Kaç zamandır fasit bir daire içine sıkışan küçük dünyamızda çığlıklar atarak dönüp dururken, doğrusu “komşuyu” çok ihmal ettik! Özellikle bizi hiç unutamadığı için sık sık anmakta olan Sn. Anastasisadis’i..
Aslında “bizi” demek de doğru değil. Açılan bir mahallesi de olsa hem Maraş’ı hem de hâlâ aklından çıkaramadığı 1974 Barış Harekâtını unutamıyor..
PEKİ geçmişte kalmış olsalar da Sn. Anastasiadis kendisini rahatsız eden bu iki olayın baskısından kurtulmayı nasıl umut etmekte? ***
İŞTE BU KONUDAKİ fikrini geçen hafta “AB Zirve Toplantısındaki” konuşmasından öğrendik. Haberi Alithia gazesinden öğrendik. Anastasiadis söz konusu zirve toplantısında AB ile Amerika’dan yardım isterken, şimdilerdeki Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarına değinerek, “dünyanın Ukrayna sorununa odaklanmasına karşın bir de Kıbrıs sorunu olduğunun unutulmaması gerektiğini” kınamakla kalmadı. (Kendilerinin affına sığınarak yazayım) utanıp sıkılmadan 1974 Barış harekâtını da Rusya Ukrayna savaşına benzetti!
ANASTASİADİS’in AB Konseyindeki bir başka önerisiyse “artık Kıbrıs sorunuyla ilgili diyaloğun başlamasıydı!” Bu konuda Güven Yaratıcı Önlemler Paketinin hazırlanmasını “AB ortaklarımdan” dediğince rica etti ve ekledi:
“BU çabalar içinde esas kazanım kapalı bölge Maraş’ın kurtarılması olacaktır!”
Kısaca Anastasiadis bugün Rusya ile Ukrayna’da yaşananlarla 1974 de Kıbrıs’ta yaşananlar arasında paralellik vardır” derken giderayak Maraş’ı da hatırlattı! ***
EĞRİ OTURUP doğru düşünelim. Eğer Anastasiadis AB Zirve toplantısında Barış Harekâtını Rusya-Ukrayna savaşı ile eşleştirmişse ..Eğer “Maraş kurtarılmalıdır” demişse.. Bunun nedeni ayni paralellikte sürüp giden “çözümsüzlüktür!” (Ki bugün de çözümsüzlük nedeniyle başımıza nelerin geldiğini, siyasi çözümsüzlüğün faturasını sosyoekonomik sorunlarla nasıl ödediğimizi görmekten öte üstelik yaşıyoruz da! Öte yandan:
***
NEFDEN BUGÜN ANASTASİADİS’i Köşeme taşıdım? Çünkü “Türk ve Türkiye kelimesi” etrafında sürekli seslendirdiği bitmeyen hezeyanları devam ediyor! Üstelik Maraş sorununu da yanına alarak! Dolayısıyla sırası geldi yazalım.
VE SORALIM: 47 yıl kapalı tutup sonra “ben açarım” deyip Maraş’ın bir mahallesini bu gün de hâlâ niçin açtığı bilinmeyen “Sn. Tatar’ın kararının” hikmeti neydi?
MESELA Anastasiadis’e AB Konseylerinde “söylettirmek adını andırmak” için mi? Yada Güney’deki Rum’u rahatsız etmek için mi? Yoksa bu kez de Maraş’ın bir mahallesini açmak mı siyasi koz olmakta?
O zaman gelin Anastasiadis’in çağrısına bir daha bakalım. “Asıl sorun diyor Maraş’ın kurtarılmasıdır.”
Buna karşılık Türk tarafı olarak biz ne diyoruz? “Tısss!”
Ee hani politik refleksimiz? Adam Avrupa’lardan “Maraş’ı kurtarma” çağrıları yapıyor, biz yıllardır “Maraş siyasi sorunun çözümünde koz olarak kullanılacaktır” derken umurumuzda bile olmuyor!
O ZAMAN bir daha soralım: Maraş’ı eğer turşu yapmayacaksak ya ne yapacağız? Çünkü:
***
MARAŞ’taki i söz konusu mahalle Ekim 2020’de açıldıydı.. Neredeyse üç yıl olacak.. Peki açıldı da ne oldu! Siyasi soruna bir kambur daha eklemekten öte! Bir sorun daha yaratmaktan öte!
Tutun ki Türk toplumuna böylesi ekstradan bir “Maraş” sorunu da her zaman anılacak hatırası hürmetine Sn. Tatar’ın hediyesi mi olmakta?
***
KISACA TAKILDIĞIM: (ÇOK AYIP EDİYORSUNUZ AMA! ) 1974’lere kadar en büyük toplumsal sorunumuz dolayısıyla siyasi ve sosyoekonomik tartışmalarımız “Sağ ve Sol görüşlerden” kaynaklıydı..
Siyasi yönü “Rum ekonomisine bağımlı olmaktan kurtulmak” üzerine gelişirken, ekonomik yönü de “üretimdi!”
Bugünkü genç kuşaklar hatta “yönetici takımlarımız” o yılları çokluk bilmezler.. Mesela ne zaman Ruma canımız sıkılsa “Türkten Türke” kampanyaları başlatırdık! Fakat kendimize yetecek üretimimizle ekonomik potansiyelimiz olmadığı için de Rum’a muhtaç duruma düşer dolayısıyla Rumdan alış verişe koyduğumuz ambargoyu delerken bu kez “Rumdan kaçakçılığa” dönüştürürdük! Yani gizlice ve yasa dışı yollardan Rum’dan satın alır Türke satardık!
ÖTE YANDAN “kapalı toplum” ekonomisi ahkâmlarında da bilumum eşyaya, yiyeceğe içeceğe, giyime kuşama okkayla para öder pahanın pahasında kaz gibi yolunurduk!. Bunun adına da Türkten Türke kampanyası derdik! !
***
1974’DEN SONRA da durum değişmedi. Bu kez de TC pazarının müşterileri olduk.. Artı Güney Rum’u da kaçakçılık kaynağımızın merkezi! Araya da Çin mallarından İngilizine, Japonuna, Almanına varıncaya kadar ve arabalarından ötesi sanayi ürünlerini de kapsamına alan ürünlerini ithal ederek yeni pazarlar oluşturduk! Tutun ki “dövize” endeksli tüketim ekonomisi!
***
OYSA NE “hazinemiz” vardır ne “darphanemiz!” Ne “hisse senetlerimiz” vardır ne yeterli Devlet bütçemiz!
Yani istesek bile emisyon bile yapamayız! Buna karşılık resmi para birimimiz olan Türk Lirasına karşılık tutun ki bir bağ maydanoza kadar günlük fiyatlar döviz kurları dalgalanmalarına bağlanmış!
BU HALİMİZLE: Evet tanınmamış bir devletiz ama maşallah günlük alış verişlerimizde bile kur farkı ve değeriyle kullandığımız dolarla mesela Amerikalıyız! Sterlinle İngiliz! Markla Alaman! TL ile Türkiyeli!
KISACA efendiler biz Kıbrıs Türkleri “beynelminel” bir toplumuz .. Ama böylesi bir mertebeye ulaşmışlıkta “ah pahalılık vah pahalılık battık” diye yat kalk feryat etmek, üretim üretim diye bağırıp çağırmak!.. Ayıp olmuyor mu?