Sonunda ve hemen başucumuzda, Tomahawk füzeleri de patladı. Dün sabah Trump’ın emriyle ABD’nin bölgedeki savaş gemilerinden Şayrat hava alanına füzeler yağdırıldı. Daha önce bu hava alanında Rusların olduğu söyleniyordu. Trump Suriye’nin kimyasal silah kullanmasına doğrusu beklenmedik ve çok sert cevap verdi.
Suriye’nin Cenevredeki ateş kes sürecini ihlal edip üstelik kimyasal saldırısından doğan Amerika müdahalesinin ve Rusya tepkisinin nasıl gelişeceği, bölgede bundan sonra nasıl değişimlerin olacağını bilemiyoruz. Ancak haberi işittiğimde benim aklıma gelen şu oldu:
Bölgemizi saran ve ABD’nin bu son müdahalesiyle İşid’e yönelik federasyon güçlerinin operasyonları, bundan sonra Rusya’nın da kapsamında olan süreci her halde planlanan hedeflerin ötesine taşıyacak.
SAĞDUYU: Ortadoğu gitgide çıbanbaşı olmaktan çıkıp kangren oluşa doğru sürükleniyor. Bugüne kadar ne Güney ne de Kuzey yanı başında süregelen bu kanlı savaşları, terör olaylarını, nihayet kimyasal silahlarla saldırıları kendi siyasi sorunlarından başını kaldırıp da görüp değerlendirecek bir harekette bulunmadı. Gerçekte adadaki Kıbrıslıların varlık alanı bedenlerinin kapladığı yer kadar olmasına karşın, kendilerini hâlâ dünyanın odağı sanmakta! Özellikle Rum tarafı o bitmeyen kibirli tutumuyla, boyuna posuna bakmadan sürdürdüğü akresif politikasıyla hem çözümü imkânsız hale sokmakta hem de bir gün adayı Ortadoğu ateşleri içine atacak Doğu Akdeniz’deki Hidrokarbon yatakları ile oynarken, bölgedeki İsrail Mısır gibi ülkelerle de savaş oyunları düzenlemekte, Yunanistan’la birlikte abuk sabuk politikalarla Türkiye’yi tahrik etmekte, tansiyonu yükseltmektedir!
ABD’nin Suriye’ye müdahalesidir ki şimdi bu tip Rum Yunan oyunlarının ne kadar tehlikeli olduğunu daha iyi görüyoruz! Bu nedenle ara başlığa “sağduyu” dedik çünkü bu sağduyu Türk ve Rum haklarına şimdilerde her zamankinden daha çok gerekmektedir. Bölgedeki kızgın ateşlerin içine düşmeden bugüne kadar Türkiye’nin adadaki garantörlüğü nedeniyle sürdürülen barışı her zamankinden daha çok korumaya ihtiyacımız vardır.
Bu nedenle diyoruz ki “akıllar başlara!” Eğer istersek bu adayı cennet yaparız cehennem de yapabileceğimiz gerçeklerde!
Ve akıllar başlara diyoruz: Ayni adayı paylaşan iki halk olarak değiştiremeyeceğimiz bir kaderde yan yana ve birlikte yaşamak zorundaysak uzlaşmak zorundayız da. Kuzey de Güney’e iki halk yeter. 42 yıllık barışa çözümü de katmak zor olmamalı. Yeter ki Güney sağduyulu davrana! **********
VATANDAŞLIKLAR SORUNU VE UYARILAR
Halkın Partisi bugüne kadar diğer muhalefet partilerimizin kaçındığı bir yeni “propaganda süreci” başlattı. Periyodik aralıklarla ülke sorunlarını neşterlemekte sadece eleştiri değil, yapılması gerekenleri de açıklamaktadır. Yani “ben iktidara bile bile ne yapılması gerektiği konusunda kopya veriyorum” gibilerinden muhalefete ters bir yöntem uygulamasına karşın şu imajı çakıyor:
“Biz iktidara gelirsek işte bugünden söylüyoruz şunu şöyle yapacağız.”
Ben bu tip detaylı açıklamaları bir partili olmadığım halde samimi ve dürüst politikalarda “vatanperverlik” olarak değerlendiriyorum. Ki bir devrelerde “TKP de gölge hükümet” kurmuş mevcut iktidara alternatif bakanlarıyla benzer politika ortaya koymuştu.
VATANDAŞLIKLAR OLAYI: Sadece Halkın Partisi değil, dünya elem bilir ki vatandaşlıkların iki yüzü vardır. Bir yüzünde hakçasına verilmiş vatandaşlıklar, diğer yüzünde mevcut iktidarın “partizanlığına” dayalı seçmen ayarlamaları!
Birincisi konusunda zaman zaman ben de “Köşemden” çok yakımdım. Adam on sekiz yıldır KKTC’dedir, evlidir, çocukları vardır, çalışmaktadır fakat hâlâ onca müracaatına karşın vatandaş yapılmamaktadır! Çünkü “partili” değildir veya iktidardaki partiden yana değildir…
HP’i hem buna karşı çıkmakta hem de partizanlık uğruna hakkı hukuku olmadan vatandaşlık verilmesine… Mesela sormaktadır:
Kriterler nelerdir? Sağlık, eğitim, konut, altyapı, belediye hizmetleri dikkate alınarak mı vatandaşlıklar verilmektedir?
Yahut kendisine vatandaşlık verilirken ailesine verilmemesi ve mağduriyete uğratılması nasıl bir kriterdir? Vatandaşlıklar ülke kapasiteleri dikkate alınarak mı verilmektedir?
Sonuçta ve her hal’u kârda HP’nin de vurguladığınca Vatandaşlık verilmesi olayının “sistemleşmesi,” popülizmle partizanlıktan kurtarılması ve adil kıstaslara bağlanması gerekir ki “devlet olduk” dendi miydi devletimize de yakışsın! Dolayısıyle siyasi iktidarların değil oluşturulacak “tarafsız kurum veya organların” vatandaşlık müracaatlarını değerlendirmeleri gerekir ki spekülasyonlarla partizanlığa dayalı olmasın.
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (BIRAKIN DA KIBRISLI TÜRK KALALIM.)
Bir zamanlar nasıl bir ‘izm’se “Kıbrıs Türk milliyetçiliği” tartışmaları yapılıyordu. Tabi kimse nasıl bir sosyolojik içeriği olduğunu anlatamıyordu çünkü Kıbrıs Türk toplumu bünyesinde “milletleşme” yoktu! Olması için tanınmış devletlerin dolayısıyla milletlerin arasında yer alması gerekirdi..
Denecek ki işte yanı başımızdaki tanınmış Rum devleti! Olabilir mi? Olur, zaten olmasaydı “Kıbrıslı Türk milliyetçiliği” söylemi de olmazdı… Ne var ki bir süre önce “milliyetçilik” lafı tu kaka oldu, derdinden kurtulduktu!
Dün refikim Mehmet Moroket de değindi. Sn. Başbakanımızın ansızın hatırına geldi, “Kıbrıslılar diye bir şey yoktur, Yunanlılar vardır Türkler vardır, Kıbrıs’ta mesele budur” deyiverdi!
Eee Bulgaristan’da Yunanistan’da da Türk vardır. Azerbaycan halkı da kendilerini Türk derler ama kimlikleri “Azeridir” tıpkı Bulgar ve Batı Trakya Türkleri gibi.
Kaldı ki Kıbrıs’ta devlet iddiasındayız, ve Sn. Özgürgün de adıyla sanıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin seçilmiş Başbakanıdır.
Kısaca diyoruz, bırakın da Kıbrıslı Türk olarak kalalım. Dünya’da bir Kıbrıs Türk devleti oluşumunun Türkiye’ye de faydası vardır!