Üstelik bu kez Olası fırsatlardan söz etmek de mümkün değil. Çünkü hemen hepsini de Yunanistan ile Rum Yönetimi dinamitledi! Şöyle ki bırakın Türkiye ile Yunanistan arasında bölgede barışı sağlayacak siyasi ve ekonomik işbirliklerini oluşturacak yakınlaşmaları; aksine her iki taraf da bütün köprüleri attıktan sonra savaşmak için hazırlanmaktalar!
OLAYLARI birlikte izliyoruz: Türkiye ile Yunanistan Kıbrıs Barış Harekâtından bu yanadır savaşmaya hiç bu kadar yakın olmadılardı. Doğu Akdeniz ve Ege Denizini de içine alan bölgede hiç bu kadar sıcak günler yaşanmaydı! Üstelik bu kez sorun sadece “Kıbrıs” değildir! Doğrudan Yunanistan’ın söz konusu bölgede emrivakiye dayanan hükümranlık kurmaya yönelik siyasi ve askeri gasplarıdır! Ki bu çok tehlikeli cüretini ülkesinde Amerika’ya peşkeş çektiği üslerlerden almaktadır!
DOĞRUSU şu ki artık Yunanistan ile Türkiye karşı karşıya gelip birbirlerini vurup Doğu Akdeniz ve Ege Denizini de içine alan bölgede kozlarını paylaşmadan ne bölgede ne Kıbrıs’ta bırakın “kalıcısını” geçici barışı sağlamak bile mümkün olmayacaktır!
Dolayısıyla Kıbrıs’ta hem Güney Rum’unu hem Kuzey’deki Türk halkını aydınlık günler beklemiyor! Yani bir kez daha 1974 öncesine düştük. Zaten “tarih tekerrürden ibarettir” demezler mi? Bu Rum-Yunan kafası böyle devam ettikçe bu adada savaşmak kaçınılmaz kader olacaktır! B u nedenle:
***
OLAĞAN DEVLET DEĞİLİZ! Seferberlik toplumuyuz! Kaldı ki hâlâ adada ve her iki tarafta bu seferberliğe uygun zorunlu askerlik yasaları da vardır silahlanmalarla birlikte teyakkuz ve stratejik planlar uygulamaları da… Ki Rum tarafı liseyi bitiren gençleri zorunlu askerlik görevleriyi ile mükellef kılmaktadır..
ÇOK KISACA yukarıda yazdıklarım adadaki iki toplumun “askeri yansımasıdır!” Ki hiç anlatmaya gerek yoktur ötedeki anavatanlar durumundaki Yunanistan ile Türkiye de artık birbirlerini tüfeğin ucundaki hedefleri olarak görürlerken olası savaşa yönelik siyasi ve askeri stratejilerini ayni zamanda “Devletlerinin sosyo ekonomik kalkınma planlarına da yansıtmaktadırlar!” Ki yukarıda herkesin bildiği onca anlatımı “işte bu son cümleyi yazıp hatırlatmak için yaptım!”
Tabi dikkatinizi çekeyim ama: Türkiye de “geleceklerini” güvence altına almak için Güney sınırında Suriye’nin içlerine sarkarak PKK, PYD terör örgütlerinin oralarda yuvalanmalarının önüne geçmeye hazırlanmaktadır..
KKTC’e DÖNÜYORUM: Fark etmek istemesek de biz Kıbrıs Türk halkı da 1974’den beridir bu adada olağan yada dünyasal bir Devlet statüsünde değildir!
Hatta olağan yaşam hakkında bile bir devlet de değiliz! Her an Kuzey Güney sınırlarımızın bile değişip yeniden saptanacağı siyasi değişimler de söz konusu olabilir; bir Türkiye Yunanistan savaşı sonrası Kıbrıs’ı da etki alanı içine alacak aklımıza hayalimize gelmedik sonuçlar da söz konusu olabilir!
Kİ 1974’den bu yana bu adada hâlâ Rum tarafı ile mahsuplaşmadık! Hâlâ taşınır taşınmaz “varlıklarımızın” paylaşımını yapmadık.. Ve hâlâ sınırlarımızı uluslararası siyasi antlaşmalarla haritalara kazıyacak şekilde tescil edecek bir paylaşımda da bulunmadık!
***
VE İŞTE SORUM: Böylesi olağanüstü ve henüz siyasi statüsü saptanmamış bir toplum olmamıza karşın var mı Anayasamızda bu “olağanüstülüğe” uygun bir “yönetim” şekli?
Denecek ki “değişiklik kararlarıyla” zaten ihtiyaç duyduğumuz yasalarımızı çıkartabiliyoruz!”
Çıkarıyoruz da 48 yıldır o “olağanüstü” durum vaziyetlere bağlı hayatlarımızı hangi sosyoekonomik ve istikrarlı siyasetlerle dünyaya açık, kendimize yetecek kalkınma ve büyümelerle KKTC Devletine yansıtabildik ki?
BÜYÜK Türkiye’ye karşın bırakın siyasi tanınmışlığımızın dünyasallığını sağlamayı, kendimiz bile tanımıyoruz kendimizi hatta Devletimizi!
HADİ BURAYA kadar gelmişken zihinsel bir praktis yapalım ve soralım: Nedir bu adada Rumların ta Osmanlı döneminden beridir bugünlere kadar sürdürüp getirdikleri Kıbrıs davalarının esası?
Başından beridir “enosis” dediklerince adayı Yunanistan’la birleştirmek değil midir? 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini de bu nedenle yıkmadılar mıydı? 1974 isyanını neden kopardılardı? Neden Annan planına “hayır” dedilerdi? Hatta bugün de neden iki egemen devlete dayalı kalıcı çözüme bile “hayır” diyorlar? Nedir umdukları ile bekledikleri?
***
BU YALIN GERÇEĞE KARŞIN: Ya biz nasıl çözüm istiyoruz? Eğer iki halktan biri bu adayı terketmeyecekse görünürde “federal devletten” iki ayrı devlete dayanan seslendirmelerde çözüm istiyoruz da var mı bu konuda bir ulusal bütünselliğimiz?
HATTA Sn. Cumhurbaşkanı “iki egemen Devlete dayalı çözümü” savunduğu için (Rumlar tarafından değil) bizzat Türk toplumu tarafından eleştirilmiyor mu? Ve çoktan karşısında oluşmuş bir muhalif cephe Sn. Tatar’ın gözlerinin içine baka baka artık Rum’un bile yan çizdiği “Federasyonu” savunmuyor mu?
DAHASI geçmişte Rum tarafı Yunanistan yanlısı politikalarda Türk tarafına ve Türkiye’ye yönelik en olumsuz politik propaganda silahlarını kullanırken biz değil miydik tam bir fiyasko olan Annan planına “evet” diyen!
Elden gidecek Güzelyurt’a karşın en çok “evet” oyunun çıktığı yöre de ora olmadı mıydı?
(OYSA gönül isterdi ki adada TC’nin varlığı ile garantörlüğünü istemeyen bu unsurların dışında sağlanacak federal bir çözümün kim tarafından ve güvencesinin nasıl sağlanabileceği gerçeklerde “iki egemen devlete dayalı” bir çözüm Kıbrıs Türk halkının ulusal mefkuresi yani ideali olabilsindi..
OYSA bu konuda referanduma gidecek kadar çekinceli ve şüpheler içindeyiz!
ŞÖYLE ki artık zırt pırt gelip giden koalisyon hükümetlerinin bile “programlarında” yer almayan, aslında olmayan “Ulusal Kıbrıs siyasetimiz” Güney’deki Rum’u da es geçerek Ankara ile sürekli tersleşip zıtlaşıyor! Bunun son yansıması da Sucuoğlu ve Üstel Koalisyon Hükümetlerinin Başkan ve Bakanlarının KKTC de Erdoğan’ın dayattığı plan ve programlarının tatbikatçı memurları olarak lanse edilmeleri!
YANİ neredeyse Ankara içimize Truva atını sokmuş denecek!
ÇOK KISACA siyasi sorun artık sadece siyasi ve sosyoekonomik sorunlar yaratmıyor. Yarattığı sorunları kamburumuza yığarak adadaki varoluş cehdimizle motivasyonumuzu da bozuyor! Üstelik moral değerlerimizi de mahvederek!