Gökte gümüş bir tepsi gibi durmakta…
Yüzü güleç…
Sanki gözleri gözlerinizde…
Vakit, ayın ondördü…
Ay aydınlık…
Okyanus sahillerinin bir yerlerinde gel-git yaşanmakta…
Yüreğiniz gidip gelmekte…
Bir çırpıntı…
Beyninizdeki düşünceler, yüreğinize hükmetmiş…
Ya da gözlerinizdeki ışık…
Yürektir vuran…
Durmadan…
…
Parkta, tahta bir banka yaslanmışsınız…
Uzaklarda değil, yakınlarda bir yerde…
Kendi şehrinizde…
Çocuk Bahçesinde…
Dönem, karartma dönemidir…
Fakat kimsenin gücü ne yıldızları, ne ayı karartmaya yetmiyor…
Hatta bütün plânlar, o aydınlığa göre yapılmış…
Taarruz yok; sızma yok…
Herkes beklemede…
Her şeye rağmen hayat sürüyor…
Belki Beyrut yanmaktadır, belki Şili…
Prağ’da bahar, çoktan yerle bir edilmiştir…
O an böyle bir zaman…
…
Sırtınız bir bankta…
Gözleriniz o bilinmeyen parlaklıkta…
Yürek uçmakta…
Dünya sizden habersiz, siz dünyadan…
Etrafta yasemin kokusu…
Belli ki, mevsim bahar…
Ama son demlerinde…
Baharı düşünecek haliniz yok…
Bazı düşüncelerin tutsağısınız; içiniz zindan…
Bu yüzden yalnızsınız o akşam bir başınıza…
Sinemalardan gelen seslere de kulak verdiğiniz yok…
Belki, Ayhan Işık, Belgin Doruk’u öpüyordu o an…
Ayaklarınıza sürünen sokak kedisine de aldırış ettiğiniz yok…
Yaşamak, bazan ne kadar acı ya da anlamsı…
Kalkıp yürürsünüz…
Mağusa Kapısı’ndan Lefkoşa sokaklarına doğru…
Ahşap kapılar, cumbalı evler içine çeker sizi…
…
Ay aydınlık…
Sırtınızda ince bir hırka… Mevsimlik…
Elleriniz ceplerinizde…
Bir meyhaneden şarap kokusu geliyor…
Gece ilerliyor; ay devriliyor…
Kuru Çeşme’nin kapıları dertli…
Yürüyorsunuz…
Bir hisardan bir hisara doğru…
Gece lâmbaları loş…
Yalnızlığın kolları dar sokaklar gibi kucaklıyor sizi…
Biri selâm vermiş lakin fark etmemişsiniz…
Yüreğinizdeki sıcaklık ellerinize vuruyor…
Gözleriniz yangın halbuki hava serin…
Henüz yeşermemiş bir umut takip ediyor sizi…
Yürüyorsunuz…
Kaybolur gibi…