Babalarımız ağalarımız bize nasıl bir gelecek hazırlayacaklarını bilirlerdi. Çünkü geçtiğimiz gün rahmetle andığımız toplum liderimiz Dr. Fazıl Küçük her biri bir toplumsal manifesto değerinde olan nutuklarında, ”ati”de de diyerek Türk halkının özgür ve egemen “geleceklerini” vaat ederdi..
Denktaş Dr. Küçük’ün vaat ettiği o gelecekleri görme bahtiyarlığına ulaşmış nesildendi.. Ölürken “Doktor”un açtığı yolda yetişen genç nesille Kıbrıs Türk halkına kurduğu devleti hediye etti..
BAKIN ülkelerin tarihlerine.. Nesilden nesillere devralınan “mücadele” süreçlerinde hep “bağımsızlıkla özgürlükler” üzerine kurulmuş mefkûrelerde, kendi kendilerini yönetme erkine sahip “ulusal devlet iddiaları” vardır..
Geçmişte içimizde olan, şimdilerdeyse komşumuz olan Rum toplumu gibi.. Ki oluşturduğu devlet iki asrı aşkın Enosis ideası sarmalı mücadelesinin sonucudur..
YA bizim “ideamız?” Ne dedikti yukarıda? Babalarımız, ağalarımız, liderlerimiz nasıl bir gelecek gözlediklerini çok iyi bilirlerdi: “Özgür ve egemen bir toplum olmak..” Denktaş o hedefi “devlet oluşumuzla” gerçekleştirdi..
Peki şimdi nedir gelecekler için siyasi tasavvurumuz? İşte cevabı?
RUM’un dünyaca tanınmış “devletiyle birleşerek” bir federal Kıbrıs devleti kurmak!
Yetişmekte olan gençlerimize bu siyasi geleceği vaat ediyoruz!..
Ne diyelim? “Hayır etmeyecek hacıyı yılan devenin sırtında sokarmış!”
**********
SORUNLARI SORUNLAR DOĞURUR!
Çok uzun yıllardır unuttuktu böylesi yağmurların yağdığını. Fakat yağdı mı yağardı.. Bazen gece gündüz durmadan, bir hafta süreyle.. Bir gün tatile girse, ertesi gün yine başlardı…
Kanlıdere’nin taştığını çok gördüktü.. Trenin Aslanköy de mahsur kaldığını, katırların öküzlerin çektiği garroları (araba) derelerin alıp sürüklediklerini, can kayıplarının yaşandığını hatırlarız..
Tutun ki aya çıkan, ceplerimize akıllı telefonlar koyan, beş tanesi patlasa dünyayı patlatacak bombalar yapan, teknolojinin medeniyetin doruğundaki insanlık; hâlâ doğaya yeniktir. İSPATINI hasbelkader biz yaşıyoruz! Mesela daha dört beş ay önce Güzelyurt Narenciye üreticileri susuzluktan yakınıyorlardı.. Köylü çiftçi kuraklıktan…
1974’de şehitler vererek kan akıtarak sahibi olduğumuz bu toprakları yazık ki o “tarihi mücadeleye” layık bir vatan yapamadık. (Bu tip lafları o kadar çok tekrarlıyoruz ki artık utanıyoruz! Ne var ki gerçekler değişmiyor. Çünkü yağsa da felaketi yaşıyoruz, kuraklık olsa da zaten felaket!) Nitekim 44 yıl sonra bile her tarafı denizlerle çevrilmiş bu adada yağmur nedeniyle oluşan taşkın suları, denize yada yeterli oranda oluşturulmuş göletlere akıtamıyor da içlerinde sürüklenip boğuluyorsak; “yok artık, bu kadar da olmaz” demez misiniz!..
HADİ doğaya teslim olmak Allah’ın takdiri ilahisidir!
Peki “Dome Otelinin kaderi de mi takdiri ilahidir? Ki aradan aylar geçiyor “ellerinde kalmışlığıyla” ne yapacaklarını bilemiyorlar?
Kİ CAS çalışanlarının ne olacağına ilişkin karara varmaları zorunda kaldıklarında, aradan bir asır geçtiydi! Hadi geçen zaman geçsin, yeter ki sonucu sağlıklı olsun diyeceksiniz.. Beterin beteri oldu!
BU ülkede hayvan besiciliğiyle mezbahalarda yaşanan sorunlardan dolayı et sorunu da vardır, pahasından dolayı yeterince tüketilemediği için yurttaşların protein ihtiyacını karşılayamayacakları gibilerinden sağlık sorunu da! Artı etin pahasından dolayı turizm sektörüyle turiste yansıyan pahası da “artı sorunudur!”
TARIM Bakanı Şahali “gayretlerinin tarımın ülke ekonomisine katkısını artırmaktır” diyor.. Zaten akıl mantık da bunu diyor..
Diyor ama KKTC’nin en büyük ihracatını süt ve mamülleri oluştururken, KKTC insanının da yediği büyük kazıklardan birisi yine bu mamüller oluyor! Ki süt ürünlerini ihraç ederken, tüketmek için de TC’den AB ülkelerinden çok daha pahalısını ithal ediyoruz! Hocanın yumurta hikâyesi.. Bir düzinesini yirmi paraya alır on paraya satarmış, sormuşlar “dostlar alışverişte görsünler” dermiş!
Kİ şimdilerde yine zeytinyağı sorunu var! Her yıl böyle aylarda yeni yağ üretimi çarşı pazara çıkmadan elde kalan stok ve eski yağlar önce baskın pahaya satılır, yenisi çıktı mıydı da eskisiyle karıştırılarak bu kez “yeni” diye yutturulur!
Nitekim devlet (nasılsa) denetim yaptı mı piyasadaki yağların yarısı “hileli” çıkar!
Buna karşın şimdi ne deniyor ama? Eğer zeytinyağı ihracatına gidilirse, üreticiler büyük zararlara uğrayacak!”
KISACA yıllardır bu ülkede ne zaman sorunların çözümü üzerine gidilse kamburlarına yeni sorunlar eklenmektedir..
Çok iyi niyetle göreve başlayan Erhürman hükümeti de bu dönme dolaptan kendini kurtaramadı! Çarpık yapılaşmaya çare diye “emirname” çıkardı, bu kez de “imar iskân” sürecini dumura uğrattı!..
Hadi poşet hikâyesine de takılalım:
KISACA TAKIMDIĞIM: (POŞET BAKANLIĞI KURUN!)
Hükümet baktı ki çevre kirliliği ricalar niyazlar, örgütler nasihatlarla falan çözülemeyecek; bari elimin altındaki poşetleri disiplin altına alayım görsünler denetim nedir diyerek bildiğimiz tedbiri getirdi.
Amma yukarıda dedik ya! Mümkün değil bu memlekette bir sorunu çözerken, pırt diye bir başka sorun doğmasın! Tam poşet işi tamam diyeceğiz, bu kez de marketlerde satışından elde edilen parası sorun oldu, ne oluyor diye!
Önerimdir: Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Bir “Poşet Bakanlığı” kurun.”