Önce “gevşek,” sonraları “Desantralizasyon” ile devam eden Anastasiadis’in yeni “federasyon” tanımını, “onca eleştiri ve şüphelerime karşın” yabana atmıyorum. Bu nedenle son açıklamalarına da bu düşüncemle nazar atıyorum.
Geçen gün sık sık söylemleriyle hiç gündemden düşürmediği siyasi sorunla ilgili açıklama yapmak gereğini duyan Anastasiadis, yine kendi önerisine dönüş yaparak özetle şöyle diyordu:
“KIBRIS sorunu sadece vermekle çözülmez… Sorulması gereken Kıbrıs Türklerinin karar verme özgürlüklerinin derecesidir…”
Son günlerde tartışma konusu olan “Merkezi yetkilerle” “iki kurucu devlet yetkileri” konusunda da şöyle diyordu:
“Vatandaşların günlük yaşantılarına ilişkin sorunlar ve konularda eyaletler ne kadar güçlü olurlarsa bir toplumun diğerine müdahalesi de o kadar az olacaktır…”
YANİ Anastasiadis bir kez daha “Desantralizm”den söz ediyor, “gevşek” federasyon hatırlatmasında, “Kurucu devletlerin” kendİ içlerindeki yetkilerinin Merkezi hükümet yetkilerinden daha fazla olabileceği imajını çakıyordu.
Tabi ki Anastasiadis’in bu son günlerdeki “gevşek federasyon” tutkusunu en iyi değerlendirecek olan Sn. Cumhurbaşkanı Akıncı ve ekibidir. Fakat Anastasiadis’in aksine (şüphe ile mi karşılıyorlar yada Anastasiadis’in samimiyetine mi güvenmiyorlar bilemem) Desantralizasyon konusuna uzak dururlarken, yerine “siyasi eşitlik” ve “Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arayış ve sondajlarını” gündeme getiriyorlar.
Nitekim Anastasiadis de karşı çıkışla Türkiye’nin adadaki konumunu hatırlatarak soruyor ama: “Siz Kıbrıs Türkleri ne kadar özgürce karar verme yetisine sahipsiniz?”
ŞİMDİ ille de federal bir çözüm olacaksa öteden beri “bari konfederasyon” olsun dediğime nazire, Anastasaidis’in “eyaletler” dediği Kurucu Devletlere kendi içlerinde daha çok yetkiler tanınması gerektiğine ilişkin açıklamalar aklıma yatıyor.. Zaten gitgide kendi bölgelerinde kemikleşen Güney ile Kuzey’e baktığımızda bir başka “çözüm alternatifi” görmek de mümkün değil.
Eğer Anastasiadis bir “kumpas” çevirmiyorsa siyasi eşitliğimizin de (bire bir esasında) kabul edileceği bir siyasi çözümü görüşmek, doğrusu yabana atılır fırsat değildir..
**********
ONLAR ÖYLE” BİZ NEDEN “BÖYLEYİZ?”
Zaman zaman arkadaş sohbetlerinde “hayıflanırız!” “Onlar neden öyle biz neden böyleyiz” diye!
Güney ile Kuzey coğrafyalarından bahsediyorum. Yıllardır o tarafa geçmedim ama kapıların açıldığı ilk yıllarda üç beş kez gittiğimden hem 1974 öncesi geçmişleriyle biliyorum hem de yeniden gördüğüm sonrası halleriyle.. Mesela Derinya’yı, Paralimni’yi, Fernaros gibi köyleri..
Bu yerleşim yerleri kasaba bile değil, köydürler! Mesela biz Mağusa’daki kıyılarımızdan o yöreleri göremeyiz ama onlar çıplak gözle Mağusa’yı, Yeniiskele’yi, Boğaz’a kadar olan sahil ve yörelerimizi, sahillerinden, evlerinden, apartmanlarından, otellerinden seyredebilirler…
Neden mi? Çünkü onlar sahillerini insanlarına kapatmadılar! Yüksek binalarla otellerle doldurmuş da olsalar o sahilleri insanlarına haram etmediler! Ne yaptılarsa önce kendi yurttaşlarına saygıda, faydada yaptılar! Kısaca ranta yenik düşmediler, çarpık yapılaşmalara prim vermediler..
Şimdi arkadaşlar, bu kez yeni açılan kapıdan geçip o yöreleri çok daha yakından gördükleri için anlatıyorlar: “Gidin Derinya’ya, Paralimlimni’ye” falan diyorlar. “Pırıl pırıl köyler. Tertemiz, her biri bir safiye havasında..”
Sonra o Güney’e geçtiğiniz kapıdan dönün Kuzey’e.. Fakat bu kez Güney’deki o köyleri gezip tozmuşluğunuzun gözleminde, bakın bakalım “bizim taraf” dediğimiz tarafa! Tek kelime ile mezbelelik, pislik, ilkellik!
Zaten bilmiyor muyuz ne olduğumuzu? Peki ama 45 yıl önce onlar Kuzey’den biz Güney’den düşmedik miydi göç yollarına?
Bırakın, “suçludurlar ayağa kalksınlar” dediğimizi. Ama onlar Kuzey’e dönmeyi sayıklarken bile yepyeni, bayındır, turistik bir Güney yaratmadılar mı?. Bizse?.. (Hadi gene “pislikten” başlayarak trafik falan diyerek saymayalım!)
O zaman bu “vatan” dediğiniz “sıradağlar gibi durup direnip uğruna ölenlerin” mi sadece? Eğer “yaratamaz, yeşertemez, üretemez..” Aksine içine bile ederseniz, layık olur musunuz ki topraklarında hakkınız olsun!
Bir daha soralım ama: “Neden onlar öyle biz de böyleyiz?”
Çünkü onlar vatanlarını severler!” Bizim sevmediğimiz ise KKTC’den belli değil mi?
**********
KISACA TAKILDIKLARIM. (KALDI Kİ!)
1974’den sonra sahibi olduğumuzda “işte Mağusa’ya yetip de artacak bir milli park dedimdi. Ve sonrasında gelip giden tüm belediye başkanlarıyla da her vesile ile konuyu gündeme getirdiydim. Olmadı, olmadı! Şimdilerde DAÜ kampusunun yamacında kalan “Mağusa gölünden” bahsediyorum. Ki bu gölün bir uzantısı da eskiden “Gandulular” dediğimiz Çanakkale Mahallesine kadar uzanır. İngiliz döneminde yapılan ve Derinya sınırlarına kadar dayanan bir yer altı kanalıyla da gölün su tuttuğu yıllarda bazen iki su motoru birlikte çalışarak aylarca Maraş’taki portakal bahçelerine su aktarılırdı. Yağışlı yıllarda hâlâ bu su aktarma devam ediyor..)
İşte bu gölü “kuruttuk, kokuttuk, ağaçlarını kesip arsa yaptık, üzerlerine yurtlar evler diktik! Yetmedi kanalizasyon şebekesinin atıklarını bu göle saldık! Arıtma yok, çevresi leş gibi kokmakta!..
Kaldı kiii! Biz bu gölü “milli park yapacaktık!”