Federal Kıbrıs’taki “Kripto Taksim” Paradoksu! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
ManşetPoli

Federal Kıbrıs’taki “Kripto Taksim” Paradoksu!

Kripto Taksim

 

İngiltere 1956 yılında enosisi gerçekleştirmek için yükselen tedhiş olaylarıyla birlikte Yunan taleplerine karşılık taksim dahil birçok alternatif çözüm modeli üzerinde çalışmak zorunda kalmıştı. Fakat, esas itibariyle muhtariyet fikrine daha fazla ağırlık vermişti. Sanırım 1956 yılının sonunda Rum milliyetçi isyanını enosisten vaz geçirtmek için 7 yıl boyunca devam edecek olan muhtariyetten sonra, iki toplumun da kendi self determinasyon haklarını kullanmaya açık olduklarını falandan söz etmişti İngiltere. Veya başka bir deyişle eğer Rumların self determinasyon hakkı varsa Türklerin de vardı.


Bu karar tabii ki Kıbrıslı Türkleri heyecanlandırmış ve taksim yolunda yapılan çalışmaları hız vermişti. Türk Hükümeti, 1956 yılı sonunda taksim tezini resmi tez olarak kabul ettikten sonra, 1957 yılında, bu tezi bir yandan Türk kamuoyuna benimsetmek, bir yandan da İngiltere ve Yunanistan’a kabul ettirmek için çok uğraşacaktı. Çünkü Türkiye kamuoyu o zamana kadar İngiltere’nin adadan çekilmesi halinde Kıbrıs’ın eski sahibi Türkiye’ye iade edilmesini istiyordu. Nitekim, bazı aktif dernek, sendika ve talebe örgütlerinin yardımıyla Türk Hükümeti, yeni tezini Türk kamuoyuna kabul ettirmiş, 1957 yılının sonuna gelindiğinde Türkiye’nin her tarafında ve Kıbrıs’ta “Ya Taksim! Ya Ölüm!” sesleri yükselmeye başlamıştı.

İlginç bir şekilde Kıbrıs’a yönelik Federal çözüm yönündeki ilk öneriler de aynı döneme rastlamaktadır. Bu konuyla ilgili ilk önerilerin Nihat Erim tarafından yapıldığı iddia edilmektedir. Öte yandan Hindistan’ın, Hindistan ve Pakistan olarak taksim edilmesinin mimarlarından biri olarak bilinen Lord Radcliffe, 16 Kasım 1956’da Kıbrıs ile ilgili sunduğu raporunda yerel hükümet konusunda bir çeşit federal sistem istemiş olmasına rağmen Türklerin ve Rumların fiziki olarak ayrı olmadıkları için Hindistan’a benzer taksimin imkânsız olduğunu savunmuştu. Bunun yerine coğrafi bölünmeyi içermeyen ikili bir yönetim şeklini teklif etmiş ve dışişleri, savunma ve iç güvenliğinin valinin kontrolünde olacağı, Rumların çoğunluğundaki Meclis’e Türklerin de ayrı bir secimle vekil göndereceği bir yönetim biçimini sunmuştu. Radcllife ayrıca bir Yüksek Mahkeme, bir Garanti Mahkemesi ve bir de Türk İşleri Bürosunun kurulmasını teklif etmişti.

Öte yandan Sömürgeler Bakanlığı tarafından hazırlatılan bir dokümanda ise taksimin Self- determinasyon sonrası tabi olarak ortaya çıkabileceği önerilmişti. Fakat 26 Kasım 1956 tarihinde  Lennox-Boyd Sömürge Politikalar Komitesine bir memorandum göndererek taksim fikrinin tek başına çözüm için yeterli olmadığını, fakat çözüm yolunda kullanılabileceğini yazmıştı. Yani taksim bir amaç değil ama araç olarak kullanılabilirdi.

İncelediğimiz belgelerden anlaşıldığı kadarıyla İngilizler için taksim ve Federasyon hep ilişkili bir konu olarak gündemde tutulmuştur. 1959 yılındaki Londra Zürih antlaşmasının da hep Federal bir sistemi göz önünde tutararak düzenlendiği iddia edilmektedir. Bazı durumlarda Federasyon tezi tamamen bölünmeyi engelleyen bir unsur olarak kullanılmış, bazen ise bölünmeye yardım edecek bir geçici enstrüman olarak görülmüştü. Örneğin birçok İngiliz yetkili, taksim tezine, adadaki toplumların coğrafi dağılımının müsait olmadığını göstererek soğuk bakmışlar, fakat “Çok Bölgeli Federasyon” önerisini de aynı nedenden dolayı rafa kaldırmışlardı. Yani, İngilizler genellikle taksim tezini Rumların enosis ısrarlarına karşı bir koz olarak kullanmaya çalışmışlardı.

Taksim için 150,000 kişinin yerinden edileceğini ve bunun maddi yönden külfetli bir şey olduğunu öne sürerek, Federasyon çözümünü kullanarak bir ara bir çeşit “evrimsel taksimi” bile düşünmüşlerdi. Taksim projesini analiz ederlerken, hızlı bir taksimin maliyeti yanında şiddete davet çıkartan bir uygulama olduğunu da vurgulamadan edememişlerdi.

Aralık 1956’da Radcliffe raporu sunulduktan sonra Federal çözüm modelinin Kıbrıs dışında da tartışılmaya başlandığını görürüz. 20 Ocak 1958 tarihli Sömürge dairesi Akdeniz Departmanı tarafından hazırlanan bir bilgi notundan Radcliffe raporunun 27. Ve 29 paragraflarından Kıbrıs’ta bir çeşit Federal-Özerklik tartışmalarının yaşandığı görünmektedir. Bilgi notu, Radcliffe’in bu konuda kimseyi cesaretlendirmediğini aksine Federal çözümün, Kıbrıs’taki toplumların çok dağınık bir şekilde yaşadığından dolayı, coğrafi esasa dayalı Federasyon’a izin vermediğini öne sürecekti. Yani aynen taksim gibi toplumların dağınık yaşaması, ayrı bölgeler halinde Federal bir yapı altında kurgulanacak bir çözümün önünde bir engel gibi görünüyordu. Bu da Türklerin kafasında bazı “nüfus mühendisliği” projelerin oluşmasına neden olmaya başlamıştı. Radcliffe ayrı bölgeleri olmayan iki toplumun bu tür bir özerklik içerisinde nasıl bir güç paylaşımına gideceğini göremediğini de eklemişti.

Şubat 1957’de Savunma Bakanlığı Müsteşarı Sir E. Playfair yine bir çeşit Federal çözüm önerisini gündeme taşımaya çalışacaktı. Playfair’e göre iki bölgeli olmayan, çağdaş bir Osmanlı Millet sistemine benzer uygulamayla Federal bir sistem kurulabilirdi. Ona göre bu öneriyle toplumlara çift vatandaşlık verilerek, evlenme, din, eğitim gibi toplumsal ve kültürel hakların toplumların özerk yönetimine bırakılması, savunma dış ilişkiler gibi sorumlulukların İngiliz yöneticilerinin ellerinde kalmasına yardımcı olacaktı.

Öte yanda İngiltere Dışişleri, adına Özerk yönetimli-Federasyon dediği bir çalışma yapmıştı: Kıbrıs üç bölgeye bölünecek ve bir bölge Türkiye’nin kontrolüne, bir bölge ise Yunanistan’ın kontrolünde kalacak, İngilizler de stratejik öneme sahip bir bölgenin “Efendisi” olacaklardı. Yönetim sistemi ise bir çeşit Federal sistemden oluşacaktı. Fakat bir süre sonra bu tür düzenlemenin çok pahalı olacağı iddia edilerek rafa kaldırılacaktı.

[images_grid auto_slide=”no” auto_duration=”1″ cols=”five” lightbox=”no” source=”media: 185174,185173,185170,185169,185168″][/images_grid]

Bütün bu taksim veya Federasyon tartışmalarında, nüfusun dağınık olması ve Türk nüfusun azlığı sorun çıkartıyordu. O dönemde Türkiye tarafından Kıbrıs konusundaki anayasa uzmanı olarak atanan Nihat Erim İngiliz valisiyle görüşmek için Kıbrıs’ta bulunduğu bir dönemde, Harding’in ona şunları söylediğini iddia etmişti:

“Yunanistan üçlü anlaşmaya yanaşmazsa, üçümüz bir hal şekli bulamazsak, Türkiye ve İngiltere ikili bir anlaşma ile Kıbrıs meselesini kesin halletmelidir. Nihayet iki ay içerisinde durum belirecek. Siz bana Türkiye’den 8-10 bin Türk gönderin, öğretmen, teknisyen vesaire gibi. Kültürlü insanlar istiyorum. Buradaki Türk cemaatini güçlendirelim.

Nihat Erim, 1950’lerdeki müzakereler sırasında, 1956 yılındaki nüfus oranının mutlak olmadığını, 1877 yılında Kıbrıs’taki Türklerin Rumlardan fazla olduğunu da iddia edecekti ki bu iddia yanlıştı. 1834 yılında yapılan nüfus sayımı adadaki Müslüman nüfusu %30 civarında bulmuş. 1881 nüfus sayımı ise %25 civarında Kıbrıslı Müslümanı tespit etmişti. Ayrıca Erim, 1956 yılında Başbakan Menderes’e yazdığı raporda, Türklerin ve Rumların, istedikleri takdirde İngilizlerin de, adaya dışardan gidip yerleşme serbestliğine dair Radcliffe anayasasına hüküm koyulmasını istemiş, Kıbrıs’taki toprak mülkiyetinin çoğunlukla Türklerde olduğunun söylendiğini ama bu nokta üzerinde daha detaylı bilgi edinilmesi gerektiğini, ayrıca adadaki Türk nüfusunun dağılımını gösteren bir haritanın hemen hazırlanması gerektiğini, ayrıca Türkiye’deki ve yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısının bir an evvel tespit edilmesi gerektiğini tavsiye edecekti. Tabii o dönemdeki Kıbrıslı Türk milliyetçileri hep nüfusu abartarak Türkiye’de 500 binle bir milyon arasında Kıbrıs asıllının yaşadığını iddia ediyorlardı. Nihat Erim ise ilk etapta bu iddialara inanmış görünse de daha sonra bu konuda sağlam delil gerektiğine, o da vurgu yapmak zorunda kalmıştı.

Bütün bu taksim veya coğrafi esasa dayalı Federasyon tartışmalarından Kıbrıs’taki liderlik etkilenmiş ve dağınık Türkleri bir araya getirebilmek için projeler bile yapmışlardı. Özellikle Haziran 1958 ayında başlayan olayları kullanarak Baf’tan yaklaşık 600 aileyi kuzey bölgelerine yerleştirmeye çalışmışlardı. Kendi aralarında nüfus ve mülkiyet sayımı yapmışlar ve anlaşmayla olmasa bile, de-facto şekilde nüfusu kuzeye taşıyabileceklerini düşünmüşlerdi. İlginç bir şekilde İngilizler de federasyonu düşünürlerken benzeri bir şekilde zamanla Federal bölgelerin homojenleşebileceğini ve toplumlar arasındaki kutuplaşmayı besleyeceğini düşünmüşler ve bir kuruş harcamadan iki homojen etnik bölgenin oluşabileceğini iddia etmişlerdi.

1957 yılında hazırlanan taksim senaryolarını içeren raporda ise şöyle yazmaktaydı:  “Onlara otonomi vererek kendi iç işlerinde bağımsızlık vermek adanın Federal bir sistemle yönetilmesini ve egemenliğinin İngiltere’de kalmasına neden olacaktır.” İngilizlere göre bu senaryo adayı Türk, Rum ve Britanya arasında üçe bölmekten daha uygulanabilir bir senaryoydu. Radcliffe önerisinin reddedilmesinden sonra hazırlanan bu eksersizde, Özerk Yönetimli Federal bir Kıbrıs önerisi yer almaktaydı. Bu öneri iddia edildiğine göre taksim ile “ikili yönetim” arsında bir yerde durmaktaydı. Bu tür Federal aranjmanın ani bir taksim projesinden daha kolay bir şekilde nüfus transferlerinin yapılmasını sağlayacak ve bu tip uygulamaların daha insani ve ucuz bir şekilde yapılmasına izin verecekti. Rapor, eğer adanın bölünmesinin şiddet aracılığıyla yapılması olasılığı kaldırılırsa, iki toplumu ayrı bölgelere toplamanın tek  yönteminin Federal bir sistemle, yönetimin İngiltere’de veya başka bir Beynelmilel güçte kalması şartıyla halkın yavaşça özerklik verilmiş kendi etnik bölgelerine doğru hareket etmesini sağlamak olacaktı. Yani acil taksim yerine Federasyon adı altında yavaş yavaş taksim yapılacak ve bu da İngiltere hükümetinin şiddet kullanmasına gerek bırakmayacak ve bölünmenin maliyetini düşürecekti.

