Kelime Hüzünbazı - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

Kelime Hüzünbazı

Bedia Balses

Ne zaman bir afet, felaket   ya da kötü bir olay olsa nerdeyse herşey birkaç gün durur ve gündemde hep “insanlık” olur.. Yardım kampanyaları başlatılır. Bir süre, herkes olan olayı konuşur ve öncekiler gibi herşey kolayca unutulur, gider… İnsan olmak, zayıfa, düşküne zorda olana yardım etmek bir moda gibi midir bilmem? Fakirliğin, bölge ya da iklim şartlarının da zorlaştırdığı yaşamlara doğal bir afet de gelince ortaya her zaman büyük trajediler çıkmaktadır. Ne yazık ki doğa da en çok fakirliği vurmaktadır. Ama insanoğlunun hafızası çok büyük acıları kolayca sindirmekte ve kendi yaşamlarına devam etmesini sağlamaktadır. Bunları sıcak ve konforlu bir odada yazan biri için söylemek ne de kolaydır değil mi? Şimdi, karda kışta sevdiklerini kaybeden bir insanın derin acısı hangi harflerin yan yana gelmesi ile anlatılabilir ki?  Bu acılar yürekte duyumsansa bile yavrusunu kaybeden bir ananın yaşadıkları hangi yazıya yüklenir?  Evini, geleceğini kaybeden insanların, toprak altında kalan umutların, biten yüzlerce yaşamın üzerinden ne derece bir şey yazılabilir?

 


İnsanlığın moda gibi ortalarda mesajlar, fotoğraflar, haberlerle verildiği bu zamanda eskiyip unutulacak pek çok kare arasında hissettim sağ tarafımda bir ağrıyı.  Anladım, herkes kendi payına düşeni yaşarmış bu dünyada… Sağ tarafımdaki ağrıda bir terslik olmalıydı çünkü yanlış tarafımda ince ince sabitleniyordu bu ağrı… Pek çok konuda “acayipliklerim”in olduğu gibi, kalbimin de sağ tarafta olduğuna karar verecektim sağ yanımda seyiren acının sürekliliği beni rahatsız etmeseydi. Ben en çok kalbinin ağrısını duyumsayabilen, o ağrıdan çok zaman uyuyamayan, göz yaşı döken, dünyanın başka yerindeki bir acıyı sırf kendi kadar şanslı değiller diye suçlulukla algılayan bir “sol”cuydum.

 

Ben bir çocukluğa, 28 yıl acısını eskitmeden sahip çıkan, iflah olmaz kelime hüzünbazı

Ben, bütün sözleri bozup da yeniden kuramayan, korkuların tavanarasında yaşayan

Dönüp dolaşıp, ayrı bir boyutta yaşam tutturan, hüzün ya da hazan makamı1

Kalbindeki çengelli iğne ile gezerken gülebilen bir dalgacı

Yaşamın gözünün içine baka baka, onu yaptığı itinalı makyajlarla kandıran,

Saçına sürdüğü parlak, albenili siyahın gölgesinde bir bünyeyi risk altına atan,

Kendini unutacak kadar sevebilmenin peşinde koşan uslanmaz sözcük sorgucusu…

***

Payda ayniydi… İçten gelen bir ağrının sola ya da sağa yalpalamasıydı. Sol göstererek sağ vurmasıydı. Sol ile sağın hesaplaşmasıydı. Bir iç kavganın iğnelerle yapılan kavgasıydı. Aslında sol tarafın kaldıramayacağı bir algının sağ taraftan hıncını çıkarmasıydı… Yani doğduğu anda mayalanan bir insanın tökezleye tökezleye geldiği noktaydı… Yaşanılan herşeyin bir anlamı olmalıydı. Her işaretin, her ağrının, her sızının, her hastalığın… Belki de söylenmeyen kelimlerin birikip bir ur halini almasıydı…

 

Bana kalsa doktorun sağ tarafıma değil, sol yanıma teşhis koyması lazımdı. Git gide ağrıyan benim sol yanımdı. Bence,  okuduğu, gördüğü, algıladığı şeylerin ağırlığını duyumsayan bir ağırlığın, bir ağrının tanısını koymalıydı. Tahlile verip, doğru ilacı da yazmalıydı.

 

Bana kalsa doktor yanlış yaptı. Ağırlığın ve acının yerini şaşırdı… Ultrasonların göremeyeceği şeyleri atladı. Ne elle bulunabilen bir urdu insanları hastalandıran ve de acıtan, ne de erken tanı ile tespit edilebilirdi insanın yüklendiği acılar. İyi huylu ya da kötü huylu birikintiler aslında tam da bizim yaşamdaki yerimizdi, bulunan…  Doktor hatırlatmadı ama ben içimden en eski bildiğim şeye sarıldım…

 

Sevdiğin müddetçe ve sevebildiğin kadar, sevdiğine herşeyini verdiğin müddetçe” diyen Nazım belirdi kafamda… Doktor sağ tarafımdan bir parça çıkarsa ve sonucunu beklese ne olacaktı? Solda insan olabilmenin ağrılarını, sancılarını, yumrularını hisseden birinin yüreğinin içindeki ağrıları, yumruları hangi gelişmiş teknoloji ile alacaktı? Doktorun odasından dersimi de alarak çıktım: “iyileştirebilmek” değilse ne olabilirdi insan olabilmenin, sevmenin anlamı? Kötüyü iyi yapamadıktan sonra neye yarardı ki insan(lığ)ın çabası?

