“Korkunun ecele faydası yoktur.”
Bu “lafa” nazire olsun diye vurgulamak gerekirse en çok da korkmaması gerekenler devleti yönetenlerdir..
Tek bir şartla ama: Yeter ki “cesaret” akla mantığa dayansın!
Sn. Başbakan Tatar’a, “Maraş bizim yönetimimizde açılacaktır” beyanına bu düşünce vizyonundan baktım. Dolayısıyla kararlılığına ne şaştım ne de “iki devletli çözüm” önerisine taktım..
Kaldı ki kendi açıklamaları ve sürekli satır aralarında vurguladıklarıyla biliyoruz ki bu konularda Ankara’nın görüşleriyle onayını almaktadır..
Tabi ki siyasi yönden kafamıza yatmayan hatta bizi korkutan bu “tasavvurlara” çekinceli yaklaşıyoruz..
Mesela Maraş’ın önce “envanteri yapılacaktır” denildiği halde sonradan “Türk Yönetiminde iskâna açılacağının” söylenmesi kafamıza yatmadı!
(Fakat Maraş’ı açacağız haberleriyle eğer Rum tarafını ürkütüp olası bir çözüme zorlamak gibilerinden bir politik taktik söz konusu değilse” diyoruz!)
Yani sonuçta “elimizde “koz” olarak tuttuğumuz Maraş’ı çözüm için “koz” olarak kullanmaya karar vermişsek zaten yıllar ötesine sarkacak “açılması” olayına “neden olmasın” denebilir.. Hatta “cesur bir karar” da denir..
*****
SERZENİŞİMİZDİR: Rum tarafının Doğu Akdeniz’de MEB ile Hidrokarbon yataklarına ulaşması Ankara’nın fena halde canını sıktı. Nitekim bu olay nedeniyle hatırladı ki Doğu-Batı Akdeniz’de büyük çapta “karasuları” vardır! Artı Rum’un “ulaştı” denilen “hidrokarbon yataklarında” KKTC’nin de hakkı vardır.. Ve bu “hakların” mesela Rum-Yunan yada öteki şirketler tarafından gasp edilmesine asla izin vermeyecektir..
Kısaca Kıbrıs Türk halkının hakları çiğnetilmeyecek, kimselere yedirilmeyecektir..
Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Koordinatörümüz Oktay ve Milli Savunma Bakanı Akar son günlerdeki beyanlarıyla hakkımızı savunuyor, “oldu bittilere göz yumulmayacağını” hatırlatılıyorlar..
Öyle de aradan 43 yıl geçti bir çözüme bile ulaşamadık! AB’nin ambargoları altında eziliyoruz! Açık Hava hapishanesi esamesine dönmüş Kuzey Kıbrıs’ın, esirleri durumuna getirildik! Türkiye parasal katkıda bulunmasa çoktan bu adadan gittik giderdik yada Güney’in himmetine sığınırdık..
Yani bugün de hâlâ “hak hukuktan” neyin anlaşılmakta olduğunu anlayamıyoruz çünkü 45 yıldır “dönbaba” olduğumuz Kuzey’de kendimize devlet diyoruz ama biz bile inanmıyoruz Devlet olduğumuza!
Üstelik bu “tanınmamışlık” olayında sadece Türkiye’ye takmıyoruz..
Bakın Geçen hafta ABD’nin Dışişleri Bakanı “İnsan Ticareti Raporunda” KKTC için neler jurnalledi:
Kuzey’de insan kaçakçılığı cezadan muafmış!” “Adanın Kuzeyinde insan tacirlerinin mağdurları için sığınma evleri, sosyal, psikolojik, ekonomik hizmetler yokmuş!..” Ve daha neler!
Okuduğumda “Allah sizin cezanızı versin” dedim! Hem Kuzey’i tanımazsınız! Hem yardımda bulunmaz tek kuruş vermezsiniz! Hem yıllardır süren ambargolar altında tutarsınız…
Sonra da kalkar adanın Kuzeyi şudur budur diye karalar çalarsınız!
Bre Allahsızlar, tanımadığınız, yardım yapmadığınız, ambargo uyguladığınız bir devleti “nasıl olur da bir dünya devleti gibi (ki ne BM’lere ne AB’e üye değiliz) raporlarınıza alır, karalar çalar, yerin dibine batırırsınız! Allah’tan korkmaz utanmaz mısınız?
Yani bu ülkede bir avuçluk Kıbrıs Türk halkı üzerinden herkesler ahkâm kesmekteler ama 45 yıldır nasıl haksızlıkların yangınlarında cayır cayır yandığımızı görmemekte, görmek istememektedirler! **********
NARENCİYEM DE YİTTİ!
1974’den hemen sonra o yıllarda Tarım Bakanlığında müsteşar olan Orhan Aydeniz’le zaman zaman yaptığımız gibi Mağusa’dan çıkmış Lefkoşa üzerinden Güzelyurt’a varmışız ki ilk gördüğümüz yanan bir portakal bahçesinin üzerinden yükselen kara dumanlar olduydu!
Hatırlarım, “Eyvah” dedimdi Orhan’a, haçan da başladık yakmaya?”
Barış Harekâtından sonra 80 bin dönüm Narenciye Bahçesinin sahibi olduktu. Bunun 15 bin dönümü Maraş bölgesindeydi..
Asil Nadir’in de bir devrelerde şirketiyle işletmeciliğiyle ihracatını gerçekleştirdiği narenciye bahçelerimiz, uzun süre gelirleriyle “sarı altınlarımız” oldulardı.. Binlerce işçimizin ekmek yediği bu bahçeler sayesinde taşımacılık yapan kamyoncular da yararlandılardı, Mağusa liman işçileri de “gemilere yüklemeden” gelirlerine gelirler kattılardı..
Sonra başladık kurutmaya ama! Önce yetmiş altmış binlere, sonra hızla aşağılara derken son verilen habere göre sadece 45 bin dönüm Narenciye Bahçesi kalmış. Yazık!
Deniyor ki “susuzluktan” kurumuşlar! Mağusa’dakiler evet.. Kuyulara deniz suyu karıştıydı!
Fakat Güzelyurt’taki olay KKTC’nin “Tarım ve toprak” sorunuyla büyüyen yansımasıdır. Şöyle ki artık toprağı, bahçeleri bağları.. Babadan oğula devralacak, toprağı tırnaklarıyla kazıp teriyle sulayacak, fidanını dikip büyütecek, meyvesini üretip pazarlayacak insanlarımız gitgide azalıyorlar. Üniversiteyi bitiren gençler toprağa dönüp bakmıyorlar bile! Eh bu memlekette de artık Üniversiteli olmayan genç kalmadı!
Büyük olasılıkla 1974’de Baflıların yerleştirildiği Güzelyurt’ta, artık “Bahçeler” dededen babadan oğullara aktarılamıyorlar. Bahçeler bakımsız kalıyor ürün bücürleşiyor…
Zaten bu nedenledir ki köylerimiz gitgide boşalmıyor mu? Belli ki “Tarım” konusunda da seferberliğe ihtiyacımız vardır.
Yine de umut diyoruz: Her halde TC’den akıtılan suyu da dikkate alarak Narenciye Bahçeleri yeniden yeşertilecektir.. Umut işte!