HAFTASONU YAZILARI - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

HAFTASONU YAZILARI

Ahmet OkanAhmet Okan

Şair Ayhan Bozkurt’un Oda TV’de yayınlanan iki anı yazısı ilgimizi çekti.

Bu iki anıyı biraz özetlediğimizi belirterek, birlikte okuyalım:


Kadıköy’deyim…

Karşımda bir başka şair arkadaşım aynı zamanda yayıncım oturuyor.

İlk kitabım çıkacak… Ödül almışım… “Artık şairliğim tescil olacak!”

Bu sırada oturduğumuz yerin hemen önünden “biri” geçiyordu. Biri diyorum çünkü o geçen adamın Fazıl Hüsnü Dağlarca olduğunu o ana kadar bilmiyordum.

Arkadaşım, “Bak” dedi “Şansa bak, Dağlarca geçiyor.”

İlk defa görüyordum, hem de bu kadar yakından. Hemen masadan kalkıp yanına koştum. Koluna girip, “hocam merhabalar, nasılsınız” diye sordum.

Kalın gözlük camının arasından bana sertçe baktı. Elindeki bastonun yardımıyla beni biraz itti.

“Kimsin sen” diye sordu sert bir ifadeyle.

“Şairim” dedim.

Olanlar oldu…

Bastonunu kaldırdığı gibi kafama geçirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ardından bastonla rastgele vurmaya başladı. “Hocam, özür dilerim, ben…” diyecek oldum. O durmadan vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

“Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime, s.ktir git. “ 

Taksim’den Elmadağ’daki Divan Oteli’ne yürüyorum…

Soğuk bir şubat ayı. Ellerim buz kesmiş… Birkaç dakika sonra Attila İlhan ile buluşacağım.

O ünlü “ben sana mecburum” şiirinin dizelerini mırıldanıyorum…

Divan Oteli’nin cafe girişinde bir garson karşıladı beni. Attila İlhan ile randevum olduğunu söyledim. Beni hemen üstadın her zamanki oturduğu masaya götürdü.

O hep yüzünü fotoğraflarından tanıdığım Attila İlhan’ın kendisi duruyordu karşımda. Boynunda kırmızı atkısı, başında şık bir şapka ve kendinden emin bir ifade…

Bir beyefendi…

“Merhaba, ben Ayhan Bozkurt” diyerek sandalyeye oturdum.

“Hoş geldin” dedi, “Üşümüşsün, hemen sıcak bir şeyler iç” diyerek garsona işaret etti. Hakikaten yürüdüğüm için olacak dışarıda çok üşümüştüm…

Garson masaya geldi.

İşte o tuhaf an…

Niye, neden ve niçin bilmiyorum ama garsonun “ne içersiniz” sorusuna “süt” yanıtı verdim. Evet “süt içerim” dedim.

Biraz tuhaftı. Tuhaftı çünkü süt içen bir adam değildim.

Üstelik öyle kısık ve ince bir ses tonuyla söylemiştim ki, ağzımdan “süt” çıktığı anda “niye süt, neden süt, niçin süt ve neden kahve değil ve neden çay değil” dedim kendi kendime.

İnanın hala anlamış değilim.

“Sütünü iç başlayalım, söyleşimize” dedi Attila İlhan gülümseyerek…

Sohbetimiz dünyaca ünlü şair Aragon’la başladı. “Gençlik yıllarında Aragon’un söyleşilerini dinlemek için sık sık Paris’e gittim. Bu bana çok şey kazandırdı” dedi.

Ardından şiiri, musiki ve raksla açıkladı. Yani O’na göre ahenginden soyutlanmış şiir zavallı bir metin olmaktan öteye gidemezdi.
Şiirin okunmasının hatta yüksek sesle okunabilmesinin gerekli olduğunu söyledi. Burada sesin, müziğin uyumuyla özel bir vezin oluşturulmasını savundu.

Söz Divan Edebiyatı’na geldi.

“Şiir; sestir aynı zamanda” dedi. “Düm teke düm tek” ritmi üzerine şairin kendi imgeleriyle kurduğu yeni bir yapıdır. Unutma…”

“Düm teke düm tek” davulun sesi…

Elbette Türkçe Şiir’in büyük ustası Attila İlhan’dan unutulmayacak şiirler kaldı bizlere…

Ama bana unutamayacağım daha da özel bir şey kaldı:

“Düm teke düm tek” ve “süt…”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar