Geçen hafta nasılsa anlatmaya başladığımca üç dört yazımı “devlet mefhumuna” ait hazırlamıştım.
Hani bizdeki bazı kesimlerin dünyada bir başka çözüm kalmamış gibi “devleti yıkıp” yerine federasyonu koymak istediği KKTC’i!
“Neden devlet” sorusuna da “kabile” yahut “aşiret” olmadığımız” için cevabını verdiydim. Fakat asıl cevap bu değildi. Eğer müzakere masasını paylaştığım muhatabım ve komşum olan “Rum toplumu” tanınmış devlet ise benim de ayni siyasi koşullarda tanınmış devlet olmam gerekmez mi?
OYSA “tanınmış devlet” olarak kabul görmediğimizdendir ki o masada adanın tanınmış devleti olan Güney Rum yönetiminden bakın “federal çözüm kapsamında” neler talep ediyoruz:
Sanki güvende değilmişiz gibi güvenli hayat hakkı! Sanki devlet değilmişiz gibi siyasi eşitlikle dönüşümlü Başkanlık! Rumlara güvenmediğimiz için Türkiye’nin garantisinin devamına müsaade etmesini!. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından çıkacak gazdan lütfen bizim hakkımızın da verilmesini!. Vesaire..
TÜM bunları elde etmek için bakın Ruma neler ikram ediyoruz: Örneğin seksen bin Rum’un Kuzey’e dönmesini.. Annan planından kalma uzlaşmayla pek çok köy ve toprağın iadesini.. Türkiye’den koparılmamız anlamına gelecek olan “dış ilişkilerde tek temsiliyeti!” Ve tabi azınlık çoğunluk üzerine kurulacak bir federal sistemin kabulünü üstelik çapraz oylamalarla!
YANİ böylesi bir anlaşma gerçekleşse tanınmış Rum devleti, Kuzey’deki tanınmamış Türk devletini paypas ederek Güney’deki kendi devlet egemenliğini de üzerimize serecek!
Peki ama neden “egemenliğimle devletimi” bu şekilde pazarlık konusu yapayım? Neden böyle bir çözüme “evet” diyeyim!
Kısaca sorun budur işte! **********
Geçen hafta döviz vurgunu karşısında Erhürman koalisyon hükümeti, (hangi hükümet olsa çaresiz kalacaktı) çok çaresiz kaldıydı!
Buna karşın “bizim olmadığı” için müdahalesi çok zor olan bu tsunami dalgası gibi KKTC’yi vuran döviz karşısında, dörtlü koalisyon “tedbir” diyerek epey sıkıştırılmış da olsa büyük bir cesaretle bazı tedbirler almayı başardı…
Yeterli miydi? Hayır! Belirgin bir rahatlama görüldü mü? Hayır! Buna karşın “Dörtlü koalisyon hükümeti “tevekkel ya Allah” demedi. Eğer hükümetsek hükmetmek de görevimizdir dedi, henüz semeresini görmemiş de olsak en azından Türkiye’yle ile alış verişi TL ile yapma kararı aldı..
Hükümet 2 Şubat’ta kurulduydu. Tutun ki dört aylık bir hükümet. Talihsizlik şurada ki “icraatlarına” başlaması için oluşması gereken “istikrarlı ortamı” hâlâ bulmadı döviz vurgunu da ekstrası oldu!
Buna karşın doğrusu şu ki genç Erhürman kendinden daha genç Bakanlarının eforunu bile aşarak çalışıyor.. Ve çalışmalarını “henüz sonuçlarına ellememiş olsak da halk ile her vesileyle paylaşıyor! O kadar ki vızıldayıp muzırlık yapan sineğin göz bebeğine fışfış sıksa halka dönüp canına okudum diyebiliyor!
