Oğlum, yaşamın rahminden kopup geldin, HOŞGELDİN.
Yüzümün saklı anlamlarının acısını anlatan isminle, susuz, densiz, sözsüz bir dünya takviminin sararan ve dökülen yaprakları arasından gösterdin CEMAL’ini. Etraf serinlemiş, deniz aşkından sularını köpürtmüşken, geldin tam 12 yıl önce… Göçmen kuşları bile erteledi gidişlerini; aşk kendi deliliğine şaştı sen gelince. Beti benzi atan bir öğlen vakti verdiğim savaşın ortasına geldin. Ruhumdaki yükün ağırlığı olanca gücüyle zorlarken bedenimi ağladın, güldün, geldin. Gülüşümü Cemaline kazıdığım, hoşgeldin…
Hoşlukla değil, boşlukla dolu bir insanlık düzeninde susuz toprağın kurak geleceği oldu buluşma yerimiz. Sana nice acılar garantisiyle dolu yılların yorgunluğunu hazırladım. Seni delinmiş gökyüzü, rengi atmış mavilikler, içi samanla doldurulmuş düğünler, şiirsiz geceler, sevişmesiz döllenmelerle yıkanmış insanların memleketinde yere düşmeyen bir sevdanın çığlıklarıyla bekledim. İnan, sana daha iyi bir yer, kendime daha iyi bir yol bulmak isterdim. İçimle, düşümle, acımla, şiirimle, kitabımla, gözyaşımla besledim seni.
Yenilmeden kendime, kendimden çok büyütmek için, sana döndürdüm yelkenimi. Sonbahar gecelerinde direnen yasemin bildi. Yaprağını kalkan yapan çam gördü gözleriyle. Bahçede uğuldayan rüzgar sezdi geleceğini. Verandalarda gizlenen sohbetler tanık oldu upuzun gecelerde. Sözsüz anlaşanlar, sözlerle kavuşanlar, var olmadan doğuranlar, kimliksiz dolaşanlar sardı etrafımı. Ezberledikleri kavuşmaların empozesini dökerken eteklerime, ağrılı gecelerimde bir-bir hepsi boğazıma yapıştı. Öğretilerini öğrenmemek, bildiklerini reddetmek, gördüklerini sahiplenmemek inadıyla sarıldım sana. Ters yolların istikametine diktim gözlerimi. Yasaksız, bağımsız açan kına çiçeğinin rengini verdim adına. Sana çatlamış narın kan kırmızısından bölünmeler ayırdım. Ağrılıydım, dudak kenarımdaki çıkınımla çıplaktım. Yorgundum kendime, terimle çıktım karşına. Sense, geldiğin ülkenin bilinmezlikleriyle karşımda baştan aşağıya gerçeğimdin. Bildiğim duaların bilincinde, yazdığım satırların derininde, okuduğum kitapların ötelerindeydin. Etrafta atılı çöpleri, çöpe dönen bedenleri, artık, atık gibi yaşayan kimlikleri ayıklayamadım buluşmamızda. Maden kazalarındaki ağlayışları, kapkara kaderiyle dönen insanlığı, tacize uğrayan çocukları, aç kalan insanları, savaşları, yok edilen çevreyi, ısınmayı, soğumayı, volkanı, ozonu… ayıklayamadım buluşmamızdan.
Gerçeklerin en kör noktasında, hazırlıksız, rötuşsuz, makyajsızlığımla gör ve bil istedim geldiğin yeri. Dört bir yanı duvarla çevrili adamızın çıkmaz sokağında baktım yüzüne. Lefkoşa’daki yaseminin kokusuna başka kokular karıştı. Mağusa’nın surları yetemedi korumaya kimliğini. Etrafta arabesk şarkılar lahmacun tadında bir yaşamı pompalarken çıkıp geldin. Çıkmazlıklarımla dolu kapılarımın, rengi atmış yarınlarımın, muştusuz imzalarımın delici yalnızlığını bil istedim. Sen, “acıların hazırlıksızlığıyım” dedin ve ağladın. “Delirmelerin kırılma noktasıyım” dedin ve sustun. “Çılgın sevdaların kanıtıyım” dedin ve uyudun. Seni sen yapan gerçeğinle sardım sarmaladım kanamalarımı. Sarılmayan nice açık yaranın rengi bulaştı üzerine. Kanına dolaştı, damarlarına karıştı karmaşam. Göbeğimden göbeğine yol olan bağı kestilerse de beni sana seni bana bağlayan o şiirsel, o derin, o dipsiz, akıl almaz, iflah olmaz aşk daha da kuvvetlendi sen büyürken. Eziyetli bakışım bakışına dolaştı. Ayıklayamadım düğümlenen sezgilerimi senden.
Sen, çırılçıplak gerçeklerle dolu, ezbersiz bir yarına çıkıp, geldin. Hoşgeldin.
Karşında sözün bittiği yerde, aşkın sana dönüşmüş gerçeğindeyim.
————————————————————————————————-
ÇOCUKLARIMA
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel
Örneğin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları hem saymasını severek
De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı
Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış
Dalga mı geçiyorsun düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler
Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar
——————————————————————————-
KÜÇÜK OĞLUM SORUYOR(*)
Küçük oğlum soruyor bana : Matematiği öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
İki parça ekmeğin tek parçadan fazla olduğunu
Okumadan da anlayabilirsin sen.
Küçük oğlum soruyor bana : Fransızca öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
Bu ülke çökmek üzere.
Sen karnını oğuştur elinle, biraz da inle
Onlar anlarlar derdini.
Küçük oğlum soruyor bana : Tarih öğreneyim mi?
Şöyle cevaplamak geliyor içimden : Ne diye!
Başını toprağın altına sokmayı öğren
Böylece hayatta kalırsın belki.
Ve sonra : Evet öğren -diyorum- matematiği.
Öğren Fransızcayı, öğren tarihi!
Çeviri : Hasan KURUYAZICI
(*) “1940” isimli şiirin altıncı bölümü
———————————————————————————————————-