Şimdi yeni bir siyaset modasını tutturmaya çalışıyorlar. “Aslında çözüm olacak ama sorunla ilgili bazı çevreler engelliyorlarmış! Çünkü çözüm olursa kurdukları (mesela hamahuma düzeni) hitama erecekmiş!”
Buna benzer bir sav TC’nin AB’den sorumlu Bakanından geldiydi. Ancak onun söylediği AB ve BM’ler çevrelerinde Kıbrıs sorunundan dolayı beş bin memurun nemalandığıydı! Dolayısıyla tabii ki siyasi sorunu çözümsüzlüğe mahkûm edeceklerdi ki “tavuk” altın yumurtlamaya devam etsindi!
Önceleri bu savın üzerine ben de atıldıydım ki iki pençe üç gaga yaza söyleye sermayeyi bir ayda tüketiverdimdi! Ne zaman ki terane biteceğine gitgide sari hastalık gibi yayılmaya devam etti, aklım başıma geldi! Çünkü:
PROVAKATİF YAYIMLAR: En üst kademelerden mesela müzakereci görevindeki Rum-Türk Cumhurbaşkanlarından biz gazetecilere, oradan yoldaki yurttaşa kadar herkes kendi savını kabul ettirmek için provokasyon da yapar polemik de! Yanlışı doğru gibi yutturmak da cabası olur! Tabi yutanı varsa! Yoksa ellerde plan programların, haritalarla tapuların, Annan planı ve sonrası görüşmelerde uzlaşıya varılan konuların ve de açık seçik tarafların ne istediğiyle neleri önerdiklerinin her gün medyada çarşaf çarşaf yayımlanan haberlerinin açık seçik salındığı bir siyaset ortamında, kim kimi “bazı çevreler istemiyorlar” diye kandırıp uyutabilir ki?
İŞTE EN TEPEDE EİDE: Birleşmiş milletlerin bu ele avuca sığmaz temsilcisi Kıbrıs’a geldiğinde hakkında yazdığım ilk yazı “yakında sen de boyunun ölçüsünü alırsın” yollarındaydı. Ardından da Kıbrıs sorununun kaç BM’ler Genel Sekreteri yediğinin çetelesini bilmem kaçıncı kez yine yayınladıydım!
Şimdilerin Eide’sine bakalım: Artık Lefkoşa’da bile durmuyor! Yaptığı tek şey taraflar arasında mekik gibi gidip gelirken “ne olursunuz artık başlayın şu müzakerelere” diye yalvarmak! Her halde içinden de şöyle demektedir: “Diplomat olarak kırk yılda bir fare tutacaktım, onun da içine ettiler!” Fakat ille de birilerinin “çözümsüzlükten” nemalanıp kendi çıkarına kazanımlar elde ettiği, bu nedenle de müzakereleri savsakladığı iddia edilecekse, işte Anastasiadis’li Rum tarafı!
ÇÖZÜMÜ İSTEMEYEN TARAF GÜNEY’DİR: Hepimiz de bal gibi biliyoruz ki AB üyesi yapılan Rum’a bu imtiyaz verileli beridir Kıbrıs siyasi sorununun çözüm olasılığı büyük oranda yitmiştir. Oysa bu Rum Annan Planı’na hayır demiş de olsa referanduma oyları ile katılma aşamasına kadar gelen taraftı! Şimdi bir de müzakere safhasına bakın: Masaya bile oturmamak için Şubat’tan beridir muzırlıkler üzerine siyaset maskaralıkları dikerek zaman öldürüyor. Ve bu arada ne yapıyor?
HEP BİRLİKTE GÖRÜYORSUNUZ: Ne yapıp eyliyor Türkiye ile Yunanistan’ı bu kez Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik bölgesinde karşı karşıya getiriyor. Denizde savaş gemileri, havada savaş uçaklarıyla yeni bir tehdit oluşturuyor!
Türkiye ile kavgalı olan İsrail’le anlaşmalar imzalıyor, Netanyahu Güney’e gelecek kadar ilişkiler koyulaşıyor! Mısır’ı da yanına alarak ortak askeri tatbikatlar yapıyor! Ve daha dün Yunanistan, Mısır, Rum tarafı, aralarındaki MEB sınırlarının belirlenmesi amacıyla toplanma kararı alıyorlar! Yetmiyor Rusya ile her zamankinden daha sıcak ilikliler kuruyor! Ve AB’nin bu en cüce üyesi olan Güney, büyük oynamaya çalışıyor!
BU GERÇEKLERE KARŞIN. Hâlâ diyorsanız ki “bazı çevreler çözüm istemedikleri için uzlaşı sağlanamıyor…” Bu ne Türkiye’dir ne de Kıbrıs Türk halkıdır! Tam tamına Rum tarafıdır. Çünkü özellikle şu sıralarda “1974’den önce adada kendine ait ne varsa hepsinin de iadesini istiyor bir, en kabadayı çözüm şeklini de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde görüyor iki! Yine de yazalım. Elbet çözüm isterim, istersin, isteriz!
**********
YEŞİL LEFKE’YE HASTAHANESİ HAKTIR
Kitle psikolojisini küçümsemek mümkün değildir. Tam aksine tehlikelidir de! Örneklerini Türkiye’nin Güneydoğu’sunda HDP ve Kürt hareketlerinde izliyoruz. Yahut uzun süre geçtiği halde bir “simge” haline getirildiği için unutulmayan “Gezi Olayları” ile anımsıyoruz!
1954’lerden sonra bu “kitle hareketlerini” çok yaşadıktı! Birileri Namık Kemal Lisesi’ne gelir “haydi Mağusa’ya” derdi. Bilirdik ki yine “ya taksim ya ölüm” sloganları atarak hisarların etrafında döneceğiz…
Memlekette siyasi partilerle sendikalar da kurulduktan sonra bu “tip kitle hareketleri” sık sık görülmeye başlandıydı, zaten devam ediyorlar… FAKAT: son günlerde bu toplumsal “kaynaşma” yeşillikler beldesi asırların asude bölgesi Lefke’ye kaydı! Çok kısaca Cengiz Topel Hastanesinin kapatılmasına karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla yaklaşık yirmi milyona mal olacağı söylenen ve Güzelyurt’a yapılmasına karar verilen yeni hastaneyi de boykot ediyorlar!
Nitekim: Geçen gün Hurma Festivallerini yapan Lefke’liler hükümetin bu kararını protesto amacında hiçbir politikacıyı açılışa davet etmediler!
BU KONULARDA YAZMAK ZORDUR: Çünkü yukarıda da söyledik: Halk hareketi başladı mıydı, önündeki tüm engelleri kırıp dökerek devam eder! Kendine de zarar verir büyük oranda çevresine de! Lefkeliler’i gitgide işte bu istenmeyen “toplumsal harekete” doğru itiyorlar! Ki bir örneği de eski Kıbrıs Türk Hava Yolları çalışanları (CAS) cephesinde yaşanıyor.
KALDI Kİ: Bir yöre için “hastane” çok şeydir! Hayattır, güvendir! Kapatılmaları değil, çoğaltılıp daha çok insana hitap etmelerinin sağlanması gerekir! Tıpkı eğitimin temel taşı olan “okular” gibi! (1974’ten sonra Rum’dan yedi sülâlemize yetecek okullar kaldıydı ama yazık ki çok az hastane kaldıydı!) Nitekim Kırk yılın Mağusa’sının bir ucu Derinya’ya öteki ucu Tuzla ile Boğaziçi’ne dayandıydı da ancak yeni bir hastane yapılabildiydi ki tutun ki eskisini de elde tutma becerisi gösterilemeden!
LEFKE’NİN HASTAHANESİNİ İSRTEMESİ HAKTIR. Bu hakkı için mücadelesi de kınanmamalı desteklenmelidir. Ve hemen ardından slogan da olsa çok yüksek tonda seslendirilmelidir: “Belediyesi olan her yöreye bir hastane!”
BUNA KARŞIN: Daha önce de yazdımdı. Eğer Lefke halkı hastanelerini “ilçe” olmak özleminde savunuyorlarsa orada bir zihin praktisi yapmak gerekecektir. Çünkü Belediyelerin bile çokluğu tartışılır ve birleştirilmeleri önerileri yoğunlaşırken küçük Kuzey coğrafyasını eyaletlere ayırır gibi parça körçe ayırmak, devlet hazinesinin kamburuna yeni kamburlar eklemek olacaktır! Açılan her yeni devlet birimi bir yeni parasal külfet değil mi?
KALDI Kİ: Mağusa’da bunun bir yansıması yaşanıyor ki sık sık yazıyoruz: Sırf popülist tutumlarda Mağusa’nın hemen yamacındaki Yeniiskele’yi ilçe yapmakla her iki yöreyi de sosyo ekonomik yönden kısırlığa ittiler! O kadar ki her iki ilçe de hâlâ ne olmaları gerektiği bir yana nasıl bir plan programa ağırlaşacaklarını bilemiyorlar! Rast gele bir süreç içinde plansız programsız heyamola çekiyorlar!
Lefke KKTC’nin “yeşilidir.” Cicim cicim öyle kalmalı, öyle korunmalıdır. Ve tabi ki hastanesi ile…
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (VERMEDİ MABUT NEYLESİN MAHMUT!) Türkiye’deki AKP iktidarını ideolojik kafa yapısı ile eleştirebilirsiniz ama “G-20” üyeliğine kadar yükselirken ekonomideki başarısını yadsıyamazsınız… Türkiye AKP döneminde bir dünya devleti oldu. Ne var ki hayret bir şey! KKTC’nin kırk yılın gelişmişlik muhasebesini yapanlar, “önceleri çok daha iyiydik de AKP sayesine battık” demezler mi? Yani bu kadar olur! Durup yeniden tekrarlayacak değiliz: Fakat şu anda sahip olduğumuz her bir şeye yolundan turistik otellerine, üniversitelerimizden göletlerimize, gitgide çoğalan şirketlerimize, yeterli değil ama artan ihracatımıza, bankalarımıza kadar falan… AKP döneminde sahip olmadık mı?
Haa! Ne beklerdik ki daha ne yapsındı? Avantadan yaşayalım diye mesela Larnaka bölgesini de fethedip ganimetlememiz için emrimize tahsis mi etsindi? Daha büyük ihale kumpasları çevirmemiz, daha çok mazbata mağduru yaratıp çok daha fazla kredi kartı borçlanmaları yapıp batmamız için daha çok mu para akıtsaydı? Her bir şeyi devletleştirin sonra batırıp çalışanları yollara salın teşvik ve nasihatinde mi bulunsaydı? Sebzeyi meyveyi ilaçlayıp piyasaya sürün sonra da kanserden ölün diyerek seyrimize mi baksaydı?..
KISACA: Yahu itiraf edelim. Bizde cibilliyet yoksa Ankara ne yapsındı? Vermemişse mabut neylesin Mahmut!