Beşiktaş, Elton John ve İstanbul’un Suyu - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
ManşetPoli

Beşiktaş, Elton John ve İstanbul’un Suyu

 

Bizim gibi ne mahalle aidiyetinin ne de renklerin buralarda bir takım tutmaya yeterli olamadığı, ama futbolu bir tutku olarak yaşayanlardansanız işiniz çok zor demektir. O tutku sizi, kulübüne gidemeseniz de, tribünlerinde oturup maçlarını çıplak gözle seyredemeseniz de başka ülkelerin takımlarının peşi sıra sürükler. Maç günlerini sabırsızlıkla bekletir, her şey maç günü ve saatine göre ayarlanır ve belki de pek çok insanın anlayamayacağı veya garipseyeceği ölçülerde mutlu ya da mutsuz eder.


besiktas osmanli

Aslında mutlu ya da mutsuz olmak biraz da sizin elinizde. Hangi takımı tuttuğunuz ile ilgili. Bizim gibi, Fenerbahçe fanatiği dostum Ahmet Çakıcı’nın deyimi ile “şampiyonluk bayraklarından naftalin kokuları saçılan” Beşiktaş gibi bir takımı tutuyorsanız, sonuçlardan mutlu olma olasılığınız matematiksel olarak zayıflar. Şampiyonluk sevinci yaşayabilmeniz için şimdiki şartlarda 6-8 senelik bir periyodun tamamlanmasını beklersiniz. Bu sabrı göstermek çok zor. Beşiktaş’ın şampiyonluk çetelelerine bakarsanız (yeni tabirle yıldızlarına) Galatasaray ve Fenerbahçe’den oldukça geride kaldığını görürsünüz. Bu durum yaşlandıkça daha da ağırınıza gider. Hayvani duyguların beslediği rekabet, ego tatmini ve zafer kazanma isteği sizi içten içe kemirir.

Kazanma ve tatminsizlik duygularının neden olabileceği travmalarla, ilk olarak 1970’li yılların sonunda ünlü bir İspanyol Flamenko sanatçısının bir söyleşisinde tanık olmuştum. Türkiye Şişe Cam Fabrikaları’nın daveti ile İstanbul’da gösteri yapmaya gelen ve dönemin Politika gazetesinde söyleşisi yayınlanan sanatçı, söyledikleri ile beni çok şaşırtmıştı. Sorulan sorularla sanatı, tutkuları ve kimliği üzerine konuşan sanatçı bir ara sıkı bir Real Madrid taraftarı olduğunu söylüyordu. Gazeteci şaşırmıştı ve itiraz etti; “Ama siz İspanyol Komünist Partisi yöneticisi değil misiniz?

Nasıl oluyor da faşist diktatör Franko’nun takımını tutuyorsunuz?”

Cevap düşündürücü idi; “Evet ben komünistim, ama her seçim olduğunda başarısız sonuçlar alıyoruz ve çok üzülüyorum. Diğer partilerdekiler, seçimleri kazanma sevinci ile büyük gösteriler yaparlar ve mutlu olurlar. Sonra fark ettim ki; her yıl ilkbaharın sonunda on binlerce Madridli sokaklara dökülüyor, zengin fakir ayrımı olmaksızın zafer gösterileri yapıyorlar hep bir ağızdan şarkılar söylüyorlar. Bunlar futbol tutkunları Real Madridlilerdi.  işte ben onlara kıskandım ve senede bir defa olsun zafer kazanma duygumu tatmin için onlara katılma kararı verdim.. Hikaye bu kadar basit ve kişisel.”

İşte ben de “basit ve kişisel” nedenlerle; aşırı kalabalığından, samimiyetten yoksun ilişkilerinden, gürültüsünden hiçbir zaman hoşlanmadığım fantastik şehir İstanbul’un yolunu tutuyorum.

Beşiktaş’ın şampiyonluğa bir adım kala final maçını izlemek ve o coşkuya tanık olmak istiyorum.

 

Semt Bizim, Takım Bizim, Kanal Bizim

Beşiktaş, kuşkusuz ki bir Türkiye takımı. Hatta son yıllardaki başarılarından dolayı Avrupa’da da bir ölçüde tanınıyor. Ancak Beşiktaş, ruhunu Beşiktaş-Akaretler çarşısında ediniyor. Koca bir semt gün 24 saat Beşiktaş’ı yaşıyor ve yaşatıyor. Yüzlerce, binlerce esnaf geçimini Beşiktaş değerleri üzerinden kazanıyor. Son yıllarda bu kervana ulusal ve uluslararası markalar da dahil olmuş. Sahadaki 12’nci adam sayılan taraftar çarşıyı bir mabet olarak görüyor. Maçtan saatler önce ve sonrasında dev bir ayin yapılır gibi, sevinç ritüelleri tekrar ediliyor. Bu durumu en iyi değerlendiren Beşiktaş Tv, kanal logosuna “semt bizim, takım bizim, kanal bizim” deyişini yerleştirerek Beşiktaş’ın “yerel-global” bir takım olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Çarşı gezi parkı

Burada da en öne çıkan sembol, “Çarşı” grubu. Kullandıkları dil, sol. Amblemlerindeki “A” harfi anarşizmin “A”sı. Ama tüm üyeleri anarşist değil hatta aralarında solcu olmayanlar bile var. Beşiktaş’ta bir üst kültür yaratmayı başarmışlar. Çarşının her yerinde onların sembolleri var. “Çarşı” o kadar popüler ve etkili ki; gezi olayları sırasında 5 bin kişilik taraftar grubu ile “darbe yaparak hükümeti devirmeye teşebbüs” suçlaması ile yıllarca yargılanmışlar.  Çarşı liderlerinden ve sözcü Özgür Ergün, “Çarşı’yı anlamak için Beşiktaş’ı anlamak lazım”

diyor. “İstanbul’da semt kalan nadir yerlerden biri burası… Köklerine bağlı renkli bir bölge. Her düşünceden, her tipten insan demokratik bir uzlaşma sağlanmış şekilde yaşıyor. Bu renklilik, bu çeşitlilik ve insanlar birbiriyle uyumlu saygılı şekilde yaşıyor. Bir üst kimliğimiz var o da Beşiktaş taraftarı olmak. Biz ‘aslolan Beşiktaş’ın menfaatleridir’ diyoruz. Bu kimlik bizi bir arada tutuyor. Birileri hayatı ve insanları tek tipleştirmek istediği için biz buna çok net tepki verebiliyoruz. ‘Bizi kalıba sokmaya çalışma’ diyoruz. O yüzden Çarşı’nın refleksi muhalif algılanıyor. Ama bunu muhalefet etmek adına yapmıyoruz. Basitçe ‘Abicim ne içeceğime nasıl yaşayacağıma karışma’ diyoruz.”

 

Gezi olayları ve sonrasında Türkiye’de sertleşip acımasızlaşan siyaset belli ki “Çarşı” yı da etkilemiş, etkinliğini zayıflatmış. Yeni stadda ve üstelik şampiyonluk maçında Çarşı’nın yaratıcılığına tanık olamıyoruz. Tek bir amblemi, kale arkasında, metal zemin üzerinde reklam panolarının üstünde yer almış. Belli ki yönetim, “Yeni Türkiye” şartlarında risk almak istemiyor. Sloganların hiç birinde izleri yok.

Taraftar, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” ve “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarını tekrarlayarak kafa karışıklığını sergiliyor.

 

Ölmeye, Ölmeye Geldik…

2011 depreminde, “üşüyoruz” diyen Vanlılara, sahada “biz de üşüyoruz”

diye cevap veren ve bir anda ülkede giyecek ve battaniye yardımı kampanyalarının başlamasına neden olan çarşı taraftarı, şimdilerde “ölmeye ölmeye geldik!!” vurgusunun çok sık kullanıldığı 100’cü Yıl Marşı’nı tekrarlamayı daha uygun buluyor. Küfür de ön plana çıkmış.

Özellikle Fenerbahçe’yi hedef alan ve ayan beyan, cinsel organlara atıf yapılan kaba küfürler, kadınlı erkekli büyük bir koro tarafından sıkça tekrar ediliyor.

Aslında Beşiktaş’ın hep bir ağızdan tekrar edilebilen daha evrensel içeriğe sahip yeni bir marşa/şarkıya ihtiyacı var. Bir maçlık saha gelirinden 6 milyon, forma satışından 4 milyon TL kazanan bir takımın bunu yapması mümkün. Belki Elton John’ın Candle İn The Winds  tarzı ya da Queen’in  We Are The Champions parçası tadında yeni bir parça çıkarılabilir. Hatta uluslar arası ihaleye de çıkılabilir. Konuyu açtığım maç yoldaşım Bertuğ Topal bu fikre çok sıcak bakmıyor “Abi nedir söylediğin? Bunlar ne anlar söylediklerinden?” diye itiraz koyuyor. Ben de “O zaman Sezen Aksu’ya sipariş edilsin” diye ısrar ediyorum. Belki de bunları en iyi anlayan Sezen Aksu. İçinde aşk olan, ama ölüm olmayan bir şarkı olmalı.

liverpool taraftar

Liverpool’un o ünlü seyircisi ve o ünlü şarkılarını hatırlıyorum.

Melbourne’da, Liverpool-Melbourne Victory maçında 95 bin kişinin hep bir ağızdan okudukları o ünlü şarkı. Liverpool şarkısı. You’ll Never Walk Alone (Asla yalnız yürümeyeceksin.) Elvis Presley dahil onlarca sanatçının tekrar ettiği parça: “Bir fırtınaya karşı yürürken, başını yukarda tut ve karanlıktan korkma. Fırtınanın sonunda altından bir gökyüzü ve eğlencenin tatlı gümüş şarkısı var. Rüzgarda yürümeye devam et, yağmurda yürümeye devam et. Hayallerin havaya atılmış ve uçurulmuş olsa bile, yürümeye devam et, yürümeye devam et, kalbindeki umutla. Ve asla yalnız yürümeyeceksin. Asla yalnız yürümeyeceksin.”

Yaklaşık 24 saat süren bir yolculukta, 8-10 saati çılgın bir parti gibi yaşanan Beşiktaş şampiyonluk maçı ve kutlamalarının sonunda, yağmur altında 2 kilometrelik Gümüşsuyu yokuşunu çıkarak Taksim’e ulaşıyoruz. Bu yokuş bize fazla geliyor ve yorgunluktan şölenin meydanda devam eden bölümlerine katılamıyoruz.

Havas otobus

 

Geri dönüş uçağımız akşam 24.00’te ve İstanbul’u voltalamak için önümüzde uygun bir süre var. Gün planını çıkarmak için lobide arkadaşları bekliyorum. Masanın üzerinde birkaç gün önceye ait 11 Mayıs 2016 tarihli Milliyet gazetesi var. “İstanbullular deniz suyu içecek” diyen bir başlık dikkatimi çekiyor. Haber, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) deniz suyundan içme suyu elde etmek için düğmeye bastı.” diyen bir alt başlıkla devam ediyor. Terkos’ta yeni kurulacak bir arıtma sistemi ile denizden günde 200 bin metreküp su elde edilecekmiş. Bu işi belediye üstlenecekmiş ve 180 iş gününde tamamlanması öngörülüyormuş. Doğrusu hayret ediyorum. Madem eninde sonunda deniz suyuna dönecektik, bizde 2009 yılında Kumköy’de kurulması öngörülen ve finansmanını Avrupa Birliği’nin sağlayacağı tesiste günde 25 bin metreküp arıtılmış su elde etme projesini kim neden iptal etti? İptal eden dönemin başbakanı Derviş Eroğlu,  ancak bu projeye dönemin TC Elçiliğinin de sıcak bakmadığını hatırlıyorum.

deniz suyu

Hayret etmeme neden olan diğer bir konu ise böylesi büyük bir projede İstanbul Belediyesi’nin üstencilik yapacak olması. Bizde, özel sektörü üzerinden deniz altında 80 kilometre boru döşeme ve gelen suyu arıtıp evlere kadar satış yapabilme kapasitesine sahip ve bunda da kriz pahasına ısrarcı olan bir devletin, İstanbul’da bu işi neden belediyeye bıraktığını doğrusu anlayamıyorum.  Bize “dünya değişti, bu işler artık özel sektörle olur belediyelerle olmaz” diyenler ayni insanlar değil mi? Kıbrıslıların aldatıldığı duygusuna kapılıyorum. Bu duygu ile, su dağıtımının Türkiye’nin hiçbir yerinde özel sektör tarafından yapılmadığı kanaatine kapılıyorum. Bizim azgın liberallere selamlarımı iletiyorum ve bu konunun araştırmasını da Belediyeler Birliği ve Gönyeli Belediye Başkanı Ahmet Benli’ye havale ediyorum.

Türkiye’li bürokratlar  tarafından aldatıldığımız duygusu, akşama doğru bende bir kez daha nüksediyor. Taksim’den Uluslararası Atatürk Havaalanı’na yolcu taşımacılığı yapan Havaş otobüslerini bildiğimiz yerde bulamıyoruz. Birlikte seyahat ettiğimiz gençler, otobüslerin yakında başka bir yere taşındığını söylüyorlar. Gittiğimiz yerde firma ismi Havabus olan otobüslerle karşılaşıyoruz. Otobüslerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ibaresi yazıyor. Bir yanlışlık mı var diye soruşturuyoruz “hayır yok” diyorlar. Havabus’lar hem Sabiha Gökçen hem de Atatürk havaalanlarına servis yapıyorlar.   Havaş’ı soruyoruz “o artık yok” diyorlar. Ne olup bittiğini anlamak için internette araştırma yapıyorum ve Havaş’ın şu ifadeleri ile karşılaşıyorum “Hizmetimiz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin aldığı bir kararla İstanbul’da durdurulmuştur.” Vay anasını; özelleştirilen havaalanları yolcu taşımacılığı, AKP döneminde tekrardan devletleştirilmiş. Olacak iş değil, demek ki bu özelleştirme işleri duruma göre vaziyet işleri imiş. Zaten Türk Hava Yolları’nı da yöneten bu ekibin sıra bu kuruma gelince neden özelleştirmeci olamadığını, THY’ye neden Barbaros Hayreddin Paşa’nın filosu imiş gibi muamele ettiklerini bir türlü anlayamadım. Bizim Kıbrıs Türk Hava Yolları’nı hatırlıyorum ve üzülüyorum.

Türkiye dinamik ve enteresan bir ülke. Bizim, kendi derdimize düştüğümüzü ve O’nu yeteri kadar izlemediğimizi düşünüyorum.

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar