Dans Et! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Köşe Yazarları

Dans Et!

Bedia Balses

“Beşikten mezara kadar hiç kimse, onu cezalandıracak, hapse tıkacak ya da yaşama hakkını elinden alacak, var oluşunun koşullarını kendisine dayatacak gücü  elinde bulunduran bir başkasının emirleri, kaprisleri ya da isteklerine boyun eğmek zorunda olduğu sürece güvende ve emniyette olamaz.”

(Emma Goldman)


Dünyanın tüm emekçi kadınlarına adanmış bir günün yıldönümünde  aslında neyi kutluyoruz? Erkek egemenliğinin, hem kamusal alanda, hem de özel hayatlarımızda dayattıklarını mı? Son yüzyılda kadınların elde ettiği kısıtlı sosyal ve siyasal kazanımları  mı? Kadınların bile kendi hemcinslerine, kendilerine layık gördüğü iki bacak arasına sıkıştırdığı cinsel kimliğini mi?

Kadınların verdiği mücadele içinde göbek atıp, gerdan kırmaktan daha çok şey yapan, mücadele veren kadınlar vardır bu günün tarihinde. Bu davayı sahiplenerek bu günün anlamını balo salonlarında değil, sokaklarda veren, verilmesi gerektiğini savunan kadınların ödedikleri bedellerle kutluyoruz biz modern ve pek çağdaş kadınlar bugünü!… Bu gün selamımı 20. yüzyılın ilk yarısında “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir!” cümlesi ile haykıran  “tehlikeli kızıl kadın  Emma Goldman’a” göndermek istiyorum….

 

Dünyanın tarihine özgürlük için verdiği mücadele ile kazınan Emma “Bugün dünyada ne özgürlük, ne de güvenlik var” diyor, çünkü ona göre: “Boyun eğen, itaat eden her birey köledir” de ondan!… Bu tanımalama bizlere hala birşeyler anlatmıyor mu?  Görünüşte ve şekilde elde ettiğimiz kazanımları, sürdüğümüz makyajları, giydiğimiz kıyafetleri, kırıtmaları, sırıtmaları hesaba katarsak en azından dünyanın şanslı bir coğrafyasında yaşadığımızı ve bu kazanımlarla bugünü en güzel ve en pahalı kıyafetlerle kutlamamızın hakkımız olduğunu da düşünebiliriz. Ancak tarihin sayfaları içinde bu yolda özgürlük mücadelesinde, sömürüye karşı duran Emma kaşlarını çatmış bakıyor bize.

 

Emma’nın hikayesi 1886 yılında, 17 yaşındayken, Çarlık Rusyası’ndan, aile baskısından ve zorunlu bir evlilikten kaçmak üzere kız kardeşiyle birlikte Amerika’ya göç etmesiyle başlar. Aynı yıl, Amerika’daki işçilerin çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi için yapılan grevler ve gösteriler sonucunda yaşanan, ve dört anarşist işçinin hayatına mal olan ‘Haymarket Olayı’, Emma için, “varoluşuna en belirleyici etkiyi yapan” olay olur. Bu olayın etkisiyle başladığı  siyasal yaşamında, Emma, yavaş yavaş anarşist safların kadın idolü haline gelir. O günden itibaren şehir şehir dolaşarak, başkaldırının, itaatsizliğin, muhalefetin, eleştirel aklın  ‘tehlike’sinin, kararlılığın, her türlü iktidara ve baskıya karşı durmanın sembolü olur. Bu kadının günümüze ulaşan fotoğraflarının tümü, ya gözlerindeki kararlılığı, ruhundaki ‘rahatsızlığı’ yansıtır, ya da kitleler önünde haykırarak sesini duyurma çabasını.

 

Bu ‘tehlikeli kadın’ın yüz yıl önce Amerika’da ve Avrupa’nın  çeşitli şehirlerinde sürdürdüğü mücadele, bugün bizlere ne ifade ediyor? Bir yandan hastabakıcılık ve ebelik yapan bu kadının, sokakta, basında, yayın dünyasında ve kendi aşklarında baş  koyduğu yol neyi anlatıyor? Emma Goldman’ın iki ciltlik otobiyografisi Hayatımı Yaşarken, ve çeşitli makalelerinin bir araya getirildiği Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir, bu soruların cevabını açıkça ortaya koyan kitaplar. Geçtiğimiz yıl yayımlanan Tehlikeli Kadın başlıklı çizgi roman da, lafını esirgemeyen, hayatının her anını dolu dolu yaşamayı bilen, kararlı ve cesur bir kadının hayat öyküsünü bir kez daha hatırlatıyor. Emma, hem kendi kaleminden, hem de ona dair yazılanların arasından, her türlü iktidarın egemenliği altında sömürülenlere sesleniyor. Emma bugün hâlâ, hem kadınların özgürleşmesi yolunda, hem de tüm baskı aygıtlarına karşı verilen mücadelede önemli bir rol üstleniyor. Emma, yaşamı teoriden daha güçlü kılarken, teoriyi sokağa indirmiş oluyor; böylece, “hayatı yaşamaya cesaret” ediyor, “hayatın ruhunu kendisine sunulduğu gibi” anlıyor. Bu bakış açısıyla, “Ben, doğup büyümedim; ‘yoğruldum’. Hayatla birlikte, hayatın her alanında, düşe kalka yoğruldum” diyor Emma, bizi de bu hayatı en hakiki anlamda yaşamaya davet edercesine.

1937’de, Avrupa’da sürgündeyken 66 yaşındadır  ve Torontolu genç bir erkeğe aşık olur. Bir gün birlikte parkta yürürlerken, insanların bakışlarından, aşağılanmış gibi hisseder kendini. Yakın arkadaşı Alexander Berkman’la paylaşır bu üzüntüsünü.  Ggoldman’a göre, kadın ve erkek arasındaki cinsel eşitsizlik giderilmedikçe toplumsal bir devrimden söz edilemez.

  1. yüzyılda, kadınların serzenişlerinin sokaklara dökülebilmesinin tarihinde Emma Goldman’ın payı göz ardı  edilemez. Bizim ülkemizde de artık Emma ruhundaki kadınlar sokaklarda seslerini yükseltiyorlar. Bunların en büyük öncülüğünü FEMA (Feminist Atölye ) üstleniyor.

 

 

DANS ET!
Sanki seni hiç kimse izlemiyormuş gibi.

SEV!
Sanki önceden hiç incinmemiş gibi.

ŞARKI SÖYLE!
Sanki seni duyabilecek kimse yokmuş gibi.

YAŞA!
Sanki cennet bu hayatın kendisiymiş gibi.

Alfred Souza

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar