Guterres’in Kıbrıs sorunuyla ilgili çok özel temsilcisi bayan Lute geldi, liderlerle görüştü ve gitti..
Ayni sıralarda TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da alışılmış kısa ziyaretlerin ötesinde iki üç gün KKTC’de kaldı, bu arada Maraş’a gitti tetkiklerde bulundu..
Lefkoşa’dan ayrılırken, “Rum tarafında zihniyet değişikliği olduğuna ikna olmadık” dedi.. “Beşli toplantıda neyi müzakere edeceğimizi belirleyelim” dedi.. Ve Güney’le “egemen eşit ortaklıkla doğal kaynakların paylaşımı ve ilgili önerinin hâlâ masada olduğunu” hatırlattı..
“Tepedeki siyasilerin” yarattığı bu yoğun hareketlilikle ilgili açıklamalar sürerken baktık, aradan Sn. Akıncı’nın sesi işitiliyor.. Ve diyor ki “Doğal gazla ilgili önerimiz 2011’den beridir masadadır..” “Rum tarafının önerisinde söz hakkımız yoktur..” “Önerimize AB ve BM’lerden olumlu dönüşler aldık.” “Doğal gazla ilgili önerilere son şeklini verme ve sunma iradesi Cumhurbaşkanlığına aittir..”
Yani TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile KKTC Dışişleri Bakanı Özersay ve Başbakan Tatar’ı işaret ederek ne diyordu Sn. Cumhurbaşkanı?
“Bırakın da işimizi yapalım!”
*****
Dünkü yazımda bir yandan “ulusal davalarda ulusal birlikteliğin” çok önemli olduğunu söylüyor, öte yandan da bu birlikteliğin sağlanmasının ancak halkı siyasi gelişmeler konusunda aydınlatmalarla mümkün olacağını yazıyordum. Yani siyasi sorunlar sürecinde de şeffaflık olabilmeli diyordum!
Çünkü rahmetlik Denktaş’ın da vefatıyla “Ulusal Kıbrıs Türk davası” ve “çözümü” KKTC Meclisine de intikal etmeliydi.. Fakat gördük ki Sn. Akıncı ile de devam eden süreçte kadar gelen süreçte Cumhurbaşkanları hâlâ tek yetkili olarak müzakereleri sürdürürlerken, Meclis’e sadece bilgi vermekle yetinmektedirler.
Tabi bu süreçte, “müzakerelerin Cumhurbaşkanları düzeyinde olması dolayısıyla mütekabiliyet esasından kaynaklı bir zorunluluk da olsa sonuçta masada tartışılan “Kıbrıs halkının bekasıdır, bu nedenle elbette “ulusal mutabakat” gerekmektedir..
Buna karşın sorunun “tek yetkili” tarafından sürdürülmesi belki siyasi disiplin yönünden faydalı olabilir de eğer o müzakere masasında şimdilerde dedikoduları yayıldığınca 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hortlatacak yüzde 70 Rum yüzde 30 Türk oranlarına dayalı “azınlık çoğunluk” sistemi gibi ucube çözüm alternatifleri tartışılıyor haberleri ayyuka çıkıyorsa, “hop hop! Q vadis? Nereye gidiyorsun” diye sorarız elbet!
Ve ekleyeyim: Eğer 45 yıl sonra bile müzakereleri hâlâ iktidar-muhalefet trendinde parça körçe ederek çözüm sağlayacağımıza inanıyorsak, “nanik” diyorum! **********
BELEDİYELER YENİDEN YAPILANDIRILMALIDIRLAR!
Artık Kuzey Kıbrıs’ta bütün sorunlarımız büyüktür! Çünkü “devlet” olduk! Seksen milyon da olsanız, 300 bin kişi de olsanız; ille de Cumhurbaşkanınız, Başbakanınız, Bakanlarınız, Milletvekilleriniz dolayısıyla Meclisiniz olacak!
Fakat tüm bu “seçilmişleri” bağlayıcılığıyla “Anayasa” da olacak ki vakti zamanında “çiğnedi” diye rahmetli Başbakan Menderes’i çatır çatır astılardı!
BUNA karşılık “seçilmiş” de olsalar Devletin kaderini yüklenen siyasi iktidarlar bakın kesinlikle neleri yapamazlar:
Devleti zarara uğratmazlar.. Kötü yönetemezler.. Popülizm yapamazlar.. Devleti şahsi çıkarları için kullanamazlar.. Partilerini ve partililerini devletin ensesinden nemalandıramazlar.. Usulsüz ve kanunsuz ikballere kondurmazlar.. Makamları ulufe gibi kapışari ettiremezler…
Oysa bizde gelip giden hükümetler şu veya bu şekilde Devleti bu hallere düşürdüler!
Ki bu devletin bir kopyası da “Belediyelerdir!” Tutun anasının tanasıdır!
Nitekim geçenlerde bir kaçı, yaptıkları açıklamalardan öğrendiğimizce, Mağusa Belediyesinde toplanıp dertleştilerdi!
Hem sıcak para akışının olmadığından yakındılardı hem de Mağusa ve Güzelyurt Belediyeleri gibileri kanalizasyon ile arıtma tesislerinin yetersizliğinden yakındılardı..
Üstelik artık Belediyelerin de reformlara ihtiyaçları olduğunu söyledilerdi, karnımdan “aman ne güzel” dedimdi!
Hatırlarsınız: 2014’de Annan Planı referanduma giderken, “KKTC Cumhuriyet Meclisinde “28 Haziran’da Halkın Referandumuna sunulacak Anayasa Değişikliği” başlığı altında 21 maddede yapılan “değişiklik” de oylandıydı ama Annan Planına çıkan “evetlere” karşılık CTP’li Tufan Erhürman başkanlığındaki ekibin hazırladığı “Değişikliklere” kimseler iltifat etmedilerdi!
Ki halkı aydınlatmak için dağıtılan ilgili broşürlerde şöyle diyordu:
“Şu anda yürürlükte olan Anayasa’ya göre Belediye Başkanları ve Belediye Meclisleri hiçbir şekilde görevden alınamazken 119. Maddede yapılan değişiklikle belediye organlarının hukuka aykırı işlemleriyle belediyeyi bütçesinin en az onda biri oranında (1/10) zarara uğratması halinde görevden alınmasının yolu açılmış olur.)
Bu değişiklik yada benzeri bir takım “müeyyideler” eğer Anayasada hüküm haline gelselerdi Belediye Başkanlığı için tek bir aday çıkmazdı!
Ne var ki halkın seçtikleri “seçilmişlerin” bırakın hükümet kademelerindeki “partizanlık ve kişisel çıkarlara dayalı gayri ahlâki siyasi tasarruflarını; Belediyeler gibi imar iskândan temizlik tertibe, sulardan yeşil alanlara, aydınlatmalardan ötesi tüm belediye hizmetlerine kadar “devletin parasal katkılarına” karşın cevap veremeyecek duruma düşmeleri, affedilir bir vakıa değildir!
Ha “iyi insandırlar, hoş insandırlar, bizim insanımızdırlar dolayısıyla yanlışlık değil mi ki insanlar içindir affedin gitsin” mi diyelim?
Yada “bir sonrası seçimde seçmeyin görsün dünya kaç bucaktır”laflamalarıyla mı geçiştirilelim onca başarısızlıklarıyla yaptıkları zararları?
Diyeceğim şudur: Artık Belediyelerle ilgili çok ama çok radikal kararlar alınmalıdır. Hem işlevleri hem de seçim sistemleriyle ilgili..