Çok uzun yıllar oldu, uyanmamıştım bir yeni yıl sabahına yağmurla.. Üstelik 2018’in akşamından başladıydı.
Her ne kadar gök gürültülü, şimşekli ve yıldırımlı da olsa, ürperti saldıysa da Allah’ın bereketi bildik, öyle kutsadık..
İnşallah dedim, bu yağmur ve yağacaklar, 2019’a “iyilik, istikrar, güzellik” bahşeder..
Ki biz Yağmurlar, sıcaklar, kuraklıklar, bereketlerle büyüdük.. Hepisini tattık doyasıya.. Hepsinin de farkındaydık. Dolu dolu yaşardık mevsimleri. Çünkü biz Kıbrıs Türkleri toprağa, toprak bize bağlıydı!
İŞTE geldim bir başka soruna! Ki ne dedim yukarıda? “İnşallah Allah bize bereket, istikrar, güzellik bahşeder!” Çünkü “şükranı” unuttuk! Oysa hiçbir lütufu bırakmazdık “şükransız!”
Sofralarda yenen yemek bir lütuf, yendikten sonra “şükürler olsun” demek önce kendimize saygıydı, sonra bize o lütfu bağışlayana minnet..
NE yaptılar ama? Uğrumuza savaşarak, şehitler vererek adadaki varlığımızı güvencesine alan Türkiye’ye, önce “anavatan” demeyi attılar lügatlardan.. Sonra vefa borcumuzda “şükran sana” dediğimizi sildiler!
OYSA neydi yaptığımız? Cevabı vermeden önce bakalım “yapılmaması gerekirken” uğurlarına yaptıklarımıza:
Mesela çocuklarımızın “aşı işi” için hiç mi bir yetkili sorumludan, kuyruk sokumlarımızın bittiği yere kadar önünde eğilirken titreyerek, “iş” istemedik?
Bir ihale, bir arsa, bir ev, bir kredi için falan, hiç mi satışa çıkarmadık vicdanlarımızı? Hiç mi eğilmedik “şükran sana” derken bir “ekabirin” bir “komprador” burjuvazisinin önünde?
HADİ canım sen de? 1974’den sonra Türk askerinin fethettiği Kuzey’i, önce talan edip sonra “vatan” yapamadığı için, Rum’la ortak devlet arayışlarına baş koyan Ankara mıydı?
Tek kelimelik “şükran” mı çok ağırdı, çok mu rencide ediciydi, hem de Güney’deki dostlara, yandaşlarla yoldaşlara şükranlar sunulurken!
NEREDEN nereye geldik.. Fakat biline rastlantı değil serzenişimiz?
Çünkü dışarıda yağmur yağıyor.. Çocuk ninnisi bir, yağmur sesi iki.. Hiç daha güzel ses işitmedim..
Şükürler olsun yaşıyorum, varım..
**********
YENİ YILDA RADİKAL KARARLAR!
Tabi çok iyi biliyoruz. “Zamanı” dilimlere ayırıp saliselerden saatlere, saatlerden günlere, günlerden mevsimlere, mevsimlerden yıllara ayıran insanlardır:
Çünkü nihayet öğrenebildik ki dünyanın; bize değil, bizim ona uymamız gereken bir “kaidesi” vardır. Tabi KKTC dışında! Neden?
Çünkü 1974 de taşındığımız Kuzey’i çok horladık, bir huzur diyarı yapmak varken iki karışlık toprak parçasını sorunlarla doldurduk..
Tabi Geçmişe bakıp ah vah etmek belki günah çıkarma yönünden “nedamettir” ama vicdanları temizlemez! Çünkü Kuzey’e yaptığımız kötülüğü, görüyoruz ki bugün de alınmaya çalışılan, yada alınan tedbirler kurtarmaya yetmiyor!
YENİDEN geçen yıldan arta kalan fakat henüz çözülemeyen “çarpık yapılaşma” başlığı altındaki soruna bakacağım.. (Önce itiraf edeyim ama.)
Sözü edilen, kavgası yapılan olay, 1974’den beridir “Kuzey’in toprakları üzerinde gelişip kurgulanan, altındaki devasa kitlesi, üstünde görülenden çok daha büyük bir buzdağı gibidir!
Nitekim 1974’den sonra sürekli gelişen bu olaylar yazılıp söylenmesine karşın önünü almak mümkün olmadı! Çünkü “ganimet” lafı, büyültülüp asıl “büyük vurgunu” kamufle etmek için kullanıldı!
Yoksa insanların terk edilmiş bazı Rum evlerinden birkaç eşya almaları, bazılarını talan etmesi gibilerinden basit yağmalar, neden sorun olsundu?
ASIL sorun bu ülkenin geleceğine yönelik “kalıcılığını” da korumak gerekirken, yağma edilen topraklardır! Hâlâ yaptığımız gibi sat al, al sat, yap sat…” Kimin toprağı ve kimin hakkı hukukunda ama? “Rum’un toprağı” değil miydi ranta kurban edilen?
Ki Barış harekâtının hemen sonrasında bıraktıkları toprakları nedeniyle sadece “kaçan Rum’lara” borcumuz vardı!
Şimdi ise “Yahudi’sinin Rus’unun “Timulenk’in filleri gibi aramıza dalarak sürekli arazi kapatıp plansız programsız üzerlerine apartmanlar oteller yapmaları da var! Üzerlerine gidilecek oluyor, kıyamet kopuyor! Kopar tabi! Ortada “milyonlarca sterlinler dönüyor!”
TABİ ki bu acımasız kapitalizmi ne bıçakla kesip atabilirsiniz ne de bırakın yapsınlar diyebilirsiniz! Fakat artık “planlı programlı ve geride kalanları kurtarma babında” diyoruz, KKTC’e bir “imar planıyla” şekil vermek bu topraklara karşı (vatan demezsiniz ama) borcumuzdur..
ÖTESİ olay şudur: Çözüm olacak diye sittin sene daha Rum’u bekleyecek hallerimiz yoktur. Ancak bir gün Rum ile olası bir çözümde mahsuplaşma durumunda kalırsak, Kuzey topraklarımız için verilecek hesabımız olmalıdır!
Kısaca tutun ki bu yıla geçen yıldan sarkan pek çok önemli sorun vardır ama her halde şimdilerde de gündeme gelmişliğiyle en önemlisi, “imar planıdır!”
“Emirnameler zaten “imar planları” yapıldıkta, “istenir istenmez” kadük duruma gelecektir!
VE ekleyim: Farkındasınız. Dörtlü Koalisyon hükümeti ne zaman radikal kararlar almak istese yada alsa, memleketin altı üstüne geliyor! Çünkü “söz konusu kararlar 45 yıllık rant ekonomisine “öyle geldin ama böyle gidemezsin” diyor!
TABİ şunu da ekleyim. “Palyatif tedbirlerle KKTC’i düze çıkarmak mümkün değil!
Bir de şu: Yarın bu hükümet gider yerine UBP gelirse ne olacak?
Bu nedenle sık sık tekrarlıyoruz. Artık hem Başkanlık sistemini düşünün hem de “radikal kararlar” için “ulusal konsey” yapılanmasını!