“Büyük” olmanın fantaziyası da büyük olur! Hele bu “büyük” Amerika, Kıbrıs’a resmi çıkarma yapacak olan da “büyük ülkenin Başkan Yardımcısı” olursa!
Nitekim eğer Washington imzalı haberler doğruysa Biden 400 kişi ile birlikte geliyormuş. Ziyarete değil, sanırsınız Kıbrıs’ı fethetmeye!
Ve eğer haberler doğruysa bu gelişinin asıl nedeni “Amerika’nın özel merakı ile hobisi olan Doğu Akdeniz’deki zengin doğal gaz yatakları imiş!
VE BİR HABER DAHA: Biden hazır adaya uğramışken Anastasiadis’e diyecekmiş ki “bak Rusya çizmeden çok yukarı çıktı. Önce Kırım, ardından Ukrayna’da emirvakiler yaratarak 1990’larda elinden çıkarmak zorunda kaldığı topraklara yeniden yayılıp bayılmaya başladı, durum tehlikede! Bu nedenle Rusya’ya yaptırım uygulama kararı aldık, aynı ittifakın içindeyiz bu yaptırımlara uymalısın!”
Eğer Biden bu teklifi yaparsa Anastasiadis kıpkırmızı kan kesecek! Yukarı tükürse refiki Rusya aşağı tükürse müttefiki Amerika!
OYSA: Rum tarafı Makarios döneminden beridir böylesi oyunların tezgâhtarlarındandır. Mesela 1961 KC’i döneminde Belgrat’ta, Mısır’ın Nasır’ı, Endonezya’nın Sukarno’su, Hindistan’ın Nehru’su, Yugoslavyanın Tito’su, “Bloksuz Ülkeler”i Yani Bağlantısız Ülkeler birliğini oluşturup BM’lerdeki bazı üye ülkeleri de yanlarına çekerek güçlü bir lobi oluşturdulardı. Makarios bu Bağlantısız ülkelerin içinde yer almış bir yandan İngiltere ile Amerika’yı “idare” ederken, öte yandan o “bağlantısızlığı” kullanarak Rusya ile de aşna fişne olmuştu! Dolayısıyla BM’lerin neredeyse üçte ikisini oluşturan Bağlantısızlar ve Rusya ile Çin, Makarios’un yandaşı olduklarından yıllarca Kıbrıs’la ilgili tüm kararları aleyhimize çıkartılardı!
ŞİMDİ DE AYNI OYUNU OYNUYORLAR: Tutun ki Gülüver’in ülkesinde “cüceler” ama doğruya doğru “iyi karıştırıyor, iyi propaganda yapıyorlar!” Tabi bunda Amerika ve İngiltere’deki Rum lobileri ile AB üyesi oluşlarının büyük etkisi vardır. Nitekim bu nedenledir ki Türk tarafı beğenmediği bir çözüme bile “hayır” demek lüksünde olamazken, Rum tarafı bin defa “hayır” diyecek kadar imtiyazlı ve itibarlı bir politika cambazı olabilmektedir!
Dolayısıyla Biden’ın gelişi ne kadar etkin ve tantanalı olursa olsun biline ki Anastasiadis’li Rum tarafı olanca isteklerini Başkan Yardımcısının önüne yığacak, “git kabul etmeleri için Türkleri ikna et” diyecektir!
BİR HABER DAHA: Malum Biden’in Kuzey’e geçip şeref salonunda Eroğlu ile görüşmesi olayı KKTC bayrağı nedeniyle sorun olduydu. Yeni öğreniyoruz, aslında “Beyaz Saray” Biden’ın Eroğlu ile görüşme kısmını programdan çıkarmış ama sonra her halde Ankara’nın yüzü suyu hürmetine olmalı yeniden programa dahil edilmiş…
Tabii bu tutum ilginçtir. Müzakereler devam ederken, “artık çözün” denirken ve adaya sadece gaz için değil, başlayan müzakereler nedeniyle de gelinirken, Beyaz Saray’ın Türk tarafını “yok” saymak istemesi akıl tutulmasından başka bir davranış olamaz!
ZATEN: Bu tip “ilginç” olaylara baktığımda çözüm umudumu yitiririm! Çünkü hâlâ bu adada bir Türk halkı olduğunu, bu halkın da en az Rum kadar hakkının ve hukukunun bulunduğunu görmek istemiyorlar ki çözüme nasıl katkıda bulunsunlar? Neyse Biden hayırlısı ile gelsin gitsin bakalım…
**********
SORUNLARI ÇÖZÜYOR MUYUZ? (YOKSA VAZİYETLER İDARE Mİ EDİLMEKTEDİR!)
28 Temmuz erken genel seçiminin ardından 30 Ağustos’ta Koalisyon Hükümeti göreve başlarken 50 sayfadan oluşan bir program hazırladıydı. Şu anda değişiklikleri tartışılan Anayasa da vardı bu programda reformlar da… “Temel Vizyon” başlığı altındaki ifade ise “Sürdürülebilir Yapı”ydı.
Yani KKTC’de istikrar ve refah içinde yaşayabilmek için öncelikle “sürdürebilir yapı” oluşturulmalıydı ki devlet hem sağlam temeller kazansındı hem de geleceğe güvenle yürüsündü. Tabii ki bazı icraatları hayata geçirmek için geçmişten kalma bazı engellerle şaibeli olayları da temizlemek gerekecekti. Mesela AKSA, KTHY, DAİ, DAK gibi müesseselerin durumları araştırılacaktı…
Yanı sıra Medya, TAK, BRT yeniden düzenleneceklerdi… Tek seçim bölgesi olacaktı… İstifa eden milletvekilleri bir sonraki seçime kadar bağımsız kalacaklardı… Anayasa’da değişiklikler yapılacaktı… Kamu Yönetimi AB müktesebatına uygun hale getirilecekti… Ekonomik ve sosyal kalkınma, sağlık, gece kulüpleri ele alınacaktı… Tarım didik didik edilerek yeniden ve işlerliği olan bir konuma getirilecekti… Turizmde hedef “365 gün turist” olacaktı… Trafik kazalarına önlemleri toplu taşımacılık geliştirilecekti… Bayındırlık, Ulaştırma, Haberleşme ve Bilişim, Denizcilik Mühendisliği kurulacaktı… İlkokullar altı yıla çıkarılacaktı. Ve ilahi…
HİÇBİR HÜKÜMET PROGRAMI TAM TAMINA UYGULANAMAZ. Bu konuda ısrar ve muhalefet boşuna zaman kaybı olmaktadır. Dolayısıyla yapılanlarla yetinmek gerekir… Onlar da “öncelikler” olmalıdırlar… İşte bugün bu “öncelikleri” arıyoruz. Ve göremiyoruz!
Buna karşılık reformlar adıyla “eski” ile hesaplaşmalar söz konusu olurken, geçmişte değiştirilmesi mümkün olmadığı için hevesleri kursaklarda kalan sorunlar, şimdilerde Anayasal değişiklikler ve Meclis kararlarıyla devletin omurgası haline getirilmek için gündeme sokuluyorlar.
MESELA: Yıllardır şunu savunuyorduk? Siyasi parti iktidarları gelirler giderler. Sağcı da olabilirler Solcu da. Siyasi görüşleri ne olursa olsun Anayasa’ya bağlı olurlar… Dolayısıyla kanun koyucu Yasamanın, memlekete yansıtacağı “siyasi görüşleri” değil, “Anayasa’ya uygun” kararları aranır…
Nitekim bir süre önce de yazmıştık: Eski Anayasa’da Kamu Görevlileri fiilen siyasi faaliyetlerde bulunamaz, siyasi parti üyeleri olamaz denirdi. Neden? Çünkü siyasi partilerin memurları değil, devletin memurlarıdırlar da ondan. Buna karşın hiç mi siyasi partileri olmadı. Hatta kuyrukçuları da oldular, koyu militanları da! (Şu aş iş ve atama gibi kişisel çıkarlar nedeniyle!)
Şimdi Anayasa’da değişiklik yapılıyor. Biliyoruz ki ilk hedef “popülizmin” yıkılmasıdır. Herkesin Kamu görevlileri kademelerinde sınav ve sicilindeki başarıları oranında her türlü hakkını almasıdır… Ne kadar güzel!
Fakat bu kez de şu getiriliyor. “Zaten bugüne kadar memura siyasete fiilen karışmama yasağı getirildiği halde yürümediydi. Öyleyse tümden politize olmuş bu memura aleniyet hakkı verelim ki siyaset de yapsın, istediği partinin üyesi de olsun.” Hatta bununla yetinmeyenler diyorlar ki “eğer bir kamu görevlisi isterse parti başkanlığına da aday olsun…”
Şimdi soralım: O zaman kamu görevlisini nasıl devletin görevlisi yapacaksınız? Bunun için de yeni “yasalar” gerekmeyecek mi? Ki pire ısırdı çık yukarı!
Bu nedenle şöyle diyoruz: Yeniden yapılandırırken öncelik “devletin yücelmesi” ise o zaman siyasi partileri “devletleştirmemek” gerekir!
**********
KISACA TAKILDIĞIMIZ: (ŞU KATKI SORUNU!)
Son zamanlarda yetkili yetkisiz kim varsa halkı çözüm sürecine, Meclis Başkanı Siber de Anayasa değişikliklerine katılmaya davet etmektedirler…
Bugüne kadar memlekette böylesi bir “halkçılık” ne görüldü ne de işitildi. Fakat bir sorun var: Bu katkılar nasıl olacak? Mesela kitleler halinde yollara çıkıp yürürken “dağ başını duman aldı” marşı mı söylensin yoksa “Oynama Şıkıdım Şıkıdım” şarkısı beraberliğinde halk da mı şakısın? Yahut enginar, harup, lokma, muhallebi festivalleri yanı sıra “çözüm isteriz” festivalleri de mi yapılsın?
Anayasa değişikliklerine nasıl katılınsın? Tavsiyeniz nedir? “Haziranın sonunda gerçekleşecek çözüme uygun mu olsun?” Yoksa “ben çözüme çözüm demem, çözüm benim olmayınca” şarkısına mı uygun olsun? Hele bir açın konuları ki halk da görüşleri ile açılıp saçılsın…