KARPUZ KESELİM Mİ? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

KARPUZ KESELİM Mİ?

Sık görülen bir manzaraydı. Yaz ayının ateşiyle kavrulan günlerin görüntüsüne yakışan bir tabloydu. Gülümseyerek, uzaklaşan “van”ın ardından baktı. Arabanın arkası karpuz doluydu. Yemyeşil, büyüklü, küçüklü karpuzlar kim bilir biraz sonra hangi sofrayı süsleyecekti. Kim bilir hangi sofrada, hangi iştahlı dudaklardan damlayacaktı şekerlenmiş suyu. En fazla eski hellim yakışırdı ferahlatan tadına. Çocuklara dilimlenerek verilir, sineklerin yapışkan uçuşları arasında, üst-baş karpuz suyuna batar, çıkardı…

Çocukken karpuzun çekirdeklerini avluya ekerdi. Bir keresinde koca koca karpuzlar vermişti ektiği çekirdekler. Sonraki yıllarda, her karpuz yiyişinde, annesi -yeniden ve bıkmadan- anlatır, dururdu avluda yetişen kan kırmızılı hikayeyi. Kıbrıslıysanız eğer, yaz mevsiminde evde “su” gibi karpuzun da eksilmemesi gerektiğini bilirsiniz. Evde, sofrada son karpuz kesilince bir tedirginlik kaplardı içini. Neyse ki kapılarının önünde, devamlı “karpuzcu” bir akraba durup, “Rahme aba, karpuz ister misin?” diye sorardı da içi rahat ederdi…


Nice yıldan sonra, karpuzlar, pazara, manava, yeküncüye götürülmek üzere yola çıktıkları bir sabahta “o günlere” döndü. Yığın halini almış karpuzlara bakarken “Karpuz işte” dedi bir ses, “Neye benzetiyorsun ki dikkatli bakarak?” diyerek ekledi. Bu, sabahın ilk sorusuydu. Hayır, bu soru değil, farklı evrenlerde var olan ve yolları hiç kesişmeyen seslerin buluşamayan nefesiydi. Gülümsedi… Gözlerini çevirdiğinde bir yaz meyvesine değil de onu çok etkileyen bir döneme bakıyor gibiydi:

“Sevda”ya…
dedi ve ekledi…:
“Kıbrıs”a…

Bu yanıttan sonra uzun süre suskunlaştı. Bu yanıtı komik bulanlar olabilirdi, bunu göze alarak kendini ele verdi. İçinde aniden ince bir kesik hissetti. Kan kırmızı, sıcak bir acı aktı damarlarına, ürperdi… Sonra kendi kendine konuşur gibi ağzında bir şeyler geveledi:

“Sevda gibi iştah kabartan, her adrese pazarlanmaya çalışılan, açlık-tokluk hissi yaratan, aranan, bulunan, arzulanan, sofralarda sunulan, bazen “kelek” bazen tatsız olan ama hep kan kırmızı bir alevi içinde barındıran; denenen, suyu akıtılan, bazen çatlayan, bazen kargalara yem olan, bazen piyasası düşüp de ucuza satılan…
Kıbrıs gibi… Nice savaşların, nice kavgaların, nice zaferlerin, dibe batmaların, uygarlıkların kuşattığı koca bir tarihten sonra, toprağın cömertliğine inat, pazarlanan, kar için, ucuzcuların elinde peşkeş çekilen, masalarda sunulan, piyasası düşen, bölünen, parçalanan, ortadan kesilip, atılan, satılan”…
—-
Yoldan geçen beyaz van araba çoktan gözden kaybolmuştu. Radyodan yükselen şarkı beyninde açılan kapıdan içeri girerek, onu günlük zaman diliminden uzaklaştırdı. Yine o nihavent beste, o eski yaz ayındaki hissedişle tamamlamıştı sıcak, mavi bir Kıbrıs sabahını:”Yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi…”

Her şeyin bir görünen, bir de görünmeyen yüzü vardı, bilirdi. Bazen bir sevdaya, bazen bir adanın yanığına kabuklaşan kan kırmızı kesikleri, kah bir meyvenin içine, kah mürekkebin maviliğine gizlerdi… Hayatın nerede, ne görüldüğüyle ilgili olduğunu fark edeli beri, bazen bir alçacıkta, bazen bir karpuzda, bazen alakasız bir detayda saklanan işaretleri şifrelerdi. Onun için hayat, içinde kesiklerin, bilmecelerin, yüzlerin gizlendiği bir arka mahalleydi. Perde arkasının makyajsız gözleriydi. Dudak büküp, “karpuz işte” deyip geçenlerle “normallikleri” kesişmeyeli çok zaman geçmişti.

Yürüdü… Canı karpuz çekmişti. Gözüne kestirdiği, parlak, gösterişli bir karpuzu bıçağıyla dilimledi. Ferah, ıslak, iştahlı bir arzuyla, kan kırmızı acılarını dişledi…

 

***

SIZI
Dindi yağmur
Bir Şubat sabahı caddeleri döven rüzgar dindi
Pencereleri rahatsız eden damlalar
Gökyüzünün öfkeli homurtuları dindi

Dindi ıslak kaldırımların heyecanlı beklentileri
Araba camına gizlenen endişeler dindi
Bir yağmur bulutu söküp aldı her şeyi
Çukurlara düşe kalka yürüyen ayaklarımın sızıları
Dindi

Saçlarımı darmaduman eden esinti
İçimin git gelleri
Depremler, tsunamiler
Sorular, boşluklar dindi

Yağmur söküp aldı öfkesini damımdan
Kapımdan, sokağımdan, kavgamdan
Geri aldı adını hafızamdan

Dindi rüzgar
Dindi fırtına
Kurudu maki sevdaların
Bodur yalnızlıkları
Dindi içimin bütün sızıları…
B.B.

***
HAYALİNLE DEVRİALEM

Akdeniz’in serin rüzgarları çarpardı yüzüme

Çürük iskele tahtalarını arşınlarken

Bir nazlı gemi yelken açar engine

Kendimi seyreden gemide hayal ettim

Devrialem yaptım hayalinle

Kutupların buzullarında buldum seni

New York gökdelenleri kirpiklerindi sanki

Aşk yuvası Paris’te

Bir bardak şapapta tattım lezzetini

Londra’nın Trafalgar Caddesi’ni

Arşınladım hayalinle

Hint okyanusunda göğe çıkardı dalgalar

Oynak Hint müziğinde

Kıvrak rakkaselerin göbeklerinde

Döner, dönerdim

Afrika’nın vahşi havasını

Sen diye içime çektim

Ekvatorun aşk dolu yağmurları

Islattı kirpiklerimi

Japonya’nın Geyşa kızlarını

Sen diye sardım

Her yerde her kentte, hayalini kovaladım

İşte döndüm Larnaka’nın çürük tahtalı iskelesine

Kayboldu enginde seyreden gemi

Hayaller yerine bıraktı hüzne

Akdeniz’in serin rüzgarları çarparken yüzüme…

Cemal Halil Ziya

Hüzünlü Zambağım Kitabından

1971 (Canbulat Basımevi)

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar