Gündelik hay huyun içinde, hiç bitmeyecekmiş gibi koşturup duruyoruz.
Yaşam mücadelesi tamam da, çoğu zaman gereksiz gündemlerin de peşinden gidip, kendi kendimizi yıpratıyoruz. Hiç sonu gelmeyecekmiş gibi, ya da en olmayacak şeyleri halledebilecekmişiz gibi…
Kolay değil aslında bu ülkede yaşamak… En iyiyi, en güzeli görüp, bizim niye beceremediğimize yanmak, stres, hayal kırıklıkları…
Öyle bir ülke ki bu, emekliliğinizi bile huzurla sürdürmenize izin vermiyor…
Dün bir can dostumu kaybettim, Serdar Saydam… O anda aklımdaki her türlü sorun, anlamsızlaştı. Hayatın tek gerçeği, ölüm…
Herkese kolayına dost denmez, Ama Serdar benim dostumdu her zaman, bilirdim.
Sizler onu belki araştırmacı köşe yazılarından, belki akademisyen kimliğiyle ya da belki Larnaka sevdasıyla biliyor olabilirsiniz.
Bizim dostluğumuz kırk yılın üstündeydi. Sanayi Holding’in üretimde tavan yaptığı güzel günlerinden.
O gümrüklemedeydi, Zeki Erkut ve Vedat Akova’yla, ben pazarlama satışta.
Sanki bir okuldu Sanayi Holding, biz ürettikçe umutlanırdık. İyi eğitimli bir çok genci bünyesinde toplamış, 50’ye yakın fabrikada üretim yapan bir değer…
Başımızda Yücel Dolmacı, Yardımcısı Erdal Onurhan, Süleyman Kıryağdı önemli değerler… Aramızda kimler kimler yoktu ki, Salih Usar, Oya Talat, Esin Sanver, rahmetli Hasan Yumuk, daha niceleri. O ne özveriydi, ne gayretti…
Siyaset, partizanlık Sanayi Holding’e elini uzattıktan sonra hepimiz bir yerlere savrulduk. O, akademisyenliği seçti. ODTÜ mezunuydu zaten. Sonunda profesörlüğe, rektörlüğe kadar yükseldi. Yıllar sonra Havadis kadrosunda yine bir araya geldik. Aradan onca yıl hiç geçmemiş gibi…
Daha bir hafta önce konuşmuştuk, 20’li yıllarımızın jargonuyla birbirimize takılarak. Hep şakacıydı, hep güler yüzlü…
Son güne kadar üretimin içindeydi. Bencillik mi bilmem ama, en acı günleri bizim nesil yaşadı. Hem adada can mücadelesi, toprağından ayrılmanın acısı, hem de Türkiye’nin cinnet yıllarında öğrencilik. İşte o neslin bir üyesiydi Serdar ve o neslin üyelerinin hep yaptığı gibi nokta koymadı hiç. Ülke meselelerinden hep endişeli, hep bir şeyler daha yapabilme çabasında, bir aydın insan.
Çok erken oldu dostum, seni çok özleyeceğim, huzurla uyu. Şimdi sensiz bir eksiğiz…
KARPAZLILARIN YÜRÜYÜŞÜ…
Karpaz bölgesi insanlarının Lefkoşa’ya doğru yürüyüşünü içim acıyarak izliyorum. Her konuda ahkam keser dururuz da, ülkenin kalkınmasının merkezden uzak yerleri gözden çıkararak yapılmayacağını göremeyiz. Bu, hem Karpaz, hem de Yeşilırmağa kadar batı bölgesi için geçerli. Sanki görünmez bir el, bu bölgeleri KKTC sınırları dışında görür. Oralara daha az hizmet gider, sorunları hep ikinci plandadır, alt yapılarına, işsizliğe, okullarına, sağlıklarına, kalkınmalarına fazla kafa yorulmaz.
Şimdi bu yürüyüşün söylenmeyen ana hedefi, inşaatların kısıtlanmasını öngören mevcut Emirname ve hazırlanmakta olan İmar Planı gibi görünüyor…
Oysa kalkınmanın tek yolu yapılaşma mıdır? Rant mıdır? Kolay yoldan, doğayı katlederek, köyleri metropollere çevirerek… Doğal cenneti sonuna kadar koruyarak da kalkınmak mümkün. Öyle bir bölge ki, her gün binlerce insanın konakladığı, belki de dünyadaki rakipleriyle yarışacak kalitede lüks yatırımlar var, ama bölge insanının bundan bir çıkarı yok.
İstihdamda otelleri suçladık ama, o lüks işletmelerin “ehil eleman yok” gerekçesini ortadan kaldırıp, bu yatırımlarla bölge insanının kazanmasını sağlayacak ne yaptık ki? Kırk yıl öncesinin ekonomik aklı taa oralara bir turizm okulunu, tütün fabrikasını, halı fabrikasını neden yapmıştı acaba? Onları bile sürdüremedik…
Sonra bu insanlara yol gösteremedik. Mesela Karpaz bir Alaçatı olamaz mıydı? Tüm halkın bir ucundan üretime katıldığı, zenginleştiği bir yer yapılamaz mıydı? Düşünün o otellerde kalanlar, günlük turlarla gidenler, artı yerel halk… Müşterisi hazır. Neler yapılmaz…
Sadece merkezi idare değil, yerel yönetimlerin de suçu büyük. Herşeyi devletten bekleme kolaycılığı ile vizyon gelişmiyor. Önderlik etmek, proje geliştirmek, halkla birlikte bir şeyler yapmak yerine, insanları bu sıcakta yollara dökenlerin hiç mi kabahati yok? Yerel yönetimler kendileri bir şeyler yapacak ki, devlet de görmezden gelemesin.
Yazık, yollarda perişan olacaklar ama, bittiğinde kimse hatırlamayacak bile. Çünkü protesto çare değil. Mesele projeksiyon yapabilmekte…
YERİN KULAĞI VAR
5’Lİ KONFERANS UZAK GÖRÜNÜYORMUŞ:
Sırf ayaklarımız yere bassın diye yazalım… Fileleftheros iyi haber alan bir gazete, içerikli. Anastasiadis ve Mitsodakis’in, 9 Ağustos görüşmesinden umutlu olmadıklarını, 5’li konferans olasılığını da uzak ihtimal gördüklerini yazdı. Çıtayı yüksek tutacakları, direnecekleri açık. Crans Montana fırsatını ellerinin tersiyle ittikten sonra, şimdi aniden uzlaşmacı olmayacakları kesin. Bir kez daha uluslararası aktörlerin tutumuna kalacak Kıbrıs meselesi. Daha doğrusu çıkarlarının ne olduğuna…
UBP’DE ADAY BOLLUĞU:
2020 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık sinyali veren ve bunu dile getiren Zorlu Töre ile Oğuzhan Hasipoğlu’nun ardından adaylık için iş insanı Günay Çerkez’in adının ortaya atılması partide hareketliliğe neden oldu. Bir tv programında adaylığıyla ilgili olarak, “UBP’de adaylığını açıklayanlar var. Bu doğru değil, erken olduğunu düşünüyorum” derken, kendisi için ülkenin, halkın önemini vurguladı ve yeşil ışık yaktı. Ve adaylık için bir başka sürpriz isim ise, eski Genel Başkan Hüseyin Özgürgün olacak gibi. Belli ki süreç epey heyecanlı geçecek…
KİM ÇÖZECEK:
45 yıldır kapalı olan ve kimsenin aklına gelmeyen Maraş bir anda ülkenin en çok konuşulan konusu haline geldi. Maraş’ın Osmanlı’ya ait ve vakıf malları olduğunu söyleyenler kadar, İngiliz döneminde, dönemin Türk liderliğine verilen 1,5 milyon sterlin karşılığında o mallarımızdan feragat ettiğimiz iddiaları ortada dolaşıyor. Başbakan Tatar Maraş’ın “Türk toprağı” olduğu yönünde açıklamalarını sürdürüyor, Mağusa mahkemesinin tek taraflı aldığı bir karar da gerekçe olarak sunuluyor. Sizin anlayacağınız açsanız bir dert, açmasanız başka dert. Umarım ortaya atanlar, başarısız bir girişimin vereceği zararı da düşünerek, realiteleri hesaba katmışlardır.
KUZEYİ SEYRETMİŞ:
Mitsodakis’in güney Kıbrıs ziyareti sırasında, Anastasiadis’in eşi Andri Anastasiadis, konuğu Mareva Mitsotakis’i, yeşil hat üzerinde yeni inşa edilen Belediye Binası’na götürmüş, oradan kuzey Lefkoşa’yı izlemişler. Keşke ziyaretinin bir bölümünü de kuzeyde geçireceği günleri de görebilsek. Ama eşlerinin demeçlerine bakarak, onların da neler konuştuklarını tahmin etmek zor değil. Ne kötü…
HAKLI TARAFI YOK:
Sosyal medyada paylaşılan, Ercan Havaalanında görevli bir polisin “alkollü olduğu ve kendisine küfür ettiği” gerekçesiyle bir vatandaşı darp ettiği görüntüler toplumda infial yarattı. O polisin açığa alındığı bildirildi ancak, son zamanlarda poliste bir “bozulma” başladığı yönündeki algılara bir yenisi eklenmiş oldu. Belki asayiş sorunlarının artması, personel yeterizliğinden doğan uzun çalışma saatleri sinirlerin yıpranmasına neden oluyor. Ancak, asıl sorun otoriteyle ilgili. Polis içerisinde ciddi bir operasyon yapılması gerektiği ortada…
NİYE GELSİNLER:
Turizim Bakanı Ünal Üstel, “Herkes Kıbrıs’a bir kez gelse KKTC kabuğundan çıkar” diyerek hedeflerinin 2 milyon turist olduğunu açıkladı. İyi de bu bilet fiyatlarıyla kim gelebilir. Dahası, eğer lüks otellerin dışında konaklamak isteyenler için, herşeyin ateş pahası olduğu bir ülke turizim açısından cazip olur mu sizce. Bir zamanlar havası, kumu ve denizleriyle övündüğümüz KKTC’de insanlar denize girecekleri sahil bulamıyorlar. Eğer tursit istiyorsak önce bunları düzeltmemiz gerek…
ZİRVEDEKİLER
Mustafa Besim (Yenidüzen): “Gelinen aşamada son üç dönemdir uygulanan protokollerin istenilen sonucu vermediği ve başarıyı yakalamadığı ortadadır. Yalnız bugün gelinen durumu
değerlendirdiğimizde kişi başı gelir düzeyinin hedeflenen ölçüde gelişmediği, özel sektörün rekabet gücünün artmadığı ve yapısal sorunların minimize edilemediğini görmekteyiz. Bu da bizlere protokollerin hazırlık aşamasında gerekli çalışmayı yapmamış, belirtilen eylemlerin uygulanmasına yönelik gerekli yasal düzenleme ve bunları hayata geçirecek insan kaynağı kapasitesini oluşturmamış ve elzem olan siyasi iradeyi göstermediğimizi göstermektedir”.
DİPTEKİLER
Neyi Bekliyorsunuz: Dövizde acayip şeyler oluyor. Yaklaşık bir yıl önce dolar, euro ve sterlindeki korkutucu yükseliş başta vatandaş olmak üzere tüm sektörleri etkilemişti. Hatta dövizdeki bu yükselişi fırsat bilen bazı açıkgözler, yaptıkları anormal zamlarla karlarına kar eklemişlerdi. Bugün tüm dövizlerde yaklaşık yüzde 20’ye yakın bir düşüş yaşanıyor ama fırsatçılar, fiyatları indirmek bir yana, bu düşüşten bile nasıl kar ederizi planlıyorlar… Zamları denetleyemediğimiz gibi, haksız kazancı da denetliyemiyoruz.