Geçen hafta sonu yazıma şöyle başladıydım: “Anastasiadis Sn. Akıncı’nın siyasi soruna yönelik pasif tutumuna karşın…”
Ayni sıralarda Sn. Akıncı TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun bir süre önce “Kıbrıs Rumları dahil herkesle görüşüyoruz” lafına takılıyor ve son günlerde “garantör ülkelerin bir araya gelerek soruna ilişkin görüşmeler yapması” önerilerini hatırlatarak şöyle diyordu:
“Çavuşoğlu Rum tarafıyla temas kurmak istediğini bize de duyurmuştu. Niyet araştırması yönünden sakıncalı değil. Fakat süreklilik arz edecek konuma girerse Kıbrıs Türk tarafının dışlanmışlığı söz konusu olabilir…”
(Sn. Akıncı’nın bu değerlendirmesine “doğrudur” dediğim için, yazımdaki “pasif” kelimesi de kadük duruma düşüyordu! Üstelik son günlerde Rum tarafının sorunu sıcak tutmaktan öte harlı ateşlerle alevlendirmeye çalışması karşısında bir adım öne çıkarak “hop” diyordu! “Durun bakalım, Kıbrıs Türk halkının masadaki temsilcisi olarak başrol hâlâ benim. Lütfen dikkatli olun kantarın topuzunu kaçırmayın!)
GÖRDÜĞÜM ve değerlendirdiğim kadarıyla “Çavuşoğlu” Erdoğan’dan sonra en etkin ve önemli 2. Politikacı olarak öne çıkıyor.. Çünkü bugüne kadar “TC Dışişleri makamı” hem bölgede hem AB ile ilişkilerde Doğu Akdeniz’i de stratejik önemiyle kapsamına alan bu kadar yoğunluk yaşamadıydı..” Deyim yerindeyse Çavuşoğlu’nun başını kaşıyacak tek dakikası bile yok!
ANCAK bu “görünüme” karşılık Kıbrıs sorunu tıkanıklıktan kurtarılamıyor. Artı Rum tarafı MEB’lerinde Amerikan Exxon Mobil şirketinden Fransız ve İtalyan şirketlerine kadar Etki ve yetkileri hacimli ülkeleri hidrokarbon arayışlarıyla alabandasına almış ki Türkiye “müdahale” amacında parmağını oynatsa bölgede kıyamet kopacak. (Nitekim o müdahale İtalyan şirketinin çalışmasına yönelik başladı bile!)
ÇAVUŞOĞLU’na dönmem gerekirse, kendilerini Annan planından beri tanıyoruz. Türk tarafının referandumda “evet” demesinde payı vardır. Kıbrıs sorununu en iyi bilen siyasilerdendir..
Ancak eğer Anastasiadis’le sadece kahve içip sohbet etmeyecekse, niçin “temas kurmak” istediğini anlamadım.. Doğrusu Sn. Akıncı da anlamamış olacak “sorunun garantör ülkeler arası bir müzakere safhasına” dönüşmesini garipsiyor!
Gelişmeleri tabi ki haberleri değerlendirerek yorumluyorum. Bu nedenle “sadece gözlemeye devam” diyorum!
**********
BU BEKLENTİLERLE ÜRETİM Mİ OLUR?
Geçen hafta kendimizle “hesaplaşma” gereğini duyarken hemen tüm “kurumlarımızı” önümüze sererek günah çıkarmaya çalıştıydık.
Bu nedenle yeni Yasama yılı 9. Dönem Kurul toplantısı da sancılı başladı. Sekiz aylık dörtlü koalisyon hükümeti çaresizlikle kıvranırken söylenegelen tek iyi haber TC’nin altyapı yardımlarından artakalan 8 milyar TL’lik bir paranın KKTC’e intikalinden öte değildi..
Yüzde 24 buçuk enflasyonla yaşamaya çalışırken zaten Sn. Erhürman da insanların kendilerini mesut hissetmeleri için gönüllerini hoş etmeye çalışmıyor, aksine “müjdeler olsun diyordu. 2019 beterin beteri olacak!”
ÖZYİĞİT ise vaziyetlerimizi somuta indiriyor ve diyordu ki mecliste, “bu toplum neden üretimden koptu sorusunun sorulması gerekir…”
Evet! Çok geç oldu ama artık sorulması gerekir. Çünkü üretimi olmayan toplumun ihracatı da olmaz. İhracat olmayınca ithalat artar, arttıkça da o ekonomi çöker! Bunu Mağusa’da rahmetli Ayvaz da bilirdi!
VE gelelim üretime: Ama önce ve bir kez daha “oh olsun size” dedikten sonra ekleyim! “Siz öyle bir toplumun ahvadısınız ki TC’den KKTC’ye akacak suya bile karşı çıktınızdı. Şimdi de Güzelyurt’taki seksen bin dönüm narenciye’den 30 binlere düşen bahçelere bakıp “susuzluktan” diyorsunuz!
…Kaç zamandır Güzelyurt’a uğramadım. Geçenlerde oraya giden arkadaşım Halil hocaya sordum: “Nasıl oralar, var mı gelişmişlik? “Halil hoca “eh dedi, yavaş yavaş bir kalkınma var. Her halde artık insanlar Güzelyurt’un Rum’a iade edilmeyeceğine inandılar ki yeniden yapılanıyorlar!”
ANLADINIZ mı niçin Güzelyurt’taki narenciye 45 yıl içinde heba oldu! Sadece susuzluk kuraklık mı? “İnançsızlık” efendiler inançsızlık! Bu insanlar kırk yıl Omorfo’nun sahiplerine iade edileceği masalları ile uyutuldu. Ne uyutulması afyonlandı! Annan planlarına kondu, Güzelyurt insanına bile Rum’a iadesi için “evet” dedirtildi!
Ne diyoruz yıllardır. Ayaklarımızın bastığı bu topraklara yazık ki tırnaklarımızı geçiremedik! Çünkü “vatanımızdır” bile diyemedik! Hâlâ da bir çözüm olasılığında nasıl savrulabileceğimizin beklentilerinde bakıyoruz geleceklere.. Böyle bir ulusal düşünce iflasında üretim mi olur?
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (VAZİYETİMİZ BU!)
Trafik can almaya, çevre pis olmaya devam ediyor.. Hırsızlık olayları mezarlıklardaki araba park yerlerine kadar yayılmış, insanların en acılı anlarına yeni acılar katmakta! Sinirler yay gibi gerilmiş artık insanlar küfürleşerek konuşmakta! Döviz vurgununu fırsata çevirmek isteyenler “tam zamanıdır” diyorlar! Sahtekârlık dolandırıcılık aldı başını gidiyor!
FAKAT asıl sorun tüm bunlara dur diyecek “devlet otoritesinin” yeterli olmaması! İnsanı asıl yıkan da bu oluyor! Ki bir kez daha Rahmetli İsmet İnönü’nün ünlü lafını yazmak zorunda kalacağım.
“Bir memlekette namus erbabı en az namussuzlar kadar cesur değillerse o memlekette ciddi iş yapmak mümkün değildir!”
Vaziyetimiz bu vaziyet işte!