Neyse ki Dışişleri Bakanımız Özersay’ın da kendilerini ziyaretiyle ,“Sn. Çavuşoğlu” etrafında kaldırdığımız dalgalar fırtınaya dönüşmeden duruldu!
BU vesileyle şunu da öğrendik: Türkiye Doğu Akdeniz’de hem kendisi hem KKTC için araştırmalar yapacak..
Bu konuda Çavuşoğlu şöyle diyor: “Kıbrıs adasının etrafında sondajları sürdüreceğiz. Bir taraftan Türkiye’nin MEB’inde sondajlarımızı yapacağız. Diğer taraftan KKTC’nin daveti üzerine KKTC’nin deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölgesinde yani ada etrafında da bu sondajlarımızı sürdüreceğiz. Derdimiz kimseyle kavga etmek değil, zenginliklerin hakça paylaşımıdır…”
ÇAVUŞOĞLU bu açıklamasıyla Türkiye’nin kararlılığını vurgularken, bu kez de Guterres’in “tam da çözümün zamanıdır” düşüncesine zıt yeni bir siyasi sorun başlamaktadır: “Doğu Akdeniz gaz yatakları sorunu!”
Ki müzakereler başlarsa artık kaçınılmaz olarak masada “Doğu Akdeniz’deki Türk ve Rum egemenlik alanlarıyla, MEB’ler sorunu da yer alacaktır..”
Sn. Çavuşoğlu geçmişteki müzakereleri de işaretleyerek, Türkiye’nin sorunun çözümü için uzun yıllar çaba sarf ettiğini, ancak en son geçen yıl önce Mont Pelerin’de, daha sonra Crans Montana’da tüm çabalara rağmen kalıcı bir çözüme ulaşılamadığını” bir kez daha hatırlattı ve uyardı:
“Gördük ki dedi Sn. Çavuşoğlu, Kıbrıslı Rum tarafı Türklerle yaşamaya hazır değil. Adadaki ekonomi ve siyasi gücü eşit şekilde paylaşmaya da hazır değil. Şimdi ise yeniden ne yapabiliriz arayışı içindeyiz…” Ve tabi Annan planı fiyaskosunu da hatırlattı..
YENİ bir şey daha öğrendik: Sn. Çavuşoğlu “garantör ülkeler olarak üçlü formatta da görüşmelerin sürdürülmekte olduğunu, New York’ta BM’ler Genel Kurulu kapsamında Türkiye Yunanistan ve İngiltere dışişleri bakanları olarak bir araya geldiklerini de itiraf etti..
“İtiraf etti” diyorum! çünkü her ne kadar Sn. Çavuşoğlu KKTC ile istişarede bulunduktan sonra hareket ettiğini söylemiş de olsa; yine de bu görüşmeler olayı KKTC’nin meçhulüydü!” (Olmasaydı Anastasiadis’le ayak üstü el sıkışıp konuştu diye neden teneke çalalımdı!)
SON sözümüze gelince: Türkiye, Amerikalı Trump’ın çılgınlıkları nedeniyle artık güvenirliğiyle işlerliğini kaybeden “stratejik ortalıktan” boşanmak istiyor bu nedenle yüzünü yeniden AB’ye çeviriyor..
Fakat biliniyor ki AB çözüm söz konusu olduğunda Rumun yanında yer alıyor. Bu nedenle Türkiye AB’ye yaklaşırken Kıbrıs sorununda zorlanır mı? Yoksa yeni politikalar mı sokar devreye? Göreceğiz..
**********
UBP KURULTAYINA DOĞRU BİR İKİ LAF!
Dün oy hakkım olsaydı “tanıdığım oldukları için iki kişiden birine oyumu verirdim” diye takılmıştım UBP’nin parti Başkanlığı seçimine..
Biri Tatar’dı.. Anketlerden de görüyorum ki gerçekten de Sucuoğlu ile yarışı önde götürüyor.
BENİM asıl vurgulamak istediğim şudur: Öteden beri (ben de dahil) Türkiye ile en iyi ilişkiler kuran partinin UBP olduğunu yazıp söyledik..
Ancak UBP’nin bu ilişkileri rahmetlik Denktaş’tan beridir, başta “Atatürkçülük” olmak üzere “anavatan Türkiye” ambalajına sarılı söylem ve nutuklarla nasıl istismar ettiğini.. “Milliyetçiliğe” sığınarak KKTC’nin geleceğini seçim kazanmak uğruna “popülizmle” nasıl içinden çıkılmaz hallere düşürdüğünü.. Tutun ki iyi bilenlerdenim.. Nitekim:
Bu ülkede rant ekonomisini yaratan da..
Puanlarla Rumun mülkünü alavuna alatire dağıtan da..
Güney göçmeninin hakkını yerken Kuzey’de mütegallibe yaratan da..
TC-KKTC ekonomik protokollerini yıllarca savsaklayan da..
Ganimet ekonomisine prim vererek memlekette hırsızlıkla dolandırıcılığı meşru hale getiren de..
Demokrasi havariliği yaparken, bünyesindeki “başkanlar diktasına” dayanamayan UBP’lerin; sonradan dört siyasi parti kuracak kadarıyla istifa etmek zorunda kalmalarıyla da…
UBP hâlâ “en büyük siyasi parti oluşunu korumaktadır.. Kökü o kadar sağlam yani!
Ki Rahmetlik Denktaş UBP’yi kurarken “şemsiyesini açmış, tüm Kıbrıs Türk halkını altında toplanmaya davet etmişti.” Tutun ki “Sol’un gelişimine inat radikal Sağ’la seçimleri hep önde bitirdi..
NE var ki artık bu partinin “dokunuşa,” “arınmaya,” “ak pak” olmaya ihtiyacı vardır..
Başına kim gelirse gelsin. Bu değişimi başaramazsa UBP de gün gelir ufalana küçüle dağılabilir, yazık olur… **********
KISACA TAKILDIĞIM: (HUKUK DA TEPELENİYOR)
Arkadaşım eski Yüksek Mahkeme Başkanı Taner Erginel’e göre Anglo Sakson hukuğuna uygunluğumuz nedeniyle ayrıcalığımız vardır çünkü “kılı kırk yaran, delillere hakkaniyete dayanan bir hukuk..
Ve öteden beridir bildiğimce hukukta “duygularla” değil, “kanunlarla” hareket edilir, kararlar da öyle verilir.
…Bu iki “hukuk esasından” hareketle bir süredir Havadis gazetesinde Başaran Düzgün’ün yazılarından Kıbrıs gazetesinin “sahiplik ve yönetim tartışmalarından” kaynaklı, geçmişten bugünlere kadar uzanan davayı izliyorum. Ortada TC’deki Milliyet gazetesinden aktarılan bir haber var. Bu haber nedeniyle Havadis’e açılan dava var. Davacı Avukatı geçmişte Başaran ile takışmış eski bir yargıç Tacan Reynar! Ki Havadis’e (husumeti nedeniyle olduğu çok açık) haciz kararı çıkarttırıyor ve istinafı beklemeden haciz memurlarını da gazeteye gönderiyor!..
…Doğru dürüst çalışan bir hukukumuz vardı o da tepeleniyor!