Namık Kemal, Osmanlının son demlerini yaşadığı o yıkım dönemlerinde kapıldığı umutsuzlukla Türkiye vatanını işaretle, “kim kurtaracak” diyordu “bahtı kara maderini…” ELBETTE düşman çizmeleri altında çiğnenen bir vatan değildir KKTC. Ne de öylesi bir tehlike vardır..
Fakat “kendi Kuzey vatanımızda” yoksa da bir egemenlik sorunumuz, “esir Türkler” değilsek bile, hem siyasi hem de sosyoekonomik yönden hiç de iyi durumda olmadığımız ortadadır..
Üstelik tüm himmet ve güvencesine karşın bu “kötü talihimizi” Türkiye bile değiştiremiyor! Çünkü çoktandır onun da üzerinde Hıristiyanlık dünyasının hortlatmaya çalıştığı “haçlı seferlerinin” ruhu dolaşmaktadır..
Kİ gel de böyle kadere tükürme: Yunanistan ile Rum tarafının “Osmanlı degarası” kadar kıymeti olmayan gıdımlık politikalarında savruluyoruz!
***
MAVİ VATAN DEĞİLİZ: Yeni icat bir terim de olsa kaç zamandır Sn. Cumhurbaşkanımızın diline pelesenk her vesileyle telaffuz etmekte..
“Mavi Vatanda Türkiye ile birlikte yolumuza devam edeceğiz” demekte… Ne var ki bugüne kadar “ambargolar,” dünyadan “tecrit edilmeler” yetmezmiş gibi şimdi de daha pandemi belasını savamadan “döviz vurgunu” nedeniyle felç olduk!
Yani “güzelim” de “mavilim” de olsak felaketlerden kurtulamıyoruz! ***
BUNA KARŞIN son döviz vurgunu ve bozgunu nedeniyle hükümetin aldığı tedbirleri önemsiyorum ki aslında yazıma başlarken şöyle diyecektim:
“YARIM asır sonra bile hâlâ esen rüzgârlarda savruluyor, güneşlerde yanıyor, yağmurlarda ıslanıp soğuklarda titreşiyoruz ki eğer Ankara açıktan parasal himmette bulunmazsa bu adada çoktan erir giderdik yada Rum’un emrinde ve idaresinde bir toplum olurduk!”
Neyse ki Türkiye’yi yakıp kavuran döviz vurgununun yalazları bizi de yakarken, tutun ki daha üç dört günlük bir hükümet olması ve de şunun şurasında 23 Ocak’ta seçime gideceği gerçeğinde, “Sucuoğlu Hükümeti” siyasi iradesini kullanarak Devlet ciddiyetine yakışır bir dizi tedbirler aldı…
OYSA “bana ne” diyebilirdi.. Vaziyetleri palyatif tedbirlerle idare edebilirdi.. Bunlara tevessül etmeden esnaf ve zanaatkârlara, dövizle borcu olanlara yönelik alabileceği kadarıyla aldığı mali ve ekonomik tedbirler tutun ki “adadaki varoluş cehdimizin” de ispatıdır ki zaten yarım asırdır çözümsüz ve ambargolar altında varlığımızı devam ettiriyorsak, işte bu “vatanseverliğin ve cehdin sonucudur…” ***
VE KISACA TAKILDIĞIM: (NEDEN TRAFİK KAZALARINDA ÖLÜP ÖLDÜRÜYORUZ?) Son dönemlerde “ölümlü trafik kazaları” çoğaldı ama bu kez nedeni dilimize pelesenk olmuşluğuyla ne trafik yoğunludur ne de yolların bozukluğu! Raporlara göre “sürat ve dikkatsizlik!”
DOĞRU olmalıdır çünkü artık sürücüler arabalarını çalıştırıp yola revan olmuyorlar! Yaydan kurtulan ok misali ralliye çıkacakmış gibi fırlarlar ki ötesi “ya olmak yada ölmektir!” ***
BİLİR MİSİNİZ? “Araba özgürlüktür.” İnsanın “makineye” hükmüdür.. Hatta varoluşunun, becerisinin, cesaret ve gücünün testidir.
Hatta bazı sürücüler için okşanası sevgilidir.. “Yeni aldığı arabasını sağa sola baktıktan sonra kimseler görmesin diye kaşla göz arasında elleriyle okşayan “araba sevdalısı” insanlar gördüm… ***
NE VAR Kİ insanlar yine de arabalarıyla kaza yapıyorlar! Bazen ölüyor yada ölümlere neden oluyorlar!
Nitekim son dönemlerde ölümcül kazalar daha çok arttı.. Çünkü artık insanlar sıkıntılarını, üzüntülerini de arabalarında taşır oldular..
Arabalarında düşünüp arabalarında dertlenenler, ağlayanlar var mı bilmem ama her halde “eksik olsun böyle hayat” diyenler de vardır mutlaka!.. ***
VE O TELEFONLAR: Taşınmadıkları yerleri yok ki ceplerden evlerin tuvaletlerine varıncaya kadar… En az araba sevgi ve tutkusu kadarlar.. Hatta çok daha fazlası alışkanlıklarda ve araba kullanılırken konuşuldukta, samanlık seyran gibi olur sürücüleri için!
SONUÇ: Zaman ve sürat mefhumları sürücü dikkatlerinde dağıldıkta, makine sahipsiz ve kontrolsüz kaldıkta, ölümcül kazalara uğranılmakta…
LAFIN KISASI her nimetin ödenesi bir bedeli var. Keşke kazalar nedeniyle ölümler hiç yaşanmasaydı ama arabalar çoğaldıkça bir yandan da altyapı adına ne varsa hepsi de “yetersiz” kalmakta… Ki yıllar yılıdır “gün gelecek bu ülkede araba kullanmak mümkün olmayacak” dediğimizin üzerinden çok zaman da geçmedi. KKTC’de nüfus çoğaldıkça arabalar da çoğalıyor, artıyor ama ne yollara yollar ekleniyor ne mekânlar değişiyor ne de alternatif tedbirler üzerinde kafa yoruluyor! Ve ne oluyor?
***
YOL SORUNLARINDAN başlayıp, şavksız akşamlarla devam eden, yetersiz trafik işaretleri ve denetimsizliklerle katmerlenen trafik kazaları, bu kez sürücülerin inisiyatiflerinin dışında kazalara, bazen de ölümcül kazalara neden oluyorlar.. ***
VE BU BAĞLAMDA MAĞUSA DİYORUM. Kaymakamlıktan Belediyesine, Polisinden ötesi yetkili ve sorumlularına kadar işaretleyerek yazıyorum: “Sayın efendiler” diyorum. “Siz mülki amirler, üst rütbeliler, halkın oyuyla seçilmişler, Mağusa’nın artık her biri birer tuzak haline gelmiş o “yollarında” araba kullanırken hiç mi sızlanmazsınız. Hiç mi “acaba bu yollara trafiğin akışını sağlayacak ne yapabiliriz” diye hiç mi düşünmezsiniz?
HER NEYSE! Çoktandır biliyoruz zaten. Makam sahibi olmak ne her zaman “memlekete millete hizmettir ne de yürek sızısıdır vicdanlarda. Sadece koltuk etiketidir..