Çözüm olacaksa kalıcı olmalıdır… - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Köşe Yazarları

Çözüm olacaksa kalıcı olmalıdır…

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Davulun sesi uzaktan hoş gelir! Bu nedenle BM’ler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a hak veriyoruz. Ki Anastasiadis’i de kızdırıp küplere binmesine neden oldu! Çünkü Kıbrıs sorununu evirip çevirdi Trodos’taki yangın’la Güven yaratıcı Önlemlerin yavaşlığına bağladı!

Fakat daha bir iki gün önce açıklanan “Yönetim ve Güç Paylaşımı” başlığının altındaki “uzlaşıya varıldı” denilen maddelere dokunmadı!


Muhtemelen değerlendirmeleri yapılmıştır. Raporlar elinin altındadır. Ve önerdiğince “üzerinde görüş birliğine varılan diğer konuların da uzlaşı haline getirilmesini” beklemektedir.

ANCAK: Davulun sesini Amerikalarda değil, kulak zarımızı patlatacak kadar yakınımızda işitirken, ilk defa açıklanan ve “uzlaştık” denilen konuların bile daha şimdiden ne kadar şaibeli ve çözüm aşamasında ne kadar komplike sorunlar çıkaracağı konusu belli ki BM’ler misyonunu çok da ilgilendirmiyor.

Bu önem ve ilgi sapmasına da baktık mı şüpheye düşüyoruz. “Yoksa diyoruz nasıl olursa olsun yeter ki bir çözüm olsun” fikri gitgide “kalıcı çözüm” formülünün önüne mi geçiyor.

ÇÜNKÜ: Başta Ban ki Moon ve Eide olmak üzere, AB’nin olanca tepe adamları, hatta mesela Tayyip Erdoğan bile, yahut Akıncı ile Anastasiadis, çözümün ilan edildiği gün adları tarihin şeref defterine kaydedilirken göğüslerine de “çözüm madalyaları” asacaklar! Şaka şenlik değil! 1953’lerden beridir Kıbrıs sorunu vardır. Ve bakın o yıllardan bugünlere sırayla kaç BM’ler Genel sekreteri yedi!

Dag Hammarsljöld, U’Thant, Kurt Waldheim, Perez de Guellar, Butros Gali, Annan ve Ban Ki Moon. (Ban gelecek yıl gidecek yerine bir Başka sekreter gelecek!)

ŞUNU DA YAZALIM. Önemli olan devamlılığı içinde “fonksiyonel çözüm” sağlamaktır. Yoksa bugün kurup yarın yıkacaksak ki ilk belirtiler bunu gösteriyor, iyisi mi hiç çözüm olmasın.

ALİ ATUN’U ANARKEN

Ayni zaman dilimi içinde ardı ardına iki tanıdık saygın insanı kaybetmenin kadersel bir yanı var mıdır bilmiyorum ama “iyi güzel insanlar olduklarını” biliyorum.

Şunu da biliyorum. Onlar güçlerini yitirip dermansız kalana dek bu toplum için çalıştılardı. Öldüler ama arkalarında yüzlerce binlercesi ile kendilerini anarken, “Allah’ın rahmeti üzerlerinde olsun” diyen insanlar bıraktılar.. Çünkü onlardan biri olan Rukiye hocanım öğretmen, Ali Atun ise doktordu. Terlerini akıtıp emek verdikleri “insanlardı” kısaca.. Bundan daha kutsalı olabilir miydi?

Bugün size tanıdığım Ali Atun’u anlatacağım. Ki biz önce Mağusalılar’dık. Küçük surlariçi mekânımızdı. Çoğumuz Mağusa civarı köylerinden geldilerdi. Bazılarımız İskeleden, Baf’tan. Ali Atun bir gelenek olmuşlukta “hepten okumuş insanlar yetiştiren Ovgoroz’lu (Ergazi’liydi) Onu asıl 1963’den sonra tanıdımdı.

Desem ki birlikte oynadıktı “İsmet Kotak’ın sahneye koyduğu seksen kişilik Fatih Piyesinde.” Küçük bir roldü ama “ellerimizde tahta kılıçlarımız biri asker diğeri asilzade iki Bizanslı olarak düello yaptıktı. Ben saldırırken ve tahta kılıçlarımızın çarpmasından “şak şak” sesler çıkarken, “o dövüşken horoz Jüstinyani” diyordum.

Müthiş adamdı Atun. 1963’lerin hemen sonrasında Ankara’nın bize yönelik bazı aksi büksü işlerine isyan edercesine tepki gösterir, eleştirir, ne “paşalar”dan çekinirdi ne öteki yetkililerden. Sözlerini sakınmaz, gerçek ve korkusuz bir şövalye gibi davranırdı. Fakat sinirinden küplere binerken eleştirilerini bile o kadar tatlı kelimelerle süslerdi ki sizin de o sinir hiddete katılıp beraber kızacağınıza, aksine gülerdiniz.. Sonradan fark ettim. Ali Atun’un altın gibi kalbi vardı. İnsanların dudaklarında küçük bir tebessüm yarattığı zaman mutlu olurdu.

1963’lerde Buğday Camisini temizleyip “Halk Evi Salonu” yaptıydık. Ali Atun’u da başkan. O salonda ilk defa oynadığımız tiyatro da Kotak’la birlikte hazırladığımız Fatih piyesiydi. Mağusa’da sahneye çıkmayan kalmadıydı ki Rahmetlik Ali Atun bile “hadi hartırınız için” deyiverdi, kırmadıydı bizleri..

Sonraları Ali Atun’u, arkadaşlarını, alışkanlıklarını, sohbetlerini çok daha yakından izledim. Çok sohbetlerimiz oldu, bozuk düzenlerden nefret ettiğine, çok yakındığına  tanık oldum. Mağusa Hastahanesinin başdoktoru olduğunda özellikle o bozuk düzenin a’sından girer z’sinden çıkardı! Sağlıkta sorunlar hiç bitip itmedi ki Rahmetlik Ali Atun da hem Baş doktor hem Sağlık Bakanı olduğu dönemlerde o bozuk düzenlerden nasibini fazlasıyla aldıydı.

Hatıralar bitmez. Tutun ki klasik ifadesiyle “anlatsam sayfalar yetmez…” Barış Harekâtında gösterdiği çabalar unutulur gibi değildir. Sosyal bir insandı. Eğlenmesini de bilirdi yemesini içmesini de. Kaç kez birlikte Yeşilırmak’a gittiydik. Sameralla’ya bayılır mutlaka bir irice but satın alırdı. Tabi hemen yazayım, ayni zamanda çocuklarını okutan öğretmenlerden biri de bendim.

“Ali Atun”adı bana “dürüstlüğü, insanlığı, iyilik ve sevgi ile saygıyı hatırlatır. Allah rahmet eylesin. Ailesine Başsağlığı dilerim.

KISACA TAKILDIĞIM: (ŞİMDİ DE 20 TEMMUZ’A TAKTILAR!)

Bütün sorunlar ve sorgulamalar bitti şimdi de 1974 Barış Harekâtını “protesto edip, sorgulamak” olayı geldi gündeme! Galiba 20 Temmuz’da Rum ve Tüklerden oluşan bir grup “Türkiye’nin istilasını kınamak için birlikte eylem yapacaklarmış!”

Öte yandan yorumlar da başladı! Kimileri “Türk jetlerinin gösteri uçuşlarından korkuyormuş aman uçmasınlar diyor! Kimileri tanklı toplu törenlere ne gerek var diyor! Hatta birisi gözlerimin içine bakarak “Güney o gün matem tutarken bizim kutlamalar yapmamız doğru mudur” diye sordu!

42 yıldır eğer barış harekâtını anlatamamış, gerçekleşmemiş olsaydı şimdi adanın Yunanistan’a bağlı olacağını yetişen nesillerin kafasına sokamamışsak, “bırakın nasıl olursa olsun çözüm olsun!” Çünkü bu kafa ile öyle de kaybedeceğiz bu davayı böyle de!

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar