Ayasofya - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

Ayasofya

Ahmet OkanAhmet Okan

İngilizler İdaresinde ilk yapılan işler arasında trenin adaya getirilmesi ve yeni bir ulaşım olanağının yaratılması olmuştu; bunun ekonomik açıdan da önemi olacaktı.

Haliyle ada halkı treni tanıdığı gibi telefon, ses makineleri (gramafon), radyo, bisiklet, motorlu araçlar ve giderek televizyon gibi teknolojik aygıtları da tanıyacak, bunları içselleştirecek ve hayatın bir parçası haline getirecekti.


Bunlardan biri de mikrofon ve megafondu…

Ta 1570-71’den beri imamlar Ayasofya’nın minaresine çıkıp inmek durumundaydılar.

Bu durum 1949 yılında son buldu ve ezan sesi minarelere yerleştirilmiş megafonlardan verilmeye başlandı.

İmam cami içine yerleştirilmiş mikrofona okuyor, ses de megafonlardan şehere yayılıyordu…

Ayasofya Camii, İstanbul

Ada halkı her yeni teknolojik gelişmeyi önce hayretle karşılıyor, daha sonra bunlarla yaşamayı öğreniyordu.

Şimdi dijital zamanlar yaşanmaktadır ve sanırım ezan da merkezi bir şekilde okutulmaktadır.

Böyle olunca, teknolojiden anlayan teknik çeteler, İzmir’de olduğu gibi sisteme girerek ezan yerine Çav Bella’yı çaldırabiliyorlar.

Önceleri birçok çağdaş gelişmeye karşı olan yobaz çevreler teknolojiye teslim olmuş ve sırasında bunları kendi amaçları için kullanmayı ihmal etmemişlerdir; siyasi amaçlar dahil…

1571’de Lefkoşa Osmanlı askerleri tarafından ele geçirildiğinde, günlerden Eylül’ün 9’uydu.

O günlerde kralların taç törenlerine, şövalyelerin tartışma alanlarına sahne olan Ayasofya Katedrali’nin içinde hummalı bir çalışma vardı.

Koro alanı ve nef ciddi biçimde yıkılıp tahrip edilirken, kilisenin içindeki eşyalar savrulup atılıyordu.

Askerler kilisenin içine yeni bir düzen verip her tarafını temizliyorlardı.

Bu aceleci çalışmanın anlamı, ilk Cuma olan 15 Eylül günü Lala Mustafa Paşa’nın katedrale gelip camiye dönüştürülmüş Ayasofya’da namaz kılacağıydı.

Ayasofya Camii, Lefkoşa (Fotoğraf: John Thomson, 1878.).

Nitekim öyle oldu; Paşayla birlikte Ayasofya’ya gelenler bir kılıca yaslanarak Cuma namazını kıldılar.

Ayasofya artık “kılıç hakkı” ydı.

Bu namazdan sonra aynı yıl içinde Ayasofya’ya minarelerin eklenmesine başlanacak ve ortaya görkemli bir “dönme” çıkacaktı…

Daha sonraları, kimilerinin II. Selim’in kılıcı diye iddia ettikleri camiye hediye edilen antik bir kılıcın 1980’lerin başında çalındığı biliniyor…

O tarihten ta 1949 yılına kadar imamların biri inip biri çıkacaktı minareye.

Sömürge İdaresi’nin nimetlerinden biri ise mikrofon ve megafondu!

Buydu eziyetlerini sona erdirecek olan.

Tren gibi, bisiklet gibi hemen ona da alışıldı…

Lefkoşa’daki Ayasofya’yı müze haline getirmek dönemin yöneticilerinin aklına gelmemişti, ki dönem Türkiye’de henüz Atatürk milliyetçiliği dönemiydi.

Ama doğrusu, tarumar edilmiş, içindeki bütün zenginlikleri harap edilip çalınmış bir katedralin neresi müze olabilirdi ki?

Çok geçmeden tıpkı bugünkü gibi tarikatlara ve cemaatlere yaklaşan ve Türkçe ezanın tekrardan Arapça okunması sağlanan Menderes Döneminde, 1954’te Ayasofya’ya Selimiye adı verildi.

Bu değişiklik herhalde o dönemin ruhuyla ilgilidir!

Doğrusu İstanbul Ayasofya’sının ta 1453’ten beri korunabildiği kadar korunuyor olması o ülke için gurur verici bir durum olsa gerek.

İsminin değiştirilmemesi de iyi bir şeydir.

Anacak İstanbul Ayasofya’sının tümden camiye dönüştürülmüş olması, siyasi İslamcıların en kötü örneklerinden biri olarak tarihe geçecek.

Kültür mirasına bir saldırıdır; saygısızlıktır, çağdaş dünyadan kopmuş bir düşüncenin ürünüdür.

Bir yazarın dediği gibi Hala Sultan Tekkesi’ndeki minarenin yerine çan kulesi dikilse papara kopmaz mı?

Zaten minareler eklenmişti, zaten içindeki kimi bölümlerde namaz kılınıyordu, zaten minarelerinde ezan sesi vardı ve diğer taraftan bir bölümünün müze olarak tutulması çağdaş dünyaya bağlanan bir yol olduğunu göstermesi kadar, kültürel mirasa karşı gösterilen saygıyı da ifade ediyordu…

 

Daha bir ay kadar önce Limasol’daki Köprülü Camii’ne saldırı yapılmış, AKP Parti Sözcüsü Ömer Çelik ta oradan bu olayı kınamış, Rum Yönetimini göreve davet etmişti!

Bundan böyle muhtemel olaylar karşında yapılacak kınamalar değerli olabilir mi? Bugüne kadar yaptıklarıyla dünyadan kopmaları bir yana, hangi kınamaya kim kulak asacak?

Ama biz kendi Ayasofya’mıza bakalım.

İstanbul Ayasofya’sının adını ne Fatih Sultan Mehmet, ne Mustafa Kemal Atatürk değiştirdi.

Lefkoşa’daki Ayasofya’nın adını içinde namaz kılan ne Lala Mustafa Paşa, ne de fetih emrini veren II. Selim değiştirdi.

Biz değiştirdik!

Bakalım bu durumu düzeltme gereğini üstlenen çıkacak mı?

 

 

 

 

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar