Güçlü ülke olmak… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Köşe Yazarları

Güçlü ülke olmak…

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Üç dört gün önce bir yazıma  “Savaş büyük ülkelerin oyunudur” başlığını attıydım.

Ekliyorum:  Tarih boyunca “güçlü olan ülkeler” kazandılar. Ta ki kendilerinden daha güçlü ülkeler oluşana kadar.! “Ki şimdilerde Türkiye o”güçlü ülkeleri” zorlayan bir yeni “güçlü ülke” olma yolundadır..


Nitekim gerek bölgemizde gerekse Avrupa kıtasında Türkiye’den gayrı sınırlarının ötesinde  askeri ve ekonomik varlığıyla “gücünü,” yabancı topraklarda yansıtan bir başka tekil ülke yoktur..

Türkiye ise önce  Kıbrıs’ta şimdilerde  Güney sınırı ötesinde 30 Km. derinlik 120 Km. uzunlukta Suriye’ye ait topraklarda vardır.

FAKAT dün de yorumlamaya çalıştığımca bu “güç” barışçı çözümler sağlamaya yetmiyor! Zaten sorun da budur.

Nitekim Kıbrıs sorununa bakarken, söz konusu o “gücü” görüyorum ama sevinemiyorum.

Çünkü 45 yıllık “çözümsüzlüğü” nereye koyacağımı bilemiyorum!

Ki bundan sonra eğer kısa sürede çözüm sağlanmazsa muhtemelen Türk askerleri   de teröristlerin vur-kaç gibilerinden hareketleriyle  karşılaşacaklardır ki savaştan beter can sıkıcı olaydır!

BUNA karşın vurgulamak zorundayız: “Keşke Türkiye  müzakere masalarında da bu kadar güçlü olabilseydi”  dedirtmesine karşın Cumhuriyet tarihinin en  güçlü  dönemini yaşamaktadır.

Üstelik kendi “harekât” ve “hareketinde” hem Amerika’yı hem de Rusya’yı ayni siyasi “sorunun”  içinde, ayni potada ve kendinden yana destekçi dostları olarak tutma politikasında..

…GELİN de  bu politik beceriyi neden Kıbrıs’taki siyasi sorunu çözme konusunda gösteremedi diye sormayın?

Hatta gelin de neden 2014’de sanki çok matah bir planmış gibi Annan planına destek verdiğine şaşmayın!

Hatta sanki Guterres bizi çok anlıyor yada Kıbrıs Türkleri ile Rumları’nı çok iyi tanıyıp analiz etmiş  gibi.. Kıbrıs için hazırladığı  çözüm planını Crans Montana’da Türkiye’ye de  kabul ettirdiydi!

(Kİ ayni Türkiye bir zamanlar Lozan Anlaşmasıyla kendini bugünkü sınırları içine hapseder, Ege denizini bir Yunan gölü  haline getirir, Kıbrıs’ı Kerküt’ü elinden çıkarmak zorunda kalırken; şimdi de o konferansa  atıfta bulunarak  “bu yerleri  nasıl kaybettik”  hayıflanmasında “ah of” çekmektedir..)

…BİR gün Kıbrıs da mı ayni akibete uğrasın? Ki Crans Montana’da “garantörlük hakkı” bile sulandırıldıydı!..

Diyelim ve umut edelim bir gün bu “barışçı çözüm” adına  ayvayı yemeyiz!                                           *****

ANAYASAL YAPIMIZ

Belki yanlış anımsıyorum diyerek bir kez daha KKTC Anayasasında “Cumhurbaşkanlığı Yetki ve görevlerini” belirten 102. Maddeye ve sonrası maddelere yeniden baktım.

Hayır “Cumhurbaşkanları ayni zamanda Kıbrıs siyasi sorunuyla ilgili müzakerelere “müzakereci” olarak katılır” gibilerinden bir madde yok.. (Buna karşın Meclis’in bir kararı var mı onu da bilmem..)

Fakat İlk Cumhurbaşkanı rahmetlik Denktaş’tan beridiR teamül haline geldi: “Seçilen her Cumhurbaşkanı kendini Rum Cumhurbaşkanı ile müzakere masasında bulur. Üstelik tam yetkili ve sorumlu olarak..”

Şöyle ki çoğu zaman biz Kuzey’deki Türk yurttaşları  o masada konuşulanları, uzlaşıları, haritaları, anlaşmazlıkları ya Rum basınından öğreniriz yada aradan  uzun süre geçtikten sonra deşifre edildikleri için medyadan okuyup öğrenme fırsatı buluruz! Yani kendi davamızı bile öğrenme hakkımız yoktur! Zaten çoğu müzakere serüvenleri de aklımızdan silinip gitmiştir! (      …SİBEL Siber’in “Yarım Asır Masada” kitabını okumaya devam ederken     bunları bir daha düşündüm!

Nitekim “şeffaflık” sözlerimize karşın bu konuda  Rum tarafı bizden çok daha şeffaftır çünkü onlarda Cumhurbaşkanı, yetki ve sorumluluğunu “Ulusal Konsey”den  alır..

*****

BU düşüncelerden hareketle (henüz erken olmasına karşın) Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle olası adaylar  etrafında daha şimdiden “kimin daha çok seçilme şansı olduğunun anketlerinin bile yapılmasına şaşıyorum.

Ki Anayasa’ya bir de “eğer müzakereler olmasa”  ve “müzakerecilik görevi de lağvedilseydi” diye baktığımda,  tutun ki   Cumhurbaşkanının “Ombudsman” kadar bile yetki ve sorumluluğu olmayacağını, “Kararnameleri imzalayıp yada imzalamayıp iade etmekten”  başka yapacak işi kalmayacağını görmek mümkündür!

(Ki Anayasa’nın kabul edildiği 1985’den bu yana  KKTC’de her yönden büyük değişim ve gelişmeler olmuştur ki Artık Anayasa’nın da “Devletin” ihtiyaç ve inkişafına, istikrar ve kalkınmasına hatta seçimleriyle hükümetlerine bile cevap vermekte yetersiz kaldığı gerçeklerde değişmesi gerekmektedir.)                                                     SADEDE  gelecek olursak:

Uzun yıllardır artık  hükümetlerin koalisyonsuz kurulamadıklarını.. İsteseler de programlarını uygulayamadıklarını.. Ve bir buçuk yıldan fazla iktidarda kalamadıklarını.. Bu nedenle “istikrarı” sağlayamadıklarını.. Sürekli seçim kesintileriyle icraatların dumura uğradığını görüyoruz!

Dolayısıyla bu kısır yönetim döngüsünü aşmak için ya “Başkanlık Sistemine” geçilmeli yada Ulusal Konsensus sağlanması için “Ulusal Konsey” kurulmalı..

Dolayısıyla artık Anayasa’nın da revizyona tabi tutulması gerekmektedir şu yönden:

…HANTAL Devlet olduk!   İşte son ve en taze örneği: “Devlete alınan 42 adet elektrikli arabadan ne bakanlar Kurulunun ne de Maliye Bakanının  haberi var!

Böyle bir devlet olabilir mi?

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar