“Zuhurat” kelimesi “beklenmedik, ansızın meydana gelen olay” anlamında kullanılır. Biz eskiler geçmişte “zuhur etti” derdik.
“Makbulat” ise “iyi olan, tercih edilen” anlamında bir kelime.. Yıllar önce “makbulümdür” derdik yada “makbul!”
“Köşemizdeki” dünkü yazılarımız bir yandan istesek de değiştiremeyeceğimiz bir hükümet krizi “zuhuratıyla” güncelliğini yitirirken; öte yandan daha “makbul” bir hükümet oluşumu umuduyla da tesellisini buluyordu!
Bazen “olayların hızı” bizi aşar ki hep söyleriz: Lefkoşa payitahtında ikamet etmez, yazılarınızı gazete kokuları içindeki odalarında hazırlamazsanız, tatar ağası gibi sürekli gerilere düşer, ahkâm kesmek durumunda kalırsınız…
Kİ şimdilerde kara kara düşünüyorum: Hükümetlerin yıkılması neden bu kadar kolay olurken, yeniden kurulmaları meşakkatli ve sancılı olmakta!
Ki ne zaman bir hükümet istifa etse yerine kurulan “seçim hükümeti” olmakta!
Yine öyle mi olacak? Bilemiyorum!
İYİSİ mi “KKTC Anayasasından yeni Hükümet oluşumuyla ilgili bazı aktarmalarla hatırlatmalar yapayım!”
Başbakan Erhürman istifasını sundu. Şimdi görev “Cumhurbaşkanındır.”
Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı yeni Bakanlar Kurulunu oluşturması için güvenoyu alabilecek bir partinin “Başkanını” görevlendirecektir.
(Büyük olasılıkla bu parti UBP, Başkanı da Ersin Tatar olacaktır. Ancak Cumhurbaşkanı bir doğru kararla siyasi partilere yeni hükümet oluşumunda kendi aralarında temas kurma, birbirlerini yoklama fırsatı vermek için “görevlendirme kararını” Pazartesine kadar uzatıverdi.)
Cumhurbaşkanı tarafından Hükümeti kurmakla görevlendirilen her milletvekili, bu görevi 15 gün içinde tamamlamak zorundadır. Başaramazsa görevi iade eder. Cumhurbaşkanı, (eğer görevlendirdiği milletvekili hükümeti teşkil edecek çalışmalarını 15 gün içinde tamamlarsa) Başbakanı ve Başbakanın önerisi üzerine saptanmış Bakanları atar. Başbakanın istemi üzerine de Bakanlardan her hangi birinin görevine son verebilir.”
(Tüm bunlar Anayasamızın 106. maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu Oluşumuyla” ilgili maddelerdir.)
Tabi Bakanlar “milletvekili olmayan kişiler arasından da atanabilirler. Ancak bu gibi kişilerin “milletvekili niteliklerine sahip olmaları gerekir.”
Hatırlanacaktır Geçmişte Sibel Siber de böylesi anayasal hükümlerle “Geçici Hükümet” oluşturmuş, doğrusu ya kısa görev süresinde de başarılı olmuştu.)
(…Tabi yeni Bakanlar Kurulu Cumhurbaşkanınca atanıncaya kadar mevcut Bakanlar Kurulu görevine devam eder…)
Kısaca önümüzdeki Pazartesinden itibaren eğer “Köşemi” kadük duruma düşürecek yeni “zuhuratlar” olmazsa bu süreç 15 günlük geriye sayımla çalışmaya başlayacak da Sn. Cumhurbaşkanı hükümeti kurma görevini ille de Tatar’lı UBP’e verecek diye bir kural da yoktur.
Bu görevi yine Başbakan Erhürman’a da verebilir, Hükümeti kurabileceğine inandığı bir Milletvekili yada Başkanına da verebilir…
*****
ŞİMDİ “kime verirse versin” diyerek sürekli “hükümet değişimleriyle” erken seçimlerden bıkıp usanmışlığımızın sinirli tepkisini mi gösterelim?
Yoksa, “demokrasimizle yasalarımız nasıl da tıkır tıkır çalışıyor” diyerek tüm “bunaltıcı gelişmelere karşın” övünelim mi?
Ki “Dörtlü Koalisyon” hükümeti en azından bir buçuk yıl “hükümet” olmayı sürdürecek kadar başarılı olabildi!
Ancak Erhürman Hükümeti sonrası KKTC’i kim nasıl, hangi siyasi ve sosyoekonomik iyileştirmelerle istikrara sokabilecek ki?
Hangi babayiğit Devleti ödenmesi gereken Allah’a havale kalmış borçlarından kurtarıp da “istikrara” kavuşturabilecek ki?
Nasıl, hangi politikalarla? İşte sorunumuz işte yeni yönetimleri de bekleyen olası krizler!
KALDI ki artık KKTC sadece siyasi sorun mağduru değildir!
Erhürman hükümetinin de “inadına” politikalarda “başaramamak” için başaramadığı Ankara ile süregelen ilişkiler sorunu vardır!
Sonuçta inadına bir “rüşt ve Kıbrıslılık” ispatı uğruna eğer yine “mali ve ekonomik Protokoller imzalanıp uygulamaya sokulmazlarsa, biline ki para akışı da yoktur huzur ve istikrar da!
Sürtüşmeleri de söylemeye hiç gerek yok, bedavaya gelecektir! Ki bu vurguladıklarım yaşandı, yaşanmaya devam ediyor, bundan sonra “asla yaşanmayacak” diye bir olasılık da görülmüyor! *****
ÖTE yandan 15 aylık sürede Hükümetin kendi içinde yansıttığı sürtüşmelerle anlaşmazlıkları da yabana atmamak gerekir.. Mesela Kıbrıs siyasi sorununda Sn. Cumhurbaşkanı Akıncı ile Dışişleri Bakanı Özersay’ın ayni “çözüm alternatifinde” buluştukları, yada soruna yönelik vizyonlarının örtüştüğünü söylemek hiç mümkün değildir..
(Ki burada bir vurgulama yaparak mesela olası bir UBP-HP koalisyonu söz konusu olsa bu görüş ayrılıklarının daha bir etkinliğince gündeme gelmeleri kaçınılmazdır!)
Yine hükümetin icraatlarında tekleyen bir başka sorunu görmezden gelmek de mümkün değildir.
Şöyle ki Politikada henüz çok yeni olmasına, her hangi bir deneyiminin bulunmamasına karşın, “Bakanlığına bağlı Polisin, Yargının, Hapishanenin de bulunduğu, yönetilip yönlendirilmeleri alabildiğine zor müesseselerin yetki ve sorumluluğunu yüklenmek zorunda kalan İçişleri Bakanından, “reform” denecek nasıl büyük icraatlar beklenebilirdi ki?
Nitekim bir iki “imar iskan, çevre koruma emirnameleri” bile kıyametleri koparmaya yettiydi!”
Yada öteki Bakanlıklar? 15 ayı “yapacağız” laflarıyla geçirdiler!
Ha Serdar Denktaş olayı mı?
Sonunda hükümetin yıkılmasına neden oldu çünkü tesadüf de olsa bardağı taşıran son damla durumuna düştü!
Kısaca şimdilerde görevimiz gelişmeleri “yakın takiptir!” Durun bakalım ne olacak?