Müzakereler kıyasıya devam eder, liderler masada tartışır, ajanslar haberlerini verir, medya izler…
Derken, “haydin referanduma!” Halktan istenen iki kelimedir. “Evet” yada “hayır!”
Sorun da burada başlar. Çünkü “oylanması istenen” bir halkın nesillerden nesillere sürecek “siyasi geleceğidir.”
Her ne kadar bu “geleceği” müzakereler safhasında saptayanlar “siyasi iradeleriyle yetki ve sorumluluklarını” halkın oylarıyla almışlarsa da çok iyi biliyoruz:
Masadaki rahmetlik Denktaş’ın savunduğu “çözüm şekli” başkaydı ardından gelen Talat’ın Annan planını referanduma kadar götürmüş anlayışı farklıydı!
Yine iyi biliyoruz, Eroğlu için “çözüm” asla Akıncı’nın savunduğu çözüm değildi!
Fakat liderler seviyesinde silsile halinde Türk cephesinde görüşülen Kıbrıs sorunu, önlerine “sağ veya sol görüşler” gibi artık siyaset arenasında hükümleri olmaması gereken kişisel tutumlarda çözüm alternatifi haline geldilerdi!
BUGÜN de farklı pozisyonda değiliz. Nitekim artık açık seçik biliyoruz ki “müzakerecilik” yetkisindeki Akıncı da masada, “halkım için” iddiasında “siyasi eşitliğe dayalı federasyonu” istiyor.. Tabi Ankara’nın da fikri de bu!
YALNIZ olasılıkları ötelemiyoruz! Önerilenin “mutlak doğru” olmadığını söylüyoruz!
Siyasi eşitliğe de dayansa oluşacak “federasyonun” çözümden sonra adadaki iki halkın “barış içinde yaşayacağı olasılığı kadar; gırtlak gırtlağa kavga ederek, ayrılabileceklerini de çakmaktadır!
Ha, “nerden biliyorsun” diye sorulası soruya cevap arıyorsanız; İngiliz’in adayı sahipleri olan Türklerle Rumlara terk ettiği 1960’lardan bu yana, adanın nasıl bir coğrafi ve siyasi değişimle hızla iki toplumlu ve iki bölgeliliğe dönüştüğüne bakılmasını öneririm! Bu ayrılık rastlantı değldir!
Artık bu adada birbirlerine muhtaç olmadan, birbirlerine dayanmadan, birbirlerini koltuklamadan da iki ayrı bölgede pekala “devlet” oluş gerçeğinde yaşamakta olan iki halk vardır..
Bırakın çözüm sadece iyi komşuluk ilişkilerinde Kuzey güney gerçeklerinde kalsın..
Çok dürtmeyin, çok kaşımayın, çok karıştırmayın.. Kısaca ne olursunuz kanatmayın; Kuzey’i adam edin yeter.. **********
İADE EDİLEN BELEŞ PARALAR!
Gene rahmetli pederimin lafını anacağım. İzahını yapamadığı olaylar karşısında “insan taş olsa çatlar” derdi!
Dün baktım “Pazar” gibi bir tatil gününde, tutun ki gazete manşetlerinde açıldıkça güller gibi gülen, salındıkça şuh kadınlar gibi yürekler yakan haberler yerine…
Mesela bizim Havadis gazetesinin manşetinden aptal bir obez gibi nanik yaparken sırıtan “haber” terbiye duygularımı test ediyor!
“Lahavle velâ kuvveti” deyip dikkatimi dağıtmak istedim olmadı! Olamazdı.
ÇÜNKÜ Manşetten sırıtan haber, “Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Ofisi”nin “2018 Ekonomik Göstergeler Raporu KKTC hibe Programının” gerçekleşme rakamlarının dökümünü veriyordu.. Ki, Havadis mertek kadar harflerle buna “fiyasko” diyordu..
UZUN lafı kısası! Ankara’ya serzenişte bulunabiliriz.. Canımızı sıktığı için canını sıkabiliriz! Kırk beş yıldır çözüme ulaştıramadığı siyasi sorun nedeniyle kızabiliriz! Buraya aktardığı nüfusla başımıza yeni gaileler açtığı için eleştirebiliriz..
FAKAT Allah da şahittir ki 45 yıldır bizi ele güne muhtaç etmedi.. “Grak dedik et, gruk dedik su, ekmek elden su gölden cumhuriyetimizi” bugünlere kadar taşıdı..
Arada iki ülke arasında sayılarını unuttuğumuz “mali ve ekonomik protokoller” imzaladık, hiç birini gerçekleştirmedik!
AMA insan taş olsa çatlar! Adı üstünde “hibe!” Yani beleş para! Var mı dünyada öyle bir ülke, verilsin de alıp kullananı olmasın?
Nitekim TC’nin 2018 yılında Savunma Ödenekleri, Altyapı Projeleri, Reel Sektör Teşvik Kredileri ve Krediler…” Başlıkları altında KKTC için öngördüğü 2 milyar 187 milyar hibeden, Kasım ayı sonu itibarıyla sadece 273 milyon 750 bin TL’si kullanıldı!
Tabi kalan paranın 2018 bütçesine aktarılıp aktarılamayacağı bilinmiyor!
GEÇMİŞ yıllarda da zaten Mali ve Ekonomik protokollerden biliniyor; zararlarından başka özellikleri olmayan bazı “Kurumlar” özelleştirmeler kapsamına alınmalarına karşın, “bizim bünyemize uygun değildir” denilerek savsaklandılardı!
Fakat bu “beleş paraların” bile kullanılmadan iade edilmesi, tutun ki “vatan hainliğiyle” eş olmalıdır!
Nedeni de basittir!. KKTC’nin parasal yardımlara, bu tip hibelere ihtiyacı varken, adeta “batsın bu KKTC” tutumunda iade etmeye ne denir ki?
TABİ ben burada “koalisyon hükümetlerinin “icraatlar konusunda” parça körçe olmuşluklarını da katıyorum soruna! Dört siyasi partiden oluşan bir hükümetin, kendileriyle partilerini öne çıkarmadan “devlete hizmet” şiarında çalışabileceklerine inanmadığımdan!
BU nedenle “Koalisyon hükümetinin sahip çıkması gereken milyar paralar da olsa eğer partisel çıkarlarda paylaşımlarıyla harcanmaları konusunda bir uzlaşı olamadıysa sonucu, işte böyle “iade” olur!
Tabi bu olay, “başkanlık” sistemine geçme zorunluğunu da bir kez daha hatırlatmış oluyor!
********
KISACA TAKILDIĞIM: (KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR!)
Bir süredir Çalışma Bakanı Çeler “Yerel İşgücüne Destek Programı” çerçevesinde Özel sektör çalışanlarına ayda 750 TL katkı ve İşverenlere de sosyal yatırımların devlet tarafından karşılanmasıyla destek verilmesini içeren tüzüğü tartışmaya açtı… Olay çok kısaca özel sektör çalışanlarının sendikalaşmalarına cevaz vermek..
Fakat diyor ki “özel Sektör kesimi” bu karar yasalaşırsa zırt pırt grevlerle bizi de mahvedeceklr!”
Peki ama kamu görevlilerinin çalışma düzeniyle hakları, “sendikalaşmalarından” sonra iyileşmedi miydi? Sayelerinde devlet mi battıydı yüceldiydi miydi!
Ki şimdilerde tam bir “işçi, işveren ve yasal çalışama koşulları” kaosuna dönüşen “özel sektör” yapılanması mağdur olsun!
Korkunun ecele faydası yoktur! Kaldı ki “kanunlara saygılı çalışanlar” neden sendikalaşmalardan korksunlar?