Tümden Kıbrıs’ı ilgilendiren hemen her sorunda görüp yaşadığımız gerçek, “Anastasiadis’li Güney Rum’unun Kuzey’i dikkate almadan tüm adanın devletiymiş gibi tek başına hareket etmesidir! Ki bu gerçeği şimdi de “Korona Virüsü” ile yaşıyoruz..
Nitekim deve kuşu gibi başını kuma gömerken, açıkta kalan yerlerini ayazlatan Rum tarafı, nasıl bir adada, hangi koşullarda varlığını idame ettirdiğini düşünmek gereğini bile duymadan, “Dünyayı saran büyük İnsanlık felaketini” bile “Türkler ve Rumlar-biz ve onlar” ayırımcılığında düşmanlık gösterisi haline getirmeyi yine siyasi marifet saydı!..
ALLAH büyüktür ama! Devenin de sevmediği diken burnunda bitermiş! “Güney’i Kuzey’den gelecek Korona virüsüne karşı korumak için sınır kapılarını kapatan Anastasiadis o virüsü bizden önce gördü! Sonuçta bu ada siyasi bölünmüşlüğü gerçekleştirecek kadar büyük olsa da Korono Virüsü için çok küçüktür!
NE var ki bunu geçmişte ne Makarios’a anlatabildikti ne de ağa babaları Yunanistan’a! Şimdi Miçsodakis’le Anastasiadis’e de anlatamadığımız gibi!
Hatta 1963’lerden beridir bu adada bizimle birlikte yaşayan BM’ler yetkililerine de! Ki onlar da tüm adayı Anastasidis’in meşru Cumhuriyeti olarak tanıma saçmalığını sürdürüyor, sittin senedir de Kuzey’de iznimizle bulunmalarına karşın, hâlâ Rum’dan yana tutumlarıyla çözüm arayışlarına hizmet ettiklerini sanıyorlar! Aslında artık doğal turistlerimiz haline gelen BM’ler Barış Gücü Askerleri ve personeli; geçen gün aynen Anastasiadis kafasıyla hareket ederek Lokmacı Barikatında Türk polisiyle karşı karşıya gelirlerken bir kez daha Kıbrıs siyasi sorunu sahnesini yıkıp viran eyledilerdi!
Ki yarım asrı aşkın süredir adada konuşlu bulunan bu “BM’ler komutanlarıyla askerlerinin gözü önünde Makarios’a yönelik 1974 darbesi de yaşandı, 1974 Barış Harekâtı da gerçekleşti, ada ikiye de bölündü, üstelik kendi gözetimlerinde çözüm için müzakere masaları da kuruldu ve kendilerine rağmen tırnak kadarıyla bile olası çözüme yaklaşılamadı!
VE şimdilerde “her halde birceyez dağda garagatsuna ölmüş” olacak, yıllar sonra adada barışı tesis edeceğim işgüzarlığında fakat yine Rumdan yana tutumuyla Türk polisini Lokmacı kapısında itip katmaya çalıştı! Bravo! Tam BM’lere layık “askerler!”
*****
ANAYASADAKİ İKİ DEĞİŞİKLİK
26 Nisan’da 8. Kez Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Her halde şimdilerde Meclis’te onaylanan Anayasa’daki iki değişiklik de birlikte referanduma sunulacak..
Bu değişikliğin ilki 2014’deki Annan Planı referandumunda gerçekleştiydi. O dönemde CTP’li Erhürman’ın “21 maddelik değişiklik çalışmalarında” büyük emeği olduydu. Nitekim eğer Annan Planı ile referandumda kabul görseydi örneğin “Belediyeleri en az onda biri oranında zarara uğratan Belediye Başkan ve Yönetimlerinin görevden alınması yolu açılacaktı.”
Ne var ki 21 maddelik bu değişiklikler Referandumda reddedildiydi..
ŞİMDİLERDE Meclis’te onaylanıp halk oylamasına gidilecek denilen “Anayasa’daki iki değişiklikten biri “Başsavcı, Başsavcı Yardımcısı ve Başsavcı Yardımcısının muavinlerinin emeklilik yaşlarının yukarı çekilmesi; diğeri de Yüksek Mahkeme Yargıçlarının sayısının artırılmasıdır…
(Ki 2014’deki Anayasa değişikliğinde de “Yüksek Mahkemedeki yargıç sayısının yasayla artırılmasının ve yargıda uzmanlaşmanın önü açıldıydı.)
…BİLİNEN gerçektir: Artık Devlet kademelerinde (hiç arzu edilmemesine karşın) en yoğun mesaiyi savcılar, yargıçlar, hukukçular vermekte! Memleket neredeyse olduğunca mahkemelik olacak! Olacak çünkü diğer sorunlarda olduğu gibi toplumdaki büyük “değişimlere” karşın “değişmeyen sistem ve kanunlar” Yargıyı da vurmaktadır..
Bu nedenle Anayasadaki değişikliğin tam zamanıdır da hâlâ ne bilen vardır ne ilgilenen! Oyunu kullanacak halkın önüne geçmişte olduğu gibi yine tartışılmadan gecikmişliğiyle konulacak! Ve doğrusu kuşku duyuyoruz. Ya seçmen 1914 referandumunda olduğu gibi “bana ne” derse! ***
KISACA TAKILDIĞIM:
Yavaştan yavaştan Cumhurbaşkanlığı adaylarının seçilme şanslarına yönelik “Anketlerin” yayımlanmasına başlandı. Doğrusu ilk tahminler sürpriz değil. Birinci sırada UBP’nin tam desteğini de alan Tatar var. İkinci sırada iddiasını sürdüren Sn. Akıncı.
BEN Tufan Erhürman’ın dolayısıyla CTP’nin (belki hem parti hem de Erhürman için henüz erkendir ama) neden bu kadar tutuk davrandıklarını, sanki “kaybetsek ne yazar” dercesine “tevekkel ya Allah” tutumlarını yadırgayanlardanım..
NERDE o eski CTP diye sormadan da yapamıyorum! Ki her “seçimi” bir festivale dönüştürür, memleketin gençlerini yollara meydanlara döker, diğer partilere kampanyalarıyla kök söktürürdü..
Artık o CTP yok işte! Belli ki uzun süre sonra iktidar olmak, olup da paldır küldür gidivermek, moralleri fena bozmuş!
Muhalefet oluşun cevvaliyeti gitmiş iktidar mağduru bir parti gelmiş! Doğrusu toparlanmazsa Erhürman’ın Arıklı kadar bile şansı olmaz!
VE “Arıklı” dedim: Sürpriz bir ad! Alışılmışın dışında bir aday! “Benim benim” derken de “güven veren” bir politikacı..
Kaldı ki zaten ne diyor Arıklı? “Sizi şaşırtacağım ben kazanacağım..” Bana sormazsınız ama hiç mahzuru yoktur faydalı bile olur!
ÖTEDE kim var? Her zamanki gibi son sözü sandıkta seçmen söyleyecek.. Bakalım bu kez de kimi Cumhurbaşkanı yapacak?