Çözümsüzlüğün sürdürülebilir olmadığını biliyoruz. Fakat “nasıl olursa olsun yeter ki çözüm olsun” tevekkülünün kabul edilecek bir sav olmadığını da biliriz!
Bu “bildiklerimizi” Güney’den Kuzey’e bakarken Rum liderliği de görmekte dolayısıyle iki arada bir derede kaldığımızı bilmektedir! Zaten muzırlığının ve müzakerelerdeki “hep bana” arsızlığının bir nedeni de budur.
Doğruya doğru diyelim. Rum tarafının çözüm konusunda acelesi yoktur! Kıbrıs’taki siyasi statü bu şekilde devam ettiği sürece Güney Kuzey’e bakarken iştahından ağzı sulansa da sittin sene daha “beklemede” kalabilir.
Dolayısıyle bizim durup durup “bu müzakereler son şanstır” diyerek Rum’a şantaj yapmaya çalışmamız abese iştigaldir, geçerli tek fiskelik mantığı yoktur.
Yoktur ama gelin bir zihin praktisi yapalım: Tutun ki müzakereler başarısızlıkla sonuçlandı! Eğer “politikacı” mevcut durum ile gelecekleri görebilme becerisinde “basiret ve teenni” sahibi ise yeni bir çözüm formülünün de sahibi olacaktır. Şöyle ki:
Bir: Her iki halk iki komşu olarak yan yana yaşamaya devam ediyorsa, kaderdir yeni bir görüşme masası daha kurulur çünkü “çözümsüzlük gerçekten “sürdürülebilir” değildir.
İki: Yok eğer “buraya kadar” deniyorsa fakat çözümsüzlük “öyle geldi böyle gitmeyecekse!” Var mı bir alternatif planımız? Evet..
SELF DETERMİNASYON: Rum tarafı kabul etse de etmese de bu adada “netameli de olsa iki ayrı devlet vardır. Belki unuttuk ama o kadar vardır ki mesela 2008’lerde Başbakan Ferdi Sabit Soyer’in daveti üzerine “tanınmıyor” denilen Kuzey’e hem de Güney’i çatlatırcasına Almanya’nın Başbakanı da olmuş Shöder Ercan Hava Alanından KKTC’ye geldiydi. (O günlerde estirdiğimiz siyasi havayı yazık ki çok çabuk kaybettik!)
Shöder o 2008’deki KKTC ziyaretinde “adayı ve problemlerini bildiğim için geldim” diyor ve ekliyordu: “Birlikte yaşananlar için emek vermeliyiz, Annan planını bunun için destekledim…” (Rum tarafını çözüme zorlamak için KKTC’yi benzeri tanıtım ve uluslar arası etkinliklerle dünya siyaset sahnesine yeniden çıkarmalıyız.)
Ve çareler tükenmezse “self determinasyon hakkımızı” kullanacak kararlığı da gösterebilmeliyiz. “Mazlum ve mağdur halklara self determinasyon hakkı BM’lerce verilmiştir. Zaten referanduma da kaderimizi tayin etmek için gideceğiz. Çözümsüzlük kalıcı olmayacaksa yeni bir yol haritası çizmemiz “halkların kendi kaderini tayin hakkında” Self Determinasyon hakkını kullanmamız gerekecektir.
********** “ADALET” BİLE MAĞDUR DURUMDA!
Yazmaya hazırlanırken baktım gazetelerdeki Köşeci refiklerim yorumlarını çoktan döktürmüşler. Acele etmekte haksız da değillerdi çünkü Adli Yılın açılışı nedeniyle yapılan konuşmalar KKTC’nin “pür’i melalini” anlatıyordu. Ben Baro Konseyi Başkanı Ünver Bedevi’nin ve Lefkoşa mahalli Barosu Başkanı avukat Arzu İzveren’in yaptıkları konuşmalardan bazı satırları aktaracağım. Ancak önce şöyle “düşünün” diyerek:
Memleket sadece pisliğin içinde yüzmüyor! Sirkat, uyuşturucu, alacak verecek kavgaları, trafik keşmekeşinde ciddi çarpmalar, yaralanmalar, ölümler, gasp olayları, darp olayları, kavgalar, sövmeler, dolandırmalar, boşanmalar, nafakalar ve ilâhi…
Tümü ve kat katı davalar çözümlenmek için memleketin mahkeme kapılarından girer ve adilane yargılandıktan sonra çözümü ile birlikte karara bağlanıp ayni kapıdan çıkar..
Ne var ki kanunlarla saptanmış bu adaleti olağan sürecinde sağlamak ne o kadar kolaymış hatta bazı hallerde ne o kadar da mümkünmüş. Çünkü KKTC dediğiniz “yarım” devlette “adalet mülkün temeli” de olsa sistemden dolayı yarımmış, sisteme ve reforma ihtiyacı varmış.
Hangi kurumumuzun yok ki? Ama en basit polisiye olayların bile mahkemelere taşındığı, yüzlerce dosyalık davaların altında canı çıkarcasına çalışmak zorunda kalan savcı ve hakimlerin “sistemsizlik” yüzünden geç karar vermek zorunda bırakıldıkları gerçeklerde, insan “artık insaf edin eğer siz yapamıyorsanız dıştan uzmanları hukukçuları getirerek yaptırdın ve çok gerekli olan KKTC hukuk sistemini yeniden oluşturun” diyesi geliyor.
SORUN ÇOK: Üstesinden gelecek “iktidar erki yok!” Mesela Baro Konseyi Başkanı Ünver Bedevi’nin basında yayınlanan konuşmasını okuyorum, “böyle bir düzen (düzensizlik) olamaz” diyorum!
Nitekim: “Diyor ki Bedevi en çok yığılma ve gecikme alacak-verecek davalarında. Salt yargıç artırmak ve bina büyütmekle sorun çözülmez.”
Ve ekliyor: “Meclis siyaset kazanı haline geldi. Geçirilmesi gereken yasalar, mevcut yasalardaki eksiklikler ve yanlışlıklar var…”
Devam ediyor: “Hukuk eğitiminde ticaret kalitenin önünde gidiyor!”
“İşkencenin zorla ifade almanın kökü kazınmalı!”
Öte yandan Lefkoşa Mahalli Barosu Başkanı Arzu İzveren “hükümlü borçların tahsili çok uzun sürüyor” diyor. Bir adli yıl daha kökleşmiş sorunlarla başladı” diyor… Ya biz ne diyoruz? Hep şu deve hikâyesi! Neren eğridir diye sormuşlar, “nerem doğrudur ki” demiş! (Tabi hakcasına şunu da eklemeliyiz: Yönetimden ve sistemden kaynaklı açmazlarına karşın tutun ki “yargımız” ayakta kalmayı başaran en ciddi ve adil kurumlarımızdan biridir.)
**********
KISACA TAKILDIKLARIM: “YAVUZ HIRSIZ!..”
Salamis Harabelerinde iki toplumlu etkinlik çerçevesinde Rum Tiyatro Örgütü, Antigon adlı eseri sahneleyecek. Bizde olduğu gibi orada da Kuzey-Güney alerjisinden muzdarip insanlar, “Güney’de yer mi kalmadı” diyerek tepki gösteriyorlarmış. Bu tepkilere cevaben ne demiş ama örgüt başkanı: “Biz oraya ev sahibi olarak gidiyoruz!” Yani pervasızlığın ve terbiyesizliğin sonu yoktur ama dünya şampiyonları kesinlikle Güney’dedir!
ZAM ŞAMPİYONU HÜKÜMET: Özgürgün hükümeti karar verdi, artık ödemelerini akaryakıta koyduğu ve koyacağı zamlardan elde edeceği gelirlerle yapacak!” Döviz düşerken kısa sürede bu üçüncü zam! Bir de “iş yapmaz diyorduk!”