadır. En üstte ki yanılmıyorsam bu 5. kattı, burada koltuk falan yoktu. Ya dururdunuz veya yere otururdunuz. Minarenin şerefesinden izlemek gibi bir şeydi. Ancak akustik iyi olduğu için sorun olmazdı. Ben iki şilinlik biletle konserleri terasta oturarak dinlerdim.

1965 yılı promenade konserlerine Ayla Erduran davet edilmişti. Rojdenstvenski yönetiminde Brahms’ın keman konçertosunu icra edecekti. Franz Liszt’in kızı Cosima ile evlenen piyanist ve konser şefi Hans von Bülow bu konçertonun zorluğunu anlatmak için “kemana karşı bestelenmiş bir konçerto” ifadesini kullanmıştı. (Cosima, Bülow ile 13 yıl evli kalmış sonra da Richard Wagner ile evlenmişti. Evlilikten 13 yıl sonra 1883 yılında Wagner ölmüş ve Cosima dul kalmıştı. 13 rakamı, Cosima için gerçekten uğursuzmuş.)

O günlerde Fuat da Londra’daydı. Anlaştık, birlikte konsere gittik. Ancak bu defa Ayla Erduran’ı yakından görmek için arenadan bilet aldık. Arena müzisyenlerin bulunduğu podyum ile nal şeklinde yerleştirilmiş koltuklar arasında kalan alandı. Arena için bilet alanlar yerde otururlardı ve biletin maliyeti beş şilindi.

Ayla Erduran 30’una yeni basmış genç bir kemancıydı. Yanılmıyorsam ünlü Stradivarius kemanını çalıyordu. Ne var ki yüksek notaları çalarken yayın telleri kopmaya başladı. 1, 2, 3. Teller boyuna kopmaya devam etti. Beni sardı bir korku. Ya yayın telleri keman tellerine sarılırsa ne olacak? Herhalde felâket olacaktı. Solo kısmı bitince kemancı çekip sarkan telleri koparıp attı. Rahat bir nefes aldım. Ancak sıra solo keman çalmaya gelince teller tekrar kopmaya başladı. Ben kopan telleri saymaktan müzik dinleyemez oldum. İzlediğim en kötü konserlerden biriydi. Her ne kadar İngiliz gazeteleri Ayla Erduran’ı övmüş olsalar da.

İkinci olaylı konser Queen Elizabeth salonunda oldu. Fuat’la oraya Colin Davis yönetiminde Beethoven’i dinlemeye gittik. Davis daha yeni parlayan bir şefti. Öyle “Sir” mör değildi. Öteki şefler gibi frak giymezdi. Beyaz takım bir elbise giyiyordu. Konser “kader kapıyı çalıyor” olarak bilinen Beethoven’in 5. Senfoni’si ile başlıyordu. Bu işle kenarından ilgilenenler bilecektir. Senfoni “ba-ba-ba-bam” fanfarı ile başlar ve bu birkaç kez tekrarlanır.

Daha ilk fanfarda Davis’in batonu önündeki kürsüye çarptı ve batonun büyükçe bir kısmı kopup havada dönerek uçmaya başladı. Uçtu, uçtu ve konzertmeisterin yanındaki kemancının başına düştü. Adamdaki saçlar kıvırcık ve gür. Baton parçası adamın başında dikili kaldı. Al sana bir unicorn, mitolojideki tek boynuzlu at.

En sonunda kemanların çalmak zorunda oldukları bölüm bitti. Adam başındaki baton parçasını aldı, konzermeistere verdi. O da uzanarak onu şefin kürsüsüne koydu. Bu da şahit olduğum en komik konserdi. Konserde olmasaydık millet gülmekten kırılacaktı. Konserden sonra Fuat’la epey kahkaha patlattık.

 

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar