Gitmek = yitmek demekse;
Başı sağolsun fotoğrafların…
Uğuldayan sokaklarıyla, terkedilmiş bir kentin soğuk eli belleksiz bir fotoğraf karesi olup, düştü sabitleyemediğim ve yetişemediğim zamanın içine…
Takvimlerde sarı bir Ekim hüküm sürerken
Fotoğraflardaki anlar oksitlenir mi düşlerde?
Bir elma gibi kesilip bölünen bu ülkede
Karelerde can bulur mu yitik yüzler?
Peki ya ben,
Geçmişsiz bu gülüşle
ekebilir miyim o fotoğrafları yeniden
Gitmekle, yitmek denilen kavramın ne olduğunu henüz ayrıştıramamış, belli bir yere koyamamış, iç hesaplaşmasını tamamlayamamış, yaşamın kaç türlü kılık değiştirdiğini hesaplayamamış bir cahillikle yalancıktan yüzüme bakan fotoğrafların peşinden yürüdüm. Kendimi mersin kokulu köyümün ayak izlerimi taşımayan sokaklarında buldum.
Doğduğum yerde anım yoksa, doyduğum yerde kelimelerimin ne işi vardı?
Dileğim Menevi’deki o ‘Kızılyıldız Kahvesi’nde acı da olsa bir yudum kahvelik zamana ve anıya sahip olabilmekti. Fotoğraflara yüklediğim bu anlar, geçmişi ve zaferi olmayan bir tarih kitabının sayfalarını karıştırmak gibi birşeydi. Taş mermerlerin süslediği köy kahvesinin duvarlarına gizlenen bakışlar ‘-anılar gibi-’ bana ait değildi. Kahvenin kertikli şekilerini çıkarken hissettiğim yabancı tanıdıklık ancak bir hatıraya sahip –o yitik fotoğraftaki- olanların izlerini sürmeye yarayabilirdi. Geçmişle bugün arasındaki noktanın ara kesitinin tam ortasında durdum. 40 yıllık anıları ve fotoğrafları saklayan, unutmayan, yani kendi geçmişini, kurduyla, böceğiyle, küfüyle sakınanlar arkamda bana omuz veriyordu. Önümde, suyu sıkılan satırlardan sonra can bulduğu karelere ihanet ederek, ardına bile bakmadan teknolojinin parlak kaplı camlarında paketlenen gülümsemelerin fotokopi zamanları duruyordu. Ve biliyordum ki artık ben, sanal bakışlarıyla alenileşen, başka adreslere peşkeş çekilen fotoğrafların değil, çekmecemde fotomontajsız ‘–ana özel, bana özel-’ gülüşleri resimleyecektim…
‘Yaşamın, yaşadıklarındır ; yaşamaya karar verdiklerin ya da yaşamak istediklerin değil.’ dedi O. Aruoba üşüyen bir kentin sokaklarında gezinirken ve ekledi: ‘Yaşadıklarımız, öldürdüklerimizdir.’Bana ait olup da, anısı olmayan her fotoğrafta yaşattığım, öldürdüğüm ve son anda kareleyip, sabitlediğim sesleri azad ettim. Son duyduğum sesin resmini çekip, yüzlerin yanına gömdüm. Peşimsıra gelen parçalanmış kareler, işportaya düşen mallar gibi değerini kaybeden fotoğraflar, tek sıra halinde hizaya geçtiler. ‘Bir rüyaya inanmayı dene’ diye gülümsedi ‘Rüyaları yorumlayan adam.(*) ‘Rüya ve anlam, bölünmüş o fotoğrafın mersin kokulu anısıdır ve yalnızlık o karelere sığamayanların gidecekleri en son duraktır’ diye yanıtladım ‘O’ dipsiz yalnızlığını çözümlerken. ‘Sevdalarda ve fotoğraflarda azad ettiğin ruhları yutan bir bataklığa dönüştürme zamanı’ diyerek ses verdim….
Bir hayale ve bir rüyaya inanmayı deneyecek bir açıyla yüzümü kendime döndürdüm. Mersin kokulu köy kahvehanesindeki sekiye oturup, kendimle soluklandım. Düşlerim ve henüz çekilmemiş fotoğraflarım beni bekliyordu…
(*) S. Freud
———————————————————————————————————–
Opelia’nın intihar güncesi
o sabah (ataerkil ve feodal)
Koca bir zırh giymişim
Öylesine hazırım ki hayata
Öylesine güçlü
Öylesine sert
Öylesine akıllı
Ve öylesine kapalı
Kucaklaşmaya
O düş
Surlarını örüyor yalnızlık
Kalemde tutsak alıyor beni
Bir anka kuşu iniyor gökyüzünden
Ben onun pençelerinde
Onun gözü yükseklerde
Bırakırsa düşerim
Çekersem kanadı kırılır
Öylece uçuyoruz göklerde
Ihtiyaçlı, tutsak birbirine
Yıkıcı bir sergüzeşt
Alabildiğine
Aliye Ummanel
(Düş Geceye Düşünce)
Saklar Koynunda
Bir üzüm salkımıdır yaşam
Tadı kalır her akşam
Zamanın arasız ağzında
Akıllı toprak, toplar
Tükürdüğü çekirdekleri
Ve saklar koynunda
Feriha Altıok
(Şiirle Söyleşiler)
———————————————————————————-
Başucu Kitaplarından
Tanrı belki de hâlâ içimizdedir, çünkü onun yokluğunu hissediyoruz. Onu anımsıyor, hâlâ ondan bir şeyler taşıyoruz, ama çok az. Oysa o onu aramamızı istiyor. Belki de bu Fritz’in sözünü ettiği deneydir. Onsuz olamayacağımızı, çaba sarf etmediğimiz, onu dşünmediğimiz, onun emirlerini dikkate almadığımız zaman dünyanın batacağını fark etmemizi istiyor. Kimileri, yani inanç sahipleri ellerinden geldiğince ona sarılıyor, ama kimileri de dünyayı mahvediyor. Onlar, Tanrı’nın hâlâ burada olduğunu bilmeyenler, Tanrı yalnızca onlar için yok. Kötü ve art niyetli olmanın yanlış olduğunu anlamak zorundalar. Biz de onlara yardım etmek zorundayız. Tanrı’nın amacı bu. Herkes hatasını görüp o andan itibaren iyi bir davranış göstermeye başladığında, Tanrı da kendini bizler için biraz daha görünür kılacak. Bu da önümüzde uzun bir yol olduğu anlamına geliyor.Yine de çağımızda Tanrı ona bağlananların yanında. Hem de çok yakınında, onlara yardım ediyor.
Ölü Filozoflar Kahvesi (Vittorio Hösle/ Nora K.)
Çeviren: Çağlar Tanyeri, Arion Yayınları