 

—————————————————————————————————–

KÂMRAN AZİZ’e SAYGI İLE

 

KÂMRAN AZİZ

DEVLET TÖRENİ…

ve NAÇİZANE BİR ÖZÜR…

(ya da
Coğrafya ve
Tarih…)

Her kefene sarılan…

Ya da bir tabuttan geçerek mezara varan her ‘İnsan’, ölüyor mu gerçekten?
Meselâ…

Meselâ kefenden tabuta, tabuttan mezara uzanan ‘’Kâmran Aziz’’ Hanımefendi, öldü mü bugün?

Öldü de gömüldü mü?

Sırf cenaze namazı kılındı, üzerine selâ ve dualar okundu diye öldü ve de artık hiç yok mu – olmayacak mı ‘Kâmran Aziz’’?

Nasıl ölür bir insan?

Ya da ne demek ister:

– Ten fânidir, can ölmez, gidenler gine gelmez,
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil…’’

derken meselâ Türk şiirinin o devasa sesi Yunus Emre, ne demek ister?

‘’Ezelden’’ gelmiş bir hayata 95 ‘emanet’ yılını vermiş de ‘’ebede gitmiş’’ Kâmran Aziz Hanımefendi, bugün öğleyin…

Ebede… Yani ‘’Sonsuzluğa’’…

Biz Türkler böyle açıklıyoruz ‘Ebede’ kelimesini…. Sonsuzluk… Sonsuzluğa…

Ve lâkin; ses bayrağı rüzgârlarında Türkçe esintiler de bulunan Tatar ve Azeriler de, ‘‘Ebede’’ kelimesini şöyle açıklar:

– ‘’Ormanlarda yaşar… İnsanlara zarar vermez… Yaşlı bir kadın görünümündedir. Ormanlarda yerlerdeki kurumuş ağaç yapraklarından gelen çıtırtılar onun ayak sesleridir…’’

Ayak sesleri…

Bence; as’lolan budur işte…

Bir ‘’Ayak sesi’’ bırakabilmek şu emanet hayatta, giderken…

Sarılırken kefene…
Uzanırken tabuta…
Yatarken bir mezara…

Bırakabilmek bir ayak sesi geride…

Ormanlarda, yerlerdeki kurumuş ağaç yapraklarında bir ‘Çıtırdı’ bırakabilmek…

Kâmran Aziz Hanımefendi toprağa verilmiş bugün…
Doğrudur… Toprağa verildi ‘bedeni…’’

Lâkin O’nun ‘ayak sesi…’’

Kendi ağaç dallarından dökülen yapraklarının ‘Çıtırtısı’’ kalacak hep bizimle ve bizden sonralara da…

Çünkü o… ‘’Al bir yemeni’’ idi…

Ve ‘‘Al bir yemeni’’ üzerine özene bezene, el emeği göz nuru, alın teri ve devasa bir yürekle nakış nakış işlenmiş… ‘‘Kıbrısım’’ idi…

Yukarıda sormuştum, yineleyeyim:

– Nasıl ölür bir insan?

Kefene, tabuta, mezara her giren… ‘Ölür mü’ gerçekten?

Kıbrıs Türk müzik tarihine ve Kıbrıslı Türklerin sosyal yaşam süreçlerine mührünü nice şarkılar, türküler, valsler ve notalarla çoktan vurmuş bir ‘’Kâmran Aziz’’… kaç yılda bir doğar ki yaşadığı coğrafya ile o coğrafyanın halklarına…

Sorular… ve sorular…

Ahhh… Gönül ne isterdi bilir misiniz?

Bugün….
Bugün öğleyin… Ezelden gelip de ebede uğurlanan o 95 yıllık ‘Ayak sesi…’’

O incecik, zarif ve narin ‘yaprak çıtırtısı…’’

Dostların, arkadaşların ve sevenlerinin gözyaşı ve omuzlarında değil…

Bir ‘DEVLET TÖRENİ’’ ile uğurlansaydı keşke…

Devasa bir TEŞEKKÜRLE…

Çünkü bir ‘’Kâmran Aziz…’’

Ya da ‘Kâmran Aziz’ yüreğinde başkaca ‘’Ayak sesleri… Yaprak çıtırtıları…’’

Çok da kolay gelmiyor yaşadığı ülkeye…

Lâkin yaşadığımız çağ… ‘’Vefasızlıklar’’ çağıdır artık ne yazık…

Kendini beğenmişlikler…
Yüzsüzlükler…
Yozlaşmışlıklar ve vefasızlıklar o malûm atasözünde dendiği gibi bedensel bir ‘Diz’i değil, ‘nefes’ alınan gırtlağı aştı çoktan…

Kısacası…

Hoşça kal ‘’Al yemenim…’’
Hoşça kal ‘’Kıbrısım…’’

Bize;
– ‘’Seni orakta gördüm…’’ demiştin ya…. tee yıllar öncesinden…

Biz… o mütevazı orağa da razıyız…

Günümüzde bu korkunç ve vahşi ‘Dişliler’ arasında…

Hoşça kal ‘’büyük saygım…’’
Hoşça kal ‘’Türkülerim, Şarkılarım…’’

100 yıllık kültür tarihim…
Hoşça kal…

Seni ‘’DEVLET TÖRENİ’’ ile uğurlayamadık…
Bu….
Müdürü müsteşarı Bakanı falancası….
Koskoca bir UTANCIMIZDIR….

Kendi adıma ÖZÜR DİLERİM…

Bir… 100 yıl daha bekleyecek bu yaralı ”Coğrafya…”
Belki bir daha, ”Sen” gibi bir ”Tarih” gelir diye…

HU’zurla…. Saygımla…

 

Bülent Fevzioğlu

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar