Dün sabah uyandığımda, pencereyi açıp gökyüzüne baktığımda “Allahım niye beni mizah ustası yaratmadın” diye söylendim kendi kendime.
Ben oturmuşum da akıl satan, geçmişin deneyimlerinden bahseden yazı döşenmişim.
“Be arkadaşlar abartmayın bu kadar, alt tarafı şimdilerde adına “gök gürültülü sağanak yağış” denilen eskilerin “kırk ikindi yağmurları” diye isimlendirdiği yüz yıllardır bu toprakları sulayan mevsim yağmurlarıdır” demeye getirmişim.
Ne kadar safmışım.
Tam da mizah ustalarının alanına giren bir durum.
“Şiddetli yağışlar olacak, fırtına ortalığı dağıtacak” diye ortalığı ayağa kaldırdılar, işi okulların tatil edilmesine kadar vardırdılar, hey hat ki dün gün boyu güneş taş yaktı.
Taş yakan güneş bazılarını “garagöz” duruma düşürdü.
***
Dün vatandaş gün boyu söylenip durdu.
Her arayan “bunun hesabını kim verecek” diye sordu.
Ne hesabı?
Çocuklar okula gitmedi eğitimden geri kaldı, memurların çoğu çocuklara bakmak için evde kaldı iş kaybı oldu, devlette işler durdu devlet kaybetti….
Vatandaşın dert ettiği şeylere bak.
Kim hesap verecek?
Kimse.
Yarından itibaren seçimleri konuşmaya devam edeceğiz.
Unutulup gidecek.
Zaten okulların kapanmasından memnun kaldılar, zaten devlet uzun süredir hizmet vermiyor.
Bir gün de “resmen” çalışmamış oldu.
Ne oldu yani?
Bir tek Meteoroloji Dairesi Müdürü gurur yapıp istifa edebilir. Yılların bürokratına okul kapattıracak kadar yanlış hava tahmini yakışmadı.
İstifa ederse eder.
Etmezse de “külahı sallar pilavı yer…”
Bu düzen de öyle sürer gider.
Aksini beklemek saflıktan öte bir şeydir.
(*) 10 yıl önce bu köşede yayınlanmış bir yazı. 10 yılda değişen ne oldu? Güneşli bir havada kapatılan okular ve işe gitmeyen memurlar. Peki bu kez sorumlu kim ve kim hesap verecek?
Biz de safça bu düzenin değişmesini mi bekleyeceğiz?