DÜN ERENKÖY’Ü BİR KEZ DAHA YAŞADIK - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

DÜN ERENKÖY’Ü BİR KEZ DAHA YAŞADIK

Kıbrıs sorununun bir parçası da “Erenköy”dür. Dün 50. yıl anma törenleri vardı.
Erenköy’ü mücadele tarihimizin içine katan olay neydi? Niçin kuş uçmaz kervan geçmez denilen dar bir kıyı şeridi içine sıkışmış bu yörede, onca kanlı çarpışmalar olduydu? Neden eski adı ile Dillirga denilen bu Erenköy’e Türkiye üniversitelerinde okuyan öğrenciler, “Zir kampındaki” kısa süreli bir askeri eğitimden sonra 1964 yılının Nisan ayında gizlice bu irili ufaklı kurak çorak tepeciklerle dolu dar kıyı şeridine çıkartılmışlardı?
Bu konuda çok konuşuldu. Çok yazıldı. Kitaplar yayımlandı. Şöyle böyle 500 gönüllü üniversite öğrencisinin Erenköy’e çıkarılmasının olumlu ve olumsuz yanları didiklendi.
Ve aradan 50 yıl geçti. Buna karşın 50 yıl sonra bile yukarıdaki o sorularıma cevap arıyorum. Çünkü Erenköy asırlarca kendi yerleşik insanlarına bile yar olamamış, balıkçılıktan başka yapılacak işlerinin olmadığı öylesi bir nâmüsait bölgeydi! Kaldı ki üst başlarındaki tüm tepeleri her türlü silahla donanımlı Rum ve Yunan askerleri tutmuşlardı ki o daracık sahil şeridinde ne savaşarak fark atabilirlerdi ne de o asker ve silah üstünlüklerine karşılık oralarda tutunabilirlerdi.
Dün 1 Nisan 1964’de Erenköy’e ilk çıkan bölüğün öğrencilerinden olan arkadaşım Ergün Sever’e, kim bilir kaçıncı kezdir sorduğumca yeniden sordum. Aynen aktarıyorum:
“Üniversite öğrencilerine eğer isterlerse gönüllü olarak Erenköy’e çıkabileceklerini kim haber verdiydi?”
Ergün Sever: “Mehmet Ertuğruloğlu. (Ankara’da Kıbrıs Türk Temsilcisi.)”
“Sence neden böyle bir operasyona gerek duydulardı?”
E.S: “Biliyorsun 1 Aralık’ta Kıbrıs’ta Kanlı Noel’le birlikte Rumlar Türklere yönelik saldırılara başladılardı. Biz Türkiye’de yaşanan kanlı olayları duydukça “ikide birde toplanıp eylemler yapıyor, Kıbrıs’a gitmek için, “ya siz çıkın ya biz çıkalım” sloganları atıyor, TC hükümetini pasiflik ve ilgisizlikle suçluyorduk. Bir olasılık, hem elimizden ve eylemlerimizden kurtulmak hem de Erenköy’de bir Türk tampon bölgesi oluşturmak için bizi bölgeye çıkardılardı. Tabi bu plan da harp Dairesinde hazırlanmış olacaktı. (Öğrenciler Erenköy’e çıkartılmadan önce Ankara’daki Zir kampında eğitime tabi tutulmuşlardı.)
“O daracık sahile çıkmanızın başka nedenleri yok muydu?”
E.S. “Tabii ki vardı. Süleymaniye, Alevkaya, Bozdağ, Mansura ve Erenköy’den oluşan kantonu kurduktan sonra Lefke ile bağlantı kurup bölgeyi olduğu gibi Türk kontrolüne almak… Hatta Denktaş Erenköy’e çıkarken bu kantondan gizlice yahut BM’ler Barış Gücü aracılığıyla Lefkoşa’ya ulaşabileceğini düşünmüş, ancak mümkün olmamıştı.
“Rum-Yunan askerleri ile ciddi sayılacak kaç savaş olmuştu:
E.S. “İki buçuk! İkisi büyük birisi küçük savaşlardı. Zaten başlarında Grivas vardı. (9 Haziran 1964’de adaya gelen çete başı Grivas Mayıs’a kadar öğrencilere saldırılar düzenlemesine karşın sonuç alamadıydı. Ergün Sever’den önceleri de işittiğim bu anlatımları neden tekrarlatıyordum? Şu aşağıda anlatacağım asıl büyük felâketten dolayı! Çünkü bu anlatımlardan sonra her zaman, “Üniversite öğrencilerini ve o bölgede ikamet eden insanları Allah korudu” demekten başka bir şey söylenemezdi! İşte olay: Grivas yönetimindeki Birlikler sürekli saldırılarına karşın sonuç alamayınca  İlk kez daha büyük bir saldırıya geçtilerdi. 5 Ağustos’ta Mansura ile Bozdağ’a, ardından da Selçuklu ile Alevkayası’na yüklendilerdi. Bölgede tankları topları ile on binin üzerinde askerleri vardı. Bizim Üniversiteli öğrencilerimiz ise 500 kişi falandı. Arada yöredeki Türk mücahitler de vardı, tutun ki sekiz yüz bin kişiyi aşmaları yine mümkün değildi. Nitekim söz konusu köyler bir bir düşerken tüm mücahitler Erenköy’e çekildilerdi. Kaçınılmaz son adım adım üzerlerine geliyor, ölümün soğuk nefesi bedenlerini sarıyordu. Tekbir getirip şehit olmaktan başka çareleri kalmadıydı. Geride bırakacakları en büyük hatıraları “vatan yolunda şahadetleri olacaktı!”
İşte tam o son anda 8 Ağustos günü Türk jetleri Erenköy üzerinde uçarak uyarıda bulundu. Ardından da BM’lerde ateşkes anlaşması yapıldı…”
ERENKÖY’DE BİR DESTAN YAZILDI MI? Ben “evet” diyorum. Kısa sürede Zir kampında eğitim görüp alelacele Erenköy’e çıkartılan tümü de acemi öğrencilerden oluşan beş yüz kişilik bir öğrenci grubu, on bin kişilik donanımlı Rum-Yunan ordusuna karşı sonuna kadar savaştı. Jetler gelmeseydi bir teki kalmamacasına kıyımdan geçirileceklerdi.
Ve tabii aradan elli yıl da geçse sorulası soruyu bir daha soralım: Böylesi bir askeri hareketin büyük rizikosuna karşın, bu öğrencilerin Erenköy’e çıkartılmaları hem strateji hem de can güvenliği yönünden doğru bir karar mıydı?
“Düşünce” yani bölgede Lefke’yi de içine alacak bir Türk kantonu oluşturmak doğruydu. Yanlış olan bu kararı alanların olayın askeri yönü ile bölgenin stratejik konumunu ya hafife almaları yahut da yanlış hesaplamalarıydı!
Şimdi de düşündüğümde doğrusu ürperiyorum. Ya beş yüz çocuğumuz Rum Yunan askerleri, tankları topları altında şehit olsalardı!   
Bunlara karşın Erenköy, tarihimizin destansı bir sayfası olarak hep yaşayacaktır.         
**********      
DEVLET SEKTÖRLERİNİ KİMSELER KURTARAMAZ!
Telekomünikasyon Dairesi ile kendi fiber optik kablosunu Lefkoşa’dan Mağusa’ya çekmek isteyen Turkcell arasındaki tartışmalar devam ediyor. Tel-Sen diyor ki “zaten Telekomünikasyonun bir fiber optik bağlantısı var onu kullan!” Neden öyle söylüyor? Çünkü Turkcell kendi hattını çekerse ileride Telekomünikasyon’a rakip olacakmış. Biz de diyoruz ki “aman ne güzel çünkü böylesi bir rekabet her rekabette olduğu gibi olumlu yanları ile halkın çıkarına yansıyacaktır!”
Sorun o değil ama: Sen zaten Telekomünikasyon Dairesi olarak yıllar önce kendi kendini batırdın ki bugün özelleştirilmen için dayatmalar var! Hadi o kendini yediğin yıllardan kalma bir olayı aktarayım:
1990 yıllarında Telekomünikasyon Dairesi yeniden yapılanmaya gider. O günkü en iyi teknolojilerden birini “her haneye bir telefon” parolasıyla ithal eder. Bunun için krediye ihtiyacı vardır. Tamamen kendi gelirleri ile ödemek koşulunda ve dört yıl vade ile bankalardan borçlanılır.
Proje yapılır, süreç başlar. İki yıl kadar işler hep tıkırında gider. Krediler planlandığı gibi gününde ödenir.
Ne var ki o günlerin Maliye Bakanlığı şu veya bu nedenle kendi “bütçe planlamasını” tutturamayınca Telekomünikasyon Dairesi’nin bankalardaki kredi borçlarına ödediği gelirlerini durdurur! Ve o gelirleri zevahiri kurtarmak için kendi adına başka kalemlerde kullanır!
Telekomünikasyon Dairesi Müdürü durumun vahametini anlar, Başbakanlığa, Maliye Bakanlığına borç taksitlerinin mutlaka bankalara ödenmesi gerektiğini aksi halde sorunun altında kalacaklarını anlatır. Hem de müteaddit defalar!
SONUÇ: Söylemeye gerek var mı? Düşünün ki 1990’lardan bu yana dövizde her halde ve neredeyse yüzde on beşleri de aşan artışlar yaşandı ve birleşik faiz kapsamında Telekomünikasyon Dairesi’nin yirmi yıllık borcu şimdilerde kim bilir nerelere geldi! Ki bu borç eğer silinmediyse Telekomünikasyon özelleştirmeye gitse, alıcısı da çıkmaz!
Kısaca memleketteki tüm devlet sektörleri benzeri hesapsızlıklar ve popülist uygulamalarla harcattırıldı. Elde kalanlar zaten batakta!
Buna rağmen “keşke” diyoruz! Keşke devletin alinde kalan şu üç dört sektör, özel sektörü rekabete zorlayacak güçte ve yapıda olsalardı. Oysa ne oldular? Özel sektörün rekabetinden korkuyoruz diyerek kendilerini devletin kollarına atan imtiyazlı sınıflı al bebek gül bebek oldular! Kısaca besleme durumuna geldiler!
Tabii hata ne çalışanlarındır ne sendikaların… Ancak devlet sektörlerinin “batmalarına” karşın ısrarla elde tutulmalarının, “özelleşirse çalışanların hakları ne olacaktır” haklılığından başka tek haklı yanı kalmamıştır!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar