Bir aşk hikâyesi - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

Bir aşk hikâyesi

Androligulu Hasan’ı hiç tanımadım ama hayat hikâyesi beni etkiledi. Geçenlerde ölmüş ve Panikos Hrisanthu onun hakkında bir yazı yazdı. Panikos’un “Akama” filmini seyredenler bazı şeyler anımsayacaklardır. O yazıyı tercüme edip siz okurlarımla da paylaşmak istedim:
<<Androligu köyünden dostumuz Hasan dün öldü. Onu bugün saat 16:00’da köyünde toprağa veriyoruz. Son Kıbrıslılardan birini kaybettiğimize inandığım için ölümünün getirdiği düşüncelerimi sizinle paylaşmak ihtiyacını duydum.
Bilge bir insandı. Konuştuğu zaman Homer’i dinliyor izlenimini edinirdiniz. Topraklarımızın arada bir yetiştirdiği bir bilgelikti bu. Atalardan çocuklara nakledilen ve insanın kedi hayat tecrübeleri sonucu edindiği bir bilgelik. Androligulu fakir çoban Hasan’a sunulan deneyim ve dersler konusunda hayat ona çok cömert davrandı.
Daha 10 yaşında iken babası onu Akama’da Rum bir çobanın yanına çırak olarak gönderdi. Bu insanların artık onun ebeveynleri gibi olacağını söyledi. Haç çıkarmalarından ve ‘Hristozum’ veya ‘Banayiam’ demelerinden rahatsız olmamasını tembih etti. “Tanrı birdir; onlar ona Hristos derler, biz de Allah deriz” diye ekledi.
Ne var ki 10 yıl sonra cahil babasının sözde ve pratikte uyguladığı hayat felsefesinin Kıbrıs gerçekleri ile çakışmadığını fark etti. Kin dolu 50’li yıllarda başka rüzgârlar esiyordu: Milli hedefler, fanatiklik, toplumlar arası çatışmalar.
Hasan ile Hambu seviştikleri zaman iki köy arasında savaş çıkmasına ramak kalmıştı. Druşalılar o ‘Türk’ten ‘kendi’ kadınlarını geri almak amacıyla ellerinde çatallar (dirgenler), tüfekler ve kazmalarla Androligu’yu bastılar. Kimse, iki insanın birlikte yaşamak isteklerine saygı duymak gereğini duymadı.
Aşkları macera dolu bir mücadeleye dönüştü. Ama aşkları büyük olduğu için iki ateş arasında kalmış olmalarına rağmen birlikte yaşamayı başardılar.
1975 yılında Androligulu Kıbrıslı Türkler, Kuzey’e göç ettikleri zaman geride bir tek Hasan kaldı. Köyü terk etmek istemeyen sevgilisi Hambu’nun hatırını kırmadı. Uçsuz bucaksız bir mandıraya dönüşen ıssız köyde tek başlarına yaşadılar. Bir aşk yüzünden dışlanmışlardı ve sürgün edilmiş gibiydiler. Evin duvarında Banayia’nın (Meryem ananın) ikonları asılıydı. “Karım Hristiyan’dır” diyordu Müslüman Hasan “insan neye inanıyorsa ona inanıyor”. Farklılığa hoşgörü ve saygı, hayatının düsturu idi.
Hambu 2007 yılında öldü. Bu ölümle ilgili çarpıcı bir olaya şahit oldum. Hambu Lefkoşa Genel Hastanesi’nde hasta yatarken son günlerinde arada bir Hasan’ı karısını ziyaret etmeye götürürdüm. Davarını ya mandırada bırakır veya birini onlara bakması için ayarlardı. Bütün gün başucunda kalırdı ve ikindileri geri Poli yöresine dönerdik.
Bu ziyaretlerden birinde Hasan açıkça ona ölümden söz etti. Orada ben de vardım ve kendisine mealen şöyle dedi: “Be karı, sana bir şey soracağım ama beni yanlış anlama. Önce kimin öleceğini kimse bilmez. Ben de önce ölebilirim, sen de. Oğlumuz bana öldüğün zaman kendi köyüne gömülmek istediğini söyledi. Bu doğru mu? Söyle de bileyim.” Hambu doğru olmadığını söyledi. “Sen nereye gömüleceksen ben de oraya gömülmek isterim” dedi “Hayatta da birlikte, ölümde de birlikte”. Sadece bir ihsan istedi; cenazesi Hristiyan dinine uygun olarak yapılsın. Hasan öyle olacağına dair kendisine söz verdi. Karısının kararından memnun olmuştu, karısını Androligu’ya gömme hakkı doğmuştu.
Hambu ölünce papazlar cenaze törenine katılmayı reddettiler. “O bir Hristiyan değildi” dediler “çünkü çocuklarını vaftiz etmedi.” Müslüman olan Hasan karısına söz verdiği gibi ona Hristiyan bir cenaze töreni yaptırmak için savaş veriyordu. Şizofrenik ülkemizde sürrealist olaylar oluyordu: Müslüman bir koca, karısına Hristiyan bir tören düzenlemeye çalışıyordu ama Hristiyanlar bunu kabul etmiyorlardı. Müslüman biri uygulamada sevgi için mücadele ediyor ama sevgi dininin temsilcisi olduklarını iddia edenler, kin ve nefretin taraftarları gibi davranıyorlardı. Hasan elinde devletin verdiği Hambu’ya ait resmi bir kimlik kartıyla başpiskoposa gitti. Kartın üzerinde “Haralambiya Mustafa” yazıyordu (Hambu, Haralambiya’nın kısaltılmış şeklidir – BA). Adı bile Hambu’nun bir Hristiyan olduğunu kanıtlıyordu. Başpiskopos kani oldu ve Hambu komşu köyün kilisesinde yapılan cenaze töreninden sonra Ambeligu’da toprağa verildi. Cahil bir çoban olan Hasan, kendinden daha okumuş olan “aydın” kişilerle sonunda altın orta bir yolu bulmuş oldu: Karısını köydeki Müslüman mezarlığına gömmesi hakaret olurdu. Orası Müslümanlara aitti. Müslüman mezarlığının yan tarafında uygun bir yer buldu, orasını telledi ve karısını oraya gömdü. Mezarını yaptırdı ve başucuna bir de istavroz dikti. Her sabah gidip onu ziyaret ederdi.
Vasiyet bıraktı: Kendi sırası gelip öldüğü zaman onu Hambu’nun yanına gömsünler ve İslâm geleneklerine uygun olarak mezar taşına “Ruhuna Fatiha” diye yazsınlar. Benden de mezarlarına bir Kıbrıs bayrağı asmamı istedi. İsteğini milli kimliğini inkâr etme olarak yorumlamıyorum. Ama sembollere aşırı değer veren milliyetçiliğe reddiye olarak algılıyorum.
Kardeşim, sana söz veriyorum, senden önce ölmezsem isteğin doğrultusunda mezarlara o bayrağı dikeceğim. Ve düşünüyorum da insanların çoğu senin gibi düşünseydi ve sizinki gibi bir hayat sürseydi, içinde yaşadığımız dünya çok daha güzel olacaktı.>>

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar