Müzakereler şubat ayında başlarken içte ve dışta, “üç ayda referanduma gidilecek” müjdeleri veriliyordu!
Eroğlu Türk tarafının menfaatleri korunacaktır derken, Anastasiadis samimi olarak çözüm istediğini söylüyordu. Üstelik bu “büyük” samimiyetini ispat etme gereğinde, “Tek Egemenlik” başlıklı “ortak açıklamaya” muhalefet yapan Rum siyasi partilerine de 16 maddelik açıklaması ile yanıt veriyordu…
AYNI SIRALARDA: Rusya’nın en büyük savaş gemisi “Büyük Petro” Limasol Limanı’na geliyordu! Ve Rus Dışişleri Bakanlığı da üstüne vazife imiş gibi “müzakerelere takvim konması ile reçeteler sunulmasına karşı olduğunu” açıklıyordu!
(Bizse, “bunu söyleyene değil söylettirene bakın” diyorduk! Çünkü daha “ya bismillah” denmeden Anastasiadis Rusya üzerinden hem çıkarına zemin yaratıyor hem de müzakereleri zamana yayacağının müjdelerini veriyordu…)
Öte yandan ABD Başkan Yardımcısı Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry Rusya’nın inadına “iki ayda çözüm olacaktır” açıklaması yapıyorlardı! Eh koskoca Amerika “iki ayda çözüm” demişse olurdu vallahi! Umutlar bir kez daha en renkli konfetiler gibi uçuştuydu Kıbrıs semalarında!
YA BİZİMKİLER NE DİYORLARDI? “Barışçı çözüm isteriz!” “Üç ay sonra referanduma gideriz!”
Aradan beş ay geçti. Müzakereler yavaşlamakla kalmadı, kopma noktasına geldi! Bir süredir bunu anlatmaya çalışıyor ve soruyoruz: “Neden çözüme çok yakınız açıklama ve umutlarına karşın sonuca gidilemedi?”
Bizi izleyenler bilecekleridir: Müzakereleri hem Anastasiadisli Rum’un hem büyük yandaşı haline gelen AB’nin yarattıkları siyasi kokuşmuşluğu ile ortaya koymak için başından beridir her yönü ile neşterliyoruz.
Diyeceksiniz ki “kesin yargıya varmak için var mı elinde ispatını ayazlatacak somut belgelerinle bildiklerin?”
İŞTE CEVABI: Evet vardır! Rum liderliği ile halkının ve kilisesinin “Kıbrıs adasına egemen olmayı hedefleyen ulusal ideası ile bu idealini gerçekleştirmek yollarında üç asırdır verdiği ulusal mücadelesinin evrak’ı metrukesi!”
Zaten bu tarihi gerçeğin ne demek olduğunu anlamazsanız neden Rum halkı ile bu adada bir çözüme ulaşmanın, hele bu siyasi koşullarda mümkün olmadığını da anlamazsınız!
Ve zannedersiniz ki “çözüm yolunu tıkayan Türkiye ile Türk tarafı olmaktadır!”
BUNA KARŞIN: Elbette ki Rum tarafı üzerinde de çözüm için baskılar vardır ve ilânihaye Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü sürdüremeyeceğini bilmektedir.
İşte Anastasiadisli Rum tarafı bu “kaçınılmazlığı” Türkiye faktörünü de içine kattığı kendine özel “siyasi taktiklerle” lehine çevirmek istemektedir!
BİR: İlk hedef “Türkiyesiz bir Kıbrıs” çözümüdür! Bununla amaçlanan bir taşla iki kuş vurmaktır: Hem Türkiye’yi adadan uzaklaştırmak hem de Kıbrıs Türk halkını güvencesiz bırakıp “kendine muhtaç” duruma sokmaktır!
İKİ: Bunu başarırsa nihai çözümdeki ikinci hedefi, adadaki Türk halkına siyasi eşitlik değil azınlık hakları vererek sonuçta kendi çoğunluğunu egemen kılmaktır!
ÜÇ: Bunu da başardıkta söz konusu egemenliğini gerçekleştirmek için şu veya bu şekilde Kuzey’e dönmesi gerekir, müzakerelerde bu “gerekeni” karar olarak çıkarttırmaktır!
DÖRT: Dolayısıyla müzakereler sürecinde herkeslerin de farkında olduğunca, sürekli “azınlık-çoğunluk” üzerine kurulu “önerilerde” bulunmaktadır! (Bir hatırlatma yapalım. Mesela artık “dönüşümlü Başkanlığı” kabul etmiyor, çünkü mevcut stratejisine uymuyor!)
PEKALA: Türk tarafı bu istekleri kabul etmezse ne olur? Türk tarafı ile halkı ve Türkiye eğer birlikte bu soruya cevap vermezse sittin sene daha Rum’un oyuncağı olarak kalırız!
**********
BU KEZ OYUNUN ADI (ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ)
Ne var ki geç başlandı! Hazırlıkları sürer, değişiklikleri yapılır hatta değişiklikler Meclis’te oylanıp kabul görürken, halkın önüne getirilmeyen, tartışılıp tartıştırılmasından kaçınılan hatta kelli felli diyeceğimiz bir Anayasa uzmanını bile çağırıp olayın içine katmaktan “imtina” edenler; şimdi “hadi Anayasa değişikliklerine niçin “evet” niçin “hayır” diyeceğimizi tartışalım” işgüzarlığında yollara düştüler!
Hem de bizatihi “Anayasa değişikliğini yapan,” “oylayan,” “iyi iş çıktı” diyen ve “savunan kesimlerin” kendi kesimleri!
Ve bizzat Sol cenahın içinde kıyamet koptu: “Vay sen miydin Sağ’la aşna fişne olup böylesi istenmeyen bir Anayasa değişikliği yapan!” Nasıl olur da Sol milliyetçiler ve faşistlerle ayni saksıya siyer!” “KKTC gibi ilanı bile fiyasko olan de-fakto bir sistemin Anayasası nedir ki değişikliği olsun?”
O ESKİ HASTALIK: “Denktaş’ın devleti” saplantısı! Ee kardeşim ama aradan otuz bir yıl geçti!
Otuz bir yıldır Sol kesim olarak “Denktaş’ın devleti” dediğiniz bu devletin tam üç defa iktidarı oldunuz!
Her defasında Rum’un “sahte devlet” dediği bu devletin olanca nimetlerini tepe tepe kullanırken “kadrolama hareketi” diyerek partizanlığın dik alâsını yaptınız.
Her iktidara geldiğinizde muhalefetken aforoz ettiğiniz popülizmin şahını icra eylediniz!
KKTC’ye “korsan” “hellim cumhuriyeti” derken halkına da “mandırada yaşayanlar” lakaplarını taktınız sonra da gittiniz hem Papadopulos’la hem Hristofyas’la “sözde” değil, ciddi ciddi ve her türlü “devlet başkanlığı” saltanatı ile donanmışlıkta, KKTC’yi temsilen görüştünüz! Üstelik hem KKTC’nin hak ve hukukunu savundunuz hem eğri büğrü baktığınız TC ile iş birliğine girdiniz!
İktidar uğruna KKTC’yi ilan eden, bayrağını bile kendisi çizen Rahmetlik Denktaş’ın oğlu ile bile hükümet kurup aynı KKTC’nin güvenlik ve esenliği ile kalkınması yollarında gıkınızı bile çıkarmadan kader birliği yaptınız!
Muhalefette iken hem etik hem de yasal zorunluluktan kaynaklanan, “milletvekillerinin” göreve başlarken ve görevden ayrılırken “mal beyanında bulunması” gerektiğinin haykırışları arşı alâya yükselirken; nedense bu büyük olayı Anayasa Değişikliğinin kapsama alanına sokmaktan sarfınazar eylediniz!
Şimdi bizzat “sizin yapıp sizin kortardığınız Anayasa değişiklikleri” referanduma giderken kafanıza denk gelmeyen maddelerinden dolayı “hayır” çağrıları yapıyor yahut “evet” denmesi için yırtınıyorsunuz…
BAŞA DÖNELİM: “Tanınmamış Devlet olduğumuz için kendi küçük dünyamızı yarattık, kendimizce oynuyoruz işte!”