Nitekim geçen hafta da yüz günlük icraatlarını halkla paylaşırken, “radikal değişiklikler gündemdedir” dedi.. Ve birincil amacın “sosyoekonomik kalkınma” olduğunu söylerken, “bazı sorunları kendi içimizde çözeceğiz” dedi ve bu sorunların başına da şunları koydu:
“Kamu reformu, yerel yönetimler reformu, maliyeyle ilgili düzenlemeler.. (İçimden bu önceliklere zaten yıllardır bizim de köşemizde seslendirdiğimizce “tam isabet” dedim..)
Fakat beni asıl ilgilendirip enterese eden Başbakan Erhürman’ın şu mealdeki sözleri oldu:
“Sosyal ve ekonomik açıdan kalkınma noktasında arzu edilen yerde değiliz.. Gençlik alanında ciddi sorun bulunmaktadır. KKTC’de birbiriyle ilişkisi azalmış iki grup genç oluştu. Bu gelecekte ciddi sorunlar doğuracaktır…”
Erhürman ikidir okullardaki ayırımcılıktan söz ediyor. “Türkiyeli Kıbrıslı öğrenciler ayırımına” dikkat çekiyor ki 43 yıl sonra bu “ayırım” büyük ayıbımız olmalı!
Erhürman bu “ayrımcılığın” gelecekte Kıbrıs Türk halkını çok mütezarrır ve rencide edebileceğini ima ediyor! Çünkü:
Olayın bizzat tanığıyım. Mesela Mağusa’da ilkokullardan ortaokullara kadar TC’li Kıbrıslı öğrenciler ayırımı vardır. Tek birleştikleri Namık Kemal Lisesi ve Dr. Fazıl Küçük Sanat ve Meslek okuludur. Dahası “Kıbrıslı öğrencilerle” “Türkiyeli” dediğimiz öğrenciler aynen TC’li Kıbrıs’lı aileler gibi mahallelerinden köylerine, kasabalardan kentlerdeki mahallelere kadar nasıl ayrı ikamet etmişlerse çocukları da okullarda aynen öyle ayırımcılık içinde! Üstelik bu TC’li öğrenciler horlanarak ve küçümsenerek dışlanıyorlar!
Bu konuda önce bir öğretmen olan Eğitim Bakanı ne düşünüyor bilmiyorum. Ancak bu gidiş bilelim ki kökte Türk olan iki halk için de utanç vericidir gelecekler açısından da kuşku uyandırmaktadır!
Kooperatifçilik! Başbakan konuşmasında önemince bir kez daha vurguladı. Ki artık hepimiz kabul ettiğimiz gerçeğiyle biliyoruz: Kırsal kesimleri verimli hale getirmek, toprakta çalışanları kentlere göçmekten kurtarmak için Koop. Bilincinde örgütlemek kenetlemek gerekir.. Hatta hiç hayal değil.. “moşav, kibuts” örneği “kollektif tarım” yapabilecek yöreler bile oluşturulabilinir..
Yeter ki büyük düşünülsün.
*********
Kısaca Takıldığım: (İşte İnsan Kardeşliği)
Geçtiğimiz günlerde Dipkarpaz’da 23 yıl sonra bir Rum çiftinin düşün törenleri oldu.
Beni Dipkarpaz Belediye Başkanının söyledikleri heyecanlandırdı. Diyordu ki bu düğün dolayısıyle belediye balkanı Suphi Coşkun, “Dipkarpaz’ın nüfusu 2 bin 500 civarındadır. Yaklaşık 300’ü Rum’dur. Köyde TC’nin 67 vilayetinden insan beraber yaşıyor. Buradaki herkese eşit gözle bakıyoruz. Daha önce Rum mezarlığını temizledik, kilisenin kapı pencerelerini onardık. Müslümanlara nasıl davranıyorsak Rumlara da öyle davranıyoruz….
Kutlarım Sn. Belediye başkanı. İnsan kardeşliği nedir, nasıl yerine getirilir ispatını çaktınız. Bravo..