Sn. Akıncı’nın, her biri bir başka önemde süreklilik kazanan “siyasi gelişmeler” karşısında nasıl bir strateji saptayacağını bilmiyorum.
Fakat “gelişmeleri” soğukkanlılıkla izlemek de politika olacaktır, “yeni gündem” yaratmak da..
Nitekim Sn. Akıncı bir süre önce ikincisini denedi: Anastasiadis’e BM’ler aracılığıyla “ortak bir komite kurulmasını..” “Türk-Rum bölgelerine ait deniz alanlarının saptanmasını..” “Hidrokarbondan sağlanacak gelirin orantılı şekilde paylaşımına” ilişkin bazı öneriler iletti.
Ve beklendiği gibi “ret” cevabı ile karşılaştı!
ŞİMDİ bu “ret” ile birlikte sürekli değişkenlik gösteren siyasi konjonktüre bir daha bakalım.
Rum tarafı 2004’den bu yanadır “Annan Planı” ile başlayan “hayır”larına hâlâ ayni değişmez tutumuyla ve Türk tarafının tüm önerilerine karşın “hayır” demeye devam ediyor!
Ki Annan planında “Doğu Akdeniz sendromu yoktu. Şimdi “birincil sorun” oldu. Fakat en basit ispatıyla görüldü ki Rum tarafı, örneğin Sn. Akıncı’nın “ortak komite kurulması” önerisine yine hayır diyor!
BUNA karşın Sn. Akıncı müzakereler yoluyla siyasi soruna bir Federal çözüm bulunabileceği umudunu hâlâ muhafaza ediyor!
Nitekim bu inancı nedeniyle de mesela UBP-HP Koalisyon Hükümetinin “iki ayrı devlete dayalı” görüşleriyle uyuşamıyor..
Ancak söylemeye bile gerek yoktur.
Yıllardır tek çözüm alternatifi olarak sadece Federal sisteme umut bağlamak Türk tarafına “kaybettikleri” olarak yansırken… Rum tarafına da hidrokarbon yataklarına kadar ulaşmasına varan “kazanımlar” hediye etti!
YANİ “zaman” lehimize geçmedi!
Ki bu “kayıplarıyla geçen zamanı” 1974’den sonra tartışmaya açmış, hedefi siyasi eşitlik ve Türkiye’nin garantisi içinde Federasyon olarak belirlemiş, fakat Güney’e kabul ettirmek mümkün olmamıştır!
(Kİ artık çok geç kalıyoruz! Siyaseten hangi yolun yolcusu olduğumuzu bilmemiz gerekir ki “geleceğimizi” saptayalım..)
Oysa bu “kadersel gelecek” hâlâ Rum’un siyasi inisiyatifiyle belirlenmekte, biz de peşinde soluksuz kalana dek
İŞTE değiştireceksek asıl bu “politikayı” değiştireceğiz. Şöyle:
Vakta ki Türk tarafı olarak biz takarız Rum’u peşimize!
Ve “aman çözüm” diye dili bir karış dışarıda koşturtursak peşimizden..
İşte o zaman “bu davayı kazandık” diyeceğiz de şimdilerde “kendi devletimizi kendimizin bile tanımadığı için Rum’la federasyon peşinde koşarken” galiba hayaldir yazdıklarımız!
Buna karşın siyasi gelişmeleri KKTC çıkarına ters yüz etmek hâlâ mümkündür! Yeter ki Doğu Akdeniz’de gösterilen Türkiye- KKTC dirayeti, Kıbrıs sorununda da gösterilsin! **********
ÇÖZÜM İÇİN EKONOMİK KALKINMA
Bir süre önce Güney ile Kuzey arasında “roaming sistemli” telefonlar devreye girdi.
Tutun ki Yeşil Hat Tüzüğü gereği Patates satışı gibilerinden fakat bu kez bir teknolojik ilişki kurulumu!
Zaten uzun süredir çözümden önce iki toplumun bu tip “ekonomik” ve tabi “barışçı” dediğimiz ilişkiler oluşturması konuşulup yazılıyordu.
Nitekim ihtiyaç hasıl olduğunda Rum tarafı Türk tarafının elektrik akımından da yararlandıydı, gerekirse suyumuzdan yararlanabileceği çağrısını da bizim taraf yaptıydı.
Bunlar “insancıl ilişkilerdir. Eğer iki toplum olarak kader bizi asırlar öncesinden asırlar ötesine iki komşu olarak birlikte taşıyacaksa, elbette adanın iyilik ve istikrarı için iyi ilişkiler oluşturacağız…
ANCAK Kuzey’le Güney arasında ilgili şirketlerle oluşturulan roaming sistemi gösterdi ki “telefonlarla mesela Kuzey’den Güney’e konuşmak, mesajlaşmak bize pahalıya mal olurken, Güney’den Kuzey’e konuşmak daha ucuza gelmekte!”
Ne var ki bu farkındalığa “teknik bir olaydır, tanınmamış devlet oluşumuzun etkisi vardır” kulpunu takarak, pahalı konuşmayı sineye çektik !
OYSA öyle olmamalı! Çünkü ben doğduğum zaman da Rum tarafı hep üretken ve ucuz, Türk tarafı hep kısır ve pahalıydı!
Rum tarafı her zaman bolluk içindeydi, Türk tarafı her zaman yokluk!
Türk tarafı her zaman Rum çarşı pazarına muhtaçtı, Rum tarafı çarşı pazarlarımıza adımını bile atmazdı!
Demek istediğim şudur: Eğer iki toplum arasında ekonomik dengeler kurulmazsa, sağlanacak en işlevsel çözüm bile, Türk halkını Rum’un ekonomik monopolünden kurtaramayacaktır!
Kaldı ki bugün de Türkiye’ye karşın büyük oranda Güney’in çarşı pazarlarına muhtaç durumdayız! Nitekim kurduğumuz “telefon bağlantısıyla” bu gerçek bir kez daha ispatını çaktı!
Çağrışımı ise şudur: Demek ki “Ekonomik kalkınmayı “çözüme” değil, “çözümü” ekonomik kalkınmamıza bağlamamız gerekir..
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (O SESİ İŞİTEMEDİK’)
AB Dışişleri Bakanları tarafından Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarından dolayı Türkiye’ye yaptırım kararı alındı da…
Biz AB parlamentosu “parlamenterinden” Kıbrıslı bir “sesin” yüksek perdeden şöyle seslendiğini işitmek istiyorduk:
“Haksızlık yapıyor, bu kararınızla Kıbrıs’ta oluşturulacak barışçı çözümü dinamitliyorsunuz!..” İşitmedik ama!
Niyazi Kızılyürek’ten bahsediyorum. Bugüne kadar tepkisel bir beyanını yada ilgili basın toplantısını işitmedik! Demek ki hâlâ Kıbrıs kadarmış!