Bu tartışmalar ve eksersizlerden sonra 1959 Londra Zürih antlaşmaları yapılacak ve Kıbrıs, coğrafi olmasa da fonksiyonel bir Federal sistem olan Kıbrıs Cumhuriyet’ne kavuşacaktı. Bu anlaşmada bölgesel özerklik verilmemesine rağmen Kıbrıslı Türklere verilen ayrı belediyeleri kurma hakkı, adanın fonksiyonel Federal bir sistemden çok bölgeli bir Federal sisteme sıçrama tahtası olarak kullanılabilme olasılığını da getirmişti. Kıbrıslı Rumlar ise enosisi yapamamanın öfkesiyle bu tip potansiyel taksim öğeleri taşıyan anayasanın bütün maddelerine savaş açacaklardı. Ama bu kaygılar yavaş yavaş kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet dönüşecek ve 1963 Aralığında, şiddet olaylarının başlamasıyla birlikte Türklerin gettolara çekilmesine neden olacak ve bölünmenin ilk ayağı atılmış olacaktı.

Böylelikle toplumlararası olayların başlamasından sonra 1964 yılının Ocak ayında Londra’da yapılan Konferans’ta, Türk tarafı coğrafi esasa dayalı bir Federasyon önerisini masaya taşıyacaktı. Bu öneriye göre iki toplum tamamen birbirinden ayrılacak ve Kıbrıslı Türkler bir kaç bölgede toplanacaktı. Sonuç olarak bu öneri, Kıbrıslı Türklerden 45 bin kişiyi, Kıbrıslı Rumlardan ise 35 bin kişiyi yer değiştirmeye zorlayacaktı. Tabii ki Rumlar bu öneriyi hiç vakit kaybetmeden reddedeceklerdi.

Fakat ilginç bir şekilde 1965 yılında Sovyetler Birliği Kıbrıs’ta “iki ulusal toplumun varlığını” tanıdığını açıklayarak Federal bir çözüme destek verecekti. Tabii ki bu hareket İnönü’yü kötü bir şekilde haşlayan meşhur Johnson mektubundan sonra Amerika ve Türkiye’nin ilişkilerinin iyice bozulmasından ve Sovyetlerin böyle bir ortamı kullanarak Türkiye’yi yanlarına çekmek istemelerinden kaynaklanıyordu. Yani bu hareket “kurnaz” bir diplomatik manevradan başka bir şey değildi. Türk tarafı ise 1964 yılından sonra resmi tez haline getirdikleri coğrafi esasa dayalı Federal çözümü savunmaya devam edecekler ve 1974 harekatından sonra ise şiddet kullanarak fiziki bölünmeyi gerçekleştirdikten sonra bu önerilerinin ilk ve en önemli aşamasını gerçekleştireceklerdi.

Öte yandan Rum tarafı 77-79 doruk anlaşmalarında 1974 trajedisinin verdiği yıkımla Federal çözüme evet diyecekler, fakat bugüne kadar tamamen Rumlaştırdıkları ve sadece kendilerine kalan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden vaz geçip tekrar Türklerle bir maceraya girmekten kaçınacaklardı. Kıbrıslı Türkler ise bir süre Federasyon ister(miş) gibi yapıp uzun süre bağımsızlık ve tanınma peşinde koşmaktan yorulduktan sonra, eski önerilerine geri dönecekler ve hatta 2004 yılındaki BM’nin sunduğu Federal Kıbrıs önerisine referandumda evet oyu vererek eski pozisyonlarının arkasında durdukları imajını yakalayacaklardı. Fakat günümüze kadar Rumların da kabul edeceği bir Federal model üzerinde anlaşmaya varmaktan uzak durmaya devam edeceklerdi.

Öte yandan bugüne kadar birçok Rum için İki Bölgeli Federasyon, hala daha bir “Kripto taksim” yani “gizli taksim” gibi algılanmakta ve  bazı Kıbrıslı Türklerin, Federal hükümette “eşit ortak” kendi bölgelerinde ise (%70’i Rum malı) “Efendi” olma ısrarı onların bu pozisyonlarını değiştirmesine yardımcı olmamaktadır.

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar