KKTC’i kurup korumak yönünden gösterdiğimiz kararlılıkla direnç, bu gün de tartışmasız “takdirle” kabul gören bir politik zaferimizdir. Ayni zamanda “küçük bir topluluğun büyüklüğünü yansıtan ispatıdır.”
Çünkü Devlet olmak zordur!
Her ne kadar “liderliğini” halkı ile paylaştırıp bütünleştiren Kıbrıs Türk halkının görüp göreceği en bbüyüklerden” Denktaş gibi “dirayetli” bir “politikacının başarısı da olsa; KKTC’i koruyup yaşatmak uğraşlarında hâlâ direniyor olmamız, büyük olaydır!
FAKAT bu büyük olayı ne komşumuz görmek istemektedir ne BM ile AB! Hatta “Devlet” olduğumuzu bile kabul etmiyorlar!
Buna karşılık esefle yazıyorum: Kırk yıldır masada tartışılan “çözüm” odaklı Kıbrıs için biçilen model, “ayrı bir Devlet” değil, Rum ile ve istediği şekilde oluşturulacak “federal sistemdir!”
Nitekim bu konuda o kadar büyük siyasi propagandalar yapıldı ki artık Kıbrıs Türk halkı olarak “iki ayrı Devlete dayalı bir çözüme bile inanmıyoruz!”
Hatta Rum tarafının bile kendi siyasi çıkarı ve hedefi için sürdürmeyi abese iştigal duyduğu bayatlamış federasyon politikalarını bile artık KKTC olarak biz yürütmekteyiz!
İSPAT mı? Annan planı! İspat mı? Crans Montana’da kabul ettiğimiz çözüm planı! Daha büyük ve geçerli ispat mı? İki toplumun yürüdükleri yolda çizdikleri siyasi sorunla ilgili yol haritaları!
Hâlâ kendimizi 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin “ortağı ve yurttaşları” olarak görüyoruz! Şöyle ki Daha ana rahmine düşerken ve henüz doğmamış çocuklarımıza bile, Rum tarafından “kimliğinden pasaportlarına” kadar tedariki için işlemlerini yapıyoruz!
Sormaz mısınız? Neyiz bu adada, eğer “devlet” değilsek? ***
ÖTE yandan: Devleti kurduk ama hepimizin itiraf ettiğince sahip çıkamadık. Sadece “çözüm pazarlıklarında kullanılacak gelip geçici bir politik argüman olarak elde tuttuk! Ve her zaman da pazarlığa açık yönetim olarak gördük. Her halde “sahipsiz kalıp kokmasın diye!”
Sonra da bu ucube Yönetimin karşısına geçip neden kırk yıldır hayır etmediğimizi sorarız! ***
OYSA ferketmemiş olsak da aslında öyle köklü devlet kurmuşuz ki işte bunun ispatını bu kez de “Koronavirüs” çaktı! Hem de KKTC olarak dünyaya nanik çekerek, “bende bir tehlike bir felaket yok” diyerek! Üstelik o virüsün Rum tarafında yarattığı büyük felakete karşın..
Nitekim Güney 15 ölü sekiz yüzü aşkın vaka sayısı ile sapır sapır dökülürken KKTC’de on gündür vaka bile görülmedi.
BU başarı Kıbrıs Türk insanının, doktorlarının, sağlık çalışanlarının, emniyet güçlerinin başarısıdır. Karar mercii durumundaki Hükümetin başarısıdır. Tüm bu olumlu gelişme ve müdahaleleri “Devlet çatısı altında gerçekleştiren Devletin başarısıdır..”
***
BU toplumda 1958’lerden beridir soluk soluğa yaşamakta olan KKTC devletinin bir yurttaşıyım.
Ve doğrusu gurur duyuyorum: Çünkü şu anda bile dünya “literatüründe” Coranavirüs’e karşı en iyi tedbirlerle direnç gösteren bir Devletin yurttaşıyım.
Fakat Başbakan Tatar’ın, “durumumuzu Dünya Sağlık Örgütüne de bildiriyorum” açıklamasına karşın, bu büyük başarımızın propagandasını yapamadık! Oysa büyük fırsattı. Şöyle ki dünyanın gözlerinin içine “işte Güney Rum Yönetimi, işte KKTC” diyerek sokmak! Yine başaramadık! OYSA Rum Yönetimi “insanlarını “koruyamadığı için virüse kaptırırken Güney’de insanlar ölüp ölüp ölürlerken; bizde lafı edilecek vaka sayısı bile görülmedi… Fakat bu başarılı mücadelemizi dünya haber ajanslarının haberlerinde duyurmalarına bile yardımcı olacak bir “propaganda mekanizması” oluşturamadık..
BU nedenle Kıbrıs siyasi sorununun sonucundan gene korkuyorum! Çünkü Kuzey’de kendi Devletimizi bile Güney’le kıyaslama becerisini gösteremeden, kendi kendimizi azınlıktaki bir cemaat esamesine sokup Rum’un Kıbrıs Cumhuriyeti sahipliğinden kaynaklı himmetiyle “siyasi çözüme” kavuşmayı bekliyoruz! Ne desem ki? Çok bekleriz!
***
KISACA TAKILDIĞIM: (AB KÜÇÜLÜRKEN TÜRKİYE BÜYÜYOR..)
Dünya koronavirüs’le uğraşırken… Bu virüse karşı hem Türkiye hem KKTC büyük bir direnç ve başarılı mücadele sergilerken… AB bu iki ülkeye karşı nasıl bir siyasi tutum izliyor diye merak etmez misiniz?
Geçen günlerde “AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi” bu merakımızı zail eyledi! Nitekim verilen haberlerde bir süre önce AB Dışişleri Bakanları gerçekleştirdikleri bir toplantıda Rum’un Münhasır Ekonomik Bölgelerinde çalışmalar yaptığı Doğal gaz faaliyetleriyle ilgili Türkiye’nin de sürdürmekte olduğu faaliyetlerini “Telekonferans” vasıtasıyla aralarında görüşerek kınadılar!
Hatta TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da ayni sistemle yani Telekonferansla toplantıya bağlanarak bilmem kaçıncı kez meramını anlattı ama özellikle “anlamadıklarını” beyan ederlerken, her zamanki gibi AB ülkelerinin büyük kısmının da yine desteklerini aldılar…
Mesela Çin bile olaya karışmış! Türkiye’nin faaliyetlerinden korkuyorlarmış!
…ANLADIK mı AB’i? Hatta virüs salgınının “çıkış yeri olan Çin’i? AB ülkelerini? Dünya virüs nedeniyle canı ile uğraşırken bile onlar Doğu Akdeniz’deki Türkiye ile uğraşıyorlar!
Oysa daha geçen gün ne dedimdi Köşemde: “Kaçınılmaz hale geldi her halde artık Türkiye’yi AB alırlar!..”
Gene yazıyorum. Bir gün mutlaka alacaklar. Hem de “Rum-Yunan ikilisini çatlatmak pahasına! Çünkü o kadar küçüldüler ki Türkiye çok büyüdü!”