DENİZE DÖNMEK İSTEYENLERE! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

DENİZE DÖNMEK İSTEYENLERE!

Denize dönmek istiyorum!

Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Nazım Hikmet


Yorucu bir gündü… Ağustos ayının cinnet sıcağında tüm adalılar ne yaparsa onu yapıp denize gidecekti. Başka türlü nasıl dinlenilirdi? Cehennem gibi bir havada çok fazla bir seçeneği de yoktu zaten. Elini uzatsa tutabileceği bir uzaklıktaydı evine deniz. Yine de her gün mantar gibi biten binalardan, apartmanlardan denizi göremez olmuştu. Denizin yanında, denize hasretti. Adalı olmak çok karışık bir şeydi onun için… Zaman zaman küçük yerde yaşamanın kolaylığından sıkılırdı. Pek çok yerde konuşulan konular, aynı yüzlere benzeyen insanlar onu boğardı. Sanki tekrar ve nakarat günler arasında yaşlanılacak bir yerdi aşkla bağlı olduğu bu topraklar. Böyle günlerde daha çok dikerdi gözünü engin denize. Uzaklarda, çok uzaklarda kafasındaki yarım kalan hayaller, ulaşamadığı kelimeler el ederdi ona. Magazinsel yaklaşımlar arasında kendi de pek çok zaman bu düzene uyardı. Onu en çok yoran şeydi bu… Denize o anlarda daha çok ihtiyaç duyardı. “Mavi sularda kaybolmak” ve kendini yeniden bulup ayağa kalkmak isterdi…

Günün en sevdiği saatleri akşamüstleriydi. Üstelik de her zaman garip bir hüzün duyardı o anlarda. Hep, bir ayrılığı taşırdı sanki belleğinde bu saat dilimleri. Ona hatırlattığı şey hüzün kokan şarkılardan arda kalan bir yaraydı… Akşamüstleri etraf eflatun bir sessizliğe bürünür gibi gelirdi ona. Birileri buluşur, diğerleri ayrılır, kimileri akşam yemeğine koşar, kimisi denizin kollarında yaşamını temize çekemediği bir çaresizliğin usancıyla denizin hüznüne bulaşırdı… Akşam yemeği hazırlıklarında bile gizli bir hüzün saklanırdı sanki. Biten bir günün ardından deniz de tüm dinginliği ile insanları daha bir sakinleşerek kucaklardı.

Akşamüstlerinde, yani günün en güzel saatlerinde yavaş yavaş sahilde insanlar azalmaya başlardı ne hikmetse. Güneş ışığının en dik olduğu zararlı öğle saatlerinde sahiller iğne atılsa yere düşmez kalabalıklara sahne olurken, denizin o muhteşem saatlerinde büyük bir çoğunluk evin yolunu tutardı. Oysa sakin ve sessizliğe bürünen sahiller bir başka olurdu o saatlerde… Etrafı, denizi, kendini dinleme şans bulurdu o sessizlikte. Gözlerini ufkun en uç noktasına diker ve kimseye anlatamadığı yolculuklara çıkardı. Oğullarının cıvıltıları arasında onların gülümseyen yüzlerine bakıp “işte hayatın anlamı” diyerek yüreği gülümserdi denizde çırpınan aşklarına baktığında.

Restorandan gelen eski bir şarkı ile beyninin ona açmış olduğu kapılardan girerek hesapta olmayan pek çok anı ile buluştuğu anlardı akşamüstü ve deniz buluşmaları. Deniz ne çok çağrışım yapardı ona ve bin yıllardır insana. Rengi, kokusu, tadı, dalgası, durgunluğu, tutkusu… Deniz ne büyük bir tutkuydu insanlık için. Hakkında sayısız şiir, yazı, şarkı, kitap yazılmıştır. Çocuklara isim, bunalanlara ev, pek çok kişiye ekmek kapısıdır. Uçsuz bucaksız maviliğinin içinde tehlikeleri, girdapları ayrılıkları ölümleri de saklamaktadır oysa. O denli büyük bir sevdanın uçurum taşımaması mümkün olur muydu? Nice uçakları, gemileri, nice sevdaları yutmuştur. Giden ve gelmeyenlere mezar olmuştur…

Denizin kollarına kendini bıraktığında tepede güneş de bir yolculuğa başlardı onunla. Kulaklarına denizin uğultusu gelir, tüm her şey susardı o anlarda. Bu, aslında yaşamın ona fısıldamasıydı. Gün boyu, belki de yaşamın pek çok anında insana susan bir ses suyun altından sessizliğin sesi olarak çıkardı karşısına… Kimdi, neydi, hangi millettendi önemi kalmazdı o anlarda. Uçsuz bucaksız mavilik zaman zaman yutar, zaman zaman yaşatır, bazen ise korkunç bir karanlığa çıkarırdı. Bu denli büyük bir sevdanın öfkesi, kırgınlığı, yenilgisi, kirlenmesi de ağır olurdu… Bazen köpürür, durmaz, susmaz, önünde ne varsa siler süpürürdü. Kalbi kırıldığında tsunami olur insanoğlunu yutabilirdi. Doğanın karşısında bir natürmort tablosuna bakar gibi hayran olan insan ondan aynı zamanda çağlar boyu korkardı da. O mavi sevdanın korkunç bir de gücü vardır…

Adalıların denize olan tutkusu bir başkadır. Etrafı bu mavi sevda ile çevrili olan insanların umutları da dört bir yanı sınırlı çerçeve içinde sıkışıp kalmıştır. Hele Kıbrıslı Türkler! Ceplerinde birkaç tane kimlik kartı taşırken bile denizin ulaştıracağı dünyalara kapalıdırlar.

Gün sonunda yorgunluğunu atmak, serinleyip, ferahlamak için gittiği sahilde şezlongun üzerine oturup önünde uzanan mavilikle konuştu. Bir insanla konuşmaktan daha anlamlı bir şey olmayacağı düşüncesinin üzerine bir çizik atmıştı. İçindeki karmaşa ve çelişkiler doğru bildiği her şeyin bir hiç olduğunu anlatıyordu sanki ona. Yanlış kurgulanmış pek çok cümlesi sırıtıyordu karşısında. Yazdığı upuzun yazılar, cümleler sahipsiz ve kimsesiz, adresini bulmayan bir boşlukta sallanıyorlardı. İnsanlar kendi egoları ile ancak bir başkasının denizine kulaç atıyorlardı. Kendi sığlıkları ile. Bildiği bütün doğruları denize dökmenin zamanı olduğunu hissetti. Kendi maviliğinde yıkanıp arınmak istiyordu. Emek verdiği her şeyin koca bir kumdan kule olduğunu düşündü. Kelimelerini oralardan çekse hepsi dağılacaklardı. İskambil kağıdından yapılan evler gibi uçuşacaktı etrafa harfleri. Harflerini insanlara değil, kocaman maviliğe akıtacaktı. Cümlelerinin sessiz harfleri onu yormuştu. Belli ki SUSACAKTI…

Deniz, gün boyunca yalpalamaktan yorgun, uslu bir eda ile üzerinde taşıdığı son pırıltılarını kuşanarak, mücevherden parlak gözleri ile onu çağırmıştı. Denizin o karşı konulmaz davetine karşılık verdi… Yerinden kalktı, önündeki uçsuz bucaksız mavilik onu beklemekteydi…

Denize/ kendine dönmek istiyordu!..
—————————-

 

Zamana Asılı Satırlar bölümümüzün bu haftaki konuğu şair Zeki Ali:

Nisan 1986, Toronto

Garip bir denizde, garip bir balıksın,
Yabanıl bir ormanda kayıp bir kuş…

Soğuk bakışların bataklığında
Yüzeye çıkan bir taşsın!
Dünyaya ilk adımını atan
Uzaylı gözleriyle bakarsın…

Ailesi olur mu? Çocukları doğar mı,
Orgazmik bir patlamadan sonra dünyanın?

El ele tutuşan çocuklara geçirmek istiyorum
Endişeli halimle sevecen bakışlarımı.
Genlerin kaynaşan yarınlarına
Gülme yeteneğimle cinsel hormonlarımı.

Birlikte mi yaşar coşku transını
Köpükler içinde denizle kıyı?

O huzurlu yeri bulmak istiyorum:
Huzurlu bir mağara, huzurlu bir kucak,
Huzurlu bir ağacın yanı başında
Ben gittikten sonra da akacak
Huzurlu bir nehir…

Sen de göreceksin
Göçmen yüreğimin haritasında
Hüzünlü ayak izlerimi…

Tenleri tanınmayacak kadar değişmiş
Taşların arasında bulacaksın
Coşkulu anlarımızın pırlanta çiçeğini…

Beni aradığın yere yeniden döneceğim
Yanarak düşen meteorlar gibi
Bir daha tatmak için unutulmaz öpücüğünü.

Zeki Ali